21 Aralık'ta İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu elinde John David Lewis'in yazdığı Nothing Less than Victory: Decisive Wars and the Lessons of History (Princeton Üniversitesi Yayınları, 2010) isimli bir kitabıyla fotoğraflandı. Lewis bu kitapta altı farklı vaka araştırmasına bakıyor ve hepsinde "savaşın istikametinin bir taraf yenilgiyi tattığı ve savaşa devam etme isteği pekişmekten ziyade çöktüğünde değiştiğini" savunuyor.
Özellikle Sünni Arap devletlerinin İsrail dışındaki bir tehdide (İranlılar) odaklandığı, Obama'nın İsrail'i zor bir zamanda BM Güvenlik Konseyi'nde yalnız bıraktığı ve isyan politikalarının Batı'da karışıklık yarattığı bu değişim anında Netanyahu'nun bu doğrultuda düşünmesi cesaret vericidir. Diğer bir deyişle, Lewis'in argümanını Filistinlilere uygulamak için zamanlama çok uygundur. Aslında, İsrail ilk 45 yılı boyunca zorla yenilgiyi tattırma stratejisini düşmanlarına karşı başarıyla uyguladığından bu durum eski günlere dönmek anlamına gelecektir.
Bu strateji 1917'deki Balfur Deklarasyonundan bu yana Filistin ve İsraillilerin statik ve zıt hedefler izlediklerini kabul ederek başlar. Filistinliler şu anda Yahudi toprağı olan bölgede Yahudi varlığının tüm izlerini ortadan kaldırma amacını taşıyan bir ret politikası benimsedi. Filistinliler arasındaki farklılıklar taktiksel olma eğilimindedir: İsrailliler ile imtiyaz kazanmak için konuş ya da tümüyle redciliğe sadık kal. Filistin Otoritesi ilk yaklaşımı Hamas ise ikincisini temsil ediyor.
İsrail tarafında hemen herkes Filistinlilerin (ve diğer Araplar ve Müslümanların) kabulünü kazanma ihtiyacı üzerinde hemfikirler; farklılıklar yine taktiksel. Filistinlilere Siyonizm'den neler kazanabileceklerini göster ya da Filistinlilerin iradesini kır. Labor ve Likud bunu tartışıyorlar.
Bu iki arayış—redcilik ve kabul—bir yüzyıl boyunca temelde değişmeden kaldı. Farklı ideolojiler, hedefler, taktikler, stratejiler ve aktörler temel belirgin bir biçimde aynı iken ayrıntıların değiştiğini ifade ediyorlar. Savaşlar ve antlaşmalar sadece küçük değişimlere neden olarak gelip gidiyorlar.
Caydırıcılık, yani zorlu misilleme tehdidi ile Filistinlileri ve Arap devletlerini İsrail'in varlığını kabul etmeye ikna etmek İsrail'in 1948-93 arasındaki müthiş stratejik vizyonunu ve taktiksel zeka sicilini destekliyor.
Bununla beraber iş caydırıcılık ile bitmiyor; İsrailliler modern, demokratik, zengin ve güçlü bir ülke inşa ederken Filistinliler, Araplar, Müslümanlar ve (giderek) sol kanatın bunu hala reddediyor olması artan hayal kırıklığının kaynağı haline geldi. İsrail'in sabırsız ve hareket halindeki nüfusu caydırıcılığın yavaş hareket eden ve edilgen yönlerinden yorgun düştü.
Bu sabırsızlık Eylül 1993'te Beyaz Saray'ın bahçesinde el sıkışma ile sonuçlanan Oslo Anlaşmasının imzalandığı diplomatik sürece yol açtı. Ancak, bu anlaşmalar hızlı bir şekilde iki tarafı da hayal kırıklığına uğrattı.
Her şey kısmen Yaser Arafat, Mahmud Abbas ve Filistin Otoritesinin geri kalan liderlerinin redciliği terk edip İsrail'in varlığını kabul etmişler gibi davranmasından dolayı yanlış gitti ama aslında İsrail'in tasfiyesi için yeni ve daha sofistike yöntemler arıyorlardı.
Kısmen de İsrailliler Oslo sürecine savaşın iyi niyet ve uzlaşma yoluyla sonuçlanacağına dair yanlış bir önerme ile girerek ciddi bir hata yaptılar. Aslında İsrail'in tavizleri Filistin'in İsrail'e yönelik düşmanlığını şiddetlendirdi.
Oslo uygulaması, Filistinliler yükümlülüklerini yerine getirmediğinde İsrail'in verdiği ödünlerin faydasızlığını gösterdi. Oslo İsrail'in zayıf yönlerine işaret ederek durumu daha da kötüleştirdi. Alışılageldiği üzere "barış süreci" denilen durum "savaş süreci" olarak adlandırılsa çok daha doğru olur.
Bu da bizi benim kilit kavramlarıma, zafere ve yenilgiye getiriyor. Zafer kişinin iradesini düşmanına başarılı bir şekilde dayatması, kayıplarla savaşma hırsından vazgeçmek zorunda bırakması anlamına geliyor. Tarihi kayıtlar savaşların iyi niyetle değil yenilgi ile bitirildiğini gösteriyor. Kazanmayan kaybediyor.
Çağlar boyunca düşünürler ve savaşçılar savaşın doğru hedefi olarak zaferin önemi konusunda hemfikir olmuşlardır. Örneğin, Aristoteles "zafer bir generalin askeri bilgi ve yönetme yeteneğinin sonudur" diye yazmıştır. Dwight D. Eisenhower "Savaşta zaferin yerini alacak hiçbir şey yoktur" demiştir. Teknolojik gelişmeler bu kalıcı insan gerçeğini değiştirmemiştir.
İsrail Filistin'in kabulünü kazanmak için sadece bir opsiyona sahiptir: eski caydırıcılık politikasına geri dönmek ve Filistinlileri saldırganlaştıklarında cezalandırmak. Caydırıcılık tüm Israil hükümetlerinin uyguladığı sert taktiklerden daha fazlası anlamına gelir; Filistinlilerin İsrail'i kabul etmesini cesaretlendirecek ve redcilikten vazgeçirecek sistemli politikalar gerektirir. İradeyi kıracak ve fikrin değişmesini teşvik edecek uzun vadeli bir strateji demektir.
Burada amaç Filistinlilerin Siyon'u sevmesi değil, savaş düzeneğini kapatmaktır: intihar fabrikalarının kepenklerini kapamak, Yahudilerin ve İsrail'in şeytanlaştırılmasını engellemek, Yahudilerin Kudüs'e olan bağlarını tanımak ve İsrail ile ilişkileri "normalleştirmek." İsrail'in Filistinliler tarafından kabullenilmesi şiddetin uzun bir süreliğine ve tam bir tutarlılıkla sona erip, yerini editörlere yazılmış hayli keskin ifadeler içeren prosedürler ve mektuplara bıraktığında başarılabilir.
İronik bir şekilde, İsrail'in zaferi Filistinlileri kaybedilen toprakları geri alma fantezileri ve boş devrim retoriği ile yüzleşmeye zorlayarak özgürleştiriyor. Yenilgi aynı zamanda hayatlarını geliştirmek için de özgürleştiriyor. İsrail'e yönelik soykırımsal saplantıdan kurtulan Filistinliler normal insanlar haline gelebilir ve kendi politikalarını, ekonomilerini, toplumlarını ve kültürlerini geliştirebilirler. Bunun yanında bu değişim kolay ya da hızlı olmayacaktır: Filistinliler tüm yoksunluğu, yıkımı ve umutsuzluğu ile yenilginin acı potasından geçeceklerdir. Hiçbir kısa yol mevcut değildir.
Washington için yardımcı olmak İsrail'i sert adımlar atarken desteklemek anlamına geliyor. "Filistinli mülteci" saçmalığını yıkmak ve Kudüs'ü Filistin'in başkenti yapma gibi konularda İsrail'e diplomatik destek sağlamak anlamına geliyor.
İsrail-Filistin diplomasisi, Filistinliler Yahudi devletini kabul edene kadar prematüredir. Oslo Anlaşmalarının merkezi konuları taraflardan biri diğerini reddettiği sürece başarılı bir şekilde tartışılamaz. Ancak Filistin ne zaman Yahudi devletini kabul ederse müzakereler yeniden açılabilir ve Oslo meseleleri yeniden ele alınabilir. Bu olasılık şimdilik uzak bir gelecekte görünüyor. Şu an için İsrail'in kazanması gerekiyor.
Sayın Pipes (DanielPipes.org, @DanielPipes) Orta Doğu Forumu'nun başkanıdır. © 2016 Daniel Pipes. Tüm hakları saklıdır.