Bugün, Recep Tayyip Erdoğan Türkiye'nin cumhurbaşkanı olurken, aynı sıralarda kendi eliyle seçtiği halefi Ahmet Davutoğlu Erdoğan'ın eski görevi olan başbakanlığı devraldı. Bu değişiklikler Türkiye ve Türkiye'nin dış politikası için neye delalet ediyor? İki kelime ile özetlemek gerekirse: hayra değil.
Erdoğan'ın dış politika danışmanı olduğu 2005 yılında Davutoğlu ile Ankara'da bir saat kadar görüştüm. Bu sohbette üzerinde konuştuğumüz iki konu hala aynı canlılıkta hafızamda yer alıyor.
Davutoğlu bana ABD'de o sırada ününün ve sözde etkisinin zirvesinde olan yeni-muhafazakarlık hareketini sordu. Söze bu elit grubun bir üyesi olduğuma dair şüpheleri dile getirerek başladım ve Davutoğlu'nun zannettiği gibi George W. Bush yönetiminde kilit karar merciinde olan hiç kimsenin (başkan, başkan yardımcısı, dış işleri ve savunma bakanı ya da ulusal güvenlik danışmanı) yeni-muhafazakar akıma ait olmadığını ve bu durumdan dolayı yeni-muhafazakarlık akımının çok övülen etkisine kuşkuyla baktığımı ifade ettim. Davutoğlu açıklamam karşısında dini bağlar temelinde bir araya gelen gizli bir grup olarak çalıştıkları için yeni-muhafazakarların benim kabul ettiğimden çok daha güçlü olduklarında ısrar ederek içinde hemen fark edilmeyen Yahudi düşmanlığı barındıran bir yanıt verdi. (Bu dinin hangi din olabileceğinden bahsetmeme lütfunda bulundu.)
Buna karşılık ben de Ankara'nın bölgedeki yeni emellerinin uzun zamandır beğenilmediğine dikkati çekerek, 2002 yılında başlayan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) döneminde Türkiye'nin Orta Doğu'daki dış politikası ile ilgili hedeflerini sordum. Davutoğlu değişimi kabul etti ve Türkiye'nin pek çok ülke ile özel bağları olduğuna dikkati çekerek beni hızlıca Afganistan'dan başlayıp Fas'a kadar giden geniş bir tura götürdü. Bu turda yer alanlar; Türkçe konuşanların varlığı (örneğin Irak), Osmanlı iktidarından geriye kalanlar (Lübnan), ekonomik birlik (Suriye), İslami bağlar (Suudi Arabistan) ve diplomatik arabuluculukdu (İran).
Beni en çok etkileyen şey eski uluslararası ilişkiler profesörü ve İslamcı ideolog Davutoğlu'nun kibirli iyimserliği ve kendine olan tam güveniydi. Türkiye'nin kendisini ve büyük vizyonunu soluğunu tutmuş bir şekilde beklediğini ima etmekle kalmadı, aynı zamanda akademik teorilerini uluslararası politika tuvaline uygulayan bir pozisyonda olmaktan duyduğu keyfi de açıkça belli etti. (Bu ayrıcalık şaşırtıcı bir şekilde çok nadir görülür.) Özetle, bu sohbet ne benim ona güvenmemi ne de hayranlık duymamı sağladı.
Davutoğlu aradaki yıllar boyunca kendi açısından oldukça başarılı şeyler yapmış olsa da, her şeyi tek patronu Erdoğan'a danışman olarak münhasıran yaptı. Öte yandan, aksine, sicil kaydı tutarsız politika ve tutarlı başarısızlıklardan oluşmaktadır, öyle bir başarısızlık ki, acınacak şekilde fiyasko sınırındadır. Davutoğlu'nun idaresi altında, Ankara'nın Orta Doğu ülkeleri arasında özellikle İran, Irak, Suriye, İsrail, Mısır ve Libya ile ilişkileri yere çakılırken Batılı ülkeler ile ilişkileri neredeyse her yerde hırçınlaştı. Üstüne üstlük, Türk iktidarı kuzey Kıbrıs satraplığında bile tehdit altındadır.
Sembolik olarak Türkiye, demokrasilerin ittifakı olan NATO'dan uzaklaşıyor ve Şangay İşbirliği Örgütü olarak bilinen şişirme Çin-Rus grubuna yakınlaşıyor. Muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun üzüntüyle belirttiği gibi, "Türkiye dünyada yalnızlaştı."
Dışişleri bakanı olarak başarısız olan Davutoğlu şimdi – Dilbert İlkesinin uygulanması ile – hem AKP'nin hem de hükümetin baş döndürücü ama itaatkar liderliğine yükseliyor. Şimdi iki önemli zorlukla karşı karşıyadır:
AKP'nin lideri olarak, anayasayı değiştirmek ve cumhurbaşkanının yarı-temsili pozisyonunu Erdoğan'ın tutkuyla istediği seçilmiş sultanlığa dönüştürmek için Haziran 2015 parlamento seçimlerinde büyük bir zafer kazanmakla görevlidir. Davutoğlu bu oyu almayı başarılır mi? İsterseniz bana şüpheci deyin? Erdoğan'ın kaale alınmadığını gördükçe ve kuvvetini yitiren cumhurbaşkanlığı "kampüsünde" yaşamaktan sıkılınca cumhurbaşkanı olmak için başbakanlığı bıraktığı güne pişman olacağını beklemekteyim.
Türkiye'nin 26. başbakanı olarak Davutoğlu tehlikeli bir şekilde çökmeye yaklaşan bir balon ekonomisi, hukukun üstünlüğü ilkesinde bir kırılma, Erdoğan'ın ayrıştırıcı iktidarı altında alevlenmiş bir ülke, düşman bir Gülen hareketi ve bölünmüş bir AKP ile karşı karşıya ve bunların hepsi birbiriyle giderek İslamcı (ve bu yüzden kabalaşan) olan bir ülkede kesişiyor. Dahası, Davutoğlu'nun kendisinin yarattığı dış politika sorunları, özellikle Musul'daki İŞİD rehinelerinin aciliyeti hala devam ediyor.
Zavallı Davutoğlu insanın aklına biten bir eğlenceye sabaha karşı saat 4'de varan ve eğlenceyi terk edenlerin yarattığı pislikle karşı karşıya olan temizlik ekibini getiriyor. Neyse ki, kavgacı ve otokratik Erdoğan artık Türkiye'nin kilit idari pozisyonunu elinde tutmuyor, ama ülkeyi beceriksizliği kanıtlanmış sadakatli bir istikrarsızın ellerine bırakması Türkler, komşuları ve ülkenin iyi olmasını dileyen herkes için yeni endişelere neden oluyor.
Daniel Pipes (DanielPipes.org) Orta Doğu Forumu'nun başkanıdır. © 2014 Daniel Pipes. Tüm hakları saklıdır.