Amerika ve Rusya birbirinin aynısıdır; her ikisi de kendilerini materyalist düşünceye dayandırırlar. Gerçek mücadele bir yanda İslam ve Rusya diğer yanda İslam ve Amerika arasındadır.
- Seyyid Kutub
Amerika İngiltere'den kötü; İngiltere Amerika'dan kötüdür. Sovyetler Birliği ise ikisinden de beterdir. Hepsi birbirlerinden daha kötü ve daha kirliler. Ama biz şu anda Amerika ile ilgili olarak endişeliyiz.
- Ayetullah Humeyni, Ekim 1964
1985 yılında, Başkan Reagan ve Genel Sekreter Mihail Gorbaçov Cenevre'de bir araya geldiğinde İran'daki köktenci Müslüman yöneticiler zirve konferansına ilişkin kendilerine özgü yorumlar ortaya attılar. Tahran radyosu "İki süper gücün en büyük endişesi ne 'yıldız savaşları' ne de nükleer silahların hızla büyümesidir, endişeleri dünya Müslümanlarının ve ezilenlerinin devrimci ayaklanmasıdır" açıklamasını yaptı. İran Cumhurbaşkanı Seyyid Ali Hamaney devrimci İslami ideolojiden ve onun Üçüncü Dünya'daki huzursuz edici etkisinden korkan iki liderin "İslam'ın önünü nasıl keseceklerinin" bir yolunu bulmak için bir araya geldiğini iddia etti. Aksi yönündeki bütün kanıtlara karşı İranlılar zirvedeki tartışmaların çoğunun kendilerinin faaliyetleriyle mücadele etmeye ayrıldığını iddia ederek gururlandılar.
Gerçekten de, İranlı yöneticiler Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği'nin Üçüncü Dünya halklarını hizada tutmak için beraber plan yaptıklarına ikna olmuşlardır. Cumhurbaşkanı Hamaney süper güçlerin dünyayı hali hazırda kendi aralarında paylaştıklarına ve sadece bölgelerin tam dispozisyonu konusunda anlaşamadıklarına inanıyor. İran Başbakanı Mir Hüseyin Musevi süper güçlerin dünya çapında ortak komplolar kurduklarını söylüyor. Bu görüşe göre, zirve iki ülkeye aralarındaki küçük farkları müzakere etmek açısından uygun bir fırsat sundu.
Köktenci Müslümanlar süper güçlerin kendi aralarındaki ilişkiye yönelik en olağandışı yorumu sunuyor ve bu yorumu kendilerinin Batı'da pek çok kişinin göz ardı ettiği konuları fark etmesine dayandırıyorlar: Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği arasındaki kültürel benzerlikler aralarındaki farklılıklarından çok daha ağır basıyor. Köktenci Müslümanlar siyasi anlaşmazlıkların ötesine bakarak iki gücün ne kadar çok şey paylaştığını görüyorlar. Birbirine benzeyen Amerikan ve Sovyet vatandaşları kendilerini—ya da hatta birbirlerini köktenci Müslümanların tasvir ettiği şekilde tanımakta zorlansalar da bu eksantrik değerlendirme Müslüman dünya içinde önemli bir görüş birliğini motive ediyor.
Köktenci Müslümanların görüşlerinin iki süper güce karşı eşit bir antipati içerdiğine işaret ettiği beklenebilir. Ancak durum öyle değil: haber bültenlerinin, yorumların, konuşmaların ve vaazların üstün körü bir incelemesi bile Amerika ile olan meşguliyetin obsesyon sınırlarında olduğunu ortaya koyuyor. Sovyetler Birliği hakkında nadiren iyi bir şey söylemesine rağmen, pek çoğunun olumsuz olduğu da söylenemez: SSCB Amerika Birleşik Devletleri'ne yöneltilen nefret ve zehirin sadece küçük bir bölümünü üzerine çekiyor.
Bu dengesizliğin nedeni ne? Eğer iki süper güç ortak komplolar geliştiriyor ve Üçüncü Dünya'yı baskı altına almak için beraber çalışıyorsa, neden daha fazla tacize Amerika maruz kalıyor? Bu köktenci düşmanlığın biraz daha fazlasını Sovyetler Birliği'ne yöneltmek için Amerika Birleşik Devletleri'nin doğrudan doğruya yapabileceği herhangi bir şey var mı?
Süper Güç Olmanın Benzerlikleri
Kültürel açıdan Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği'nin arasındaki farklılıklar köktencilerin gözünde yalnızca ikincil bir öneme sahipler. (Kolaylık olması açısından, "Amerika Birleşik Devletleri" terimi Amerika ve müttefiklerini; "Sovyetler Birliği" ise tüm Sovyet bloğunu kapsamaktadır.)
Bilgili Müslümanlar Batı'da çoğunluğun göz ardı ettiği hususa dikkat çekiyorlar: Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği'nin kültürleri arasındaki benzerlikler farklılıklarından çok daha ağır basıyor. Her ikisinin de Yunanistan, Roma, Hıristiyanlık, Hümanizm, Aydınlanma ve 19.ncı yüzyıl rasyonalizminin mirasını devraldıklarını görüyorlar. Amerikan liberalizmi ve Sovyet Marksizm'inin ortak Avrupalı kökenlerini farkındalar. İki halk Batı uygarlığının tüm diğer uygarlıklardan daha üstün olduğu kanısının yanısıra Müslümanlık karşıtı güçlü unsurlara sahipler.
Ayrıca ikisinin pek çok noktada birbirine benzeyen ve İslam'dan farklı olan yönlerine de dikkat çekiyorlar. Erkekler pantolon kadınlar etek giyiyor ve herkes sandalyelerde oturuyor. Her iki ülkedeki aydınlar aynı klasik müziği dinliyor, aynı oyunlara gidiyor ve aynı yağlıboya tablolara hayranlıkla bakıyorlar. Benzerlikler içinde özellikle önemli olan konu, köktenci Müslümanların tamamını reddettiği cinsiyetle ilgili olanlar: kadın atletizmi, karma eğitim, kadınların istihdamı, karma sosyal yaşam, karışık yüzme, dans, flört, gece kulüpleri vb.
Her iki güç de, bir asır önce Avrupalı devletlere ait olan sömürgeleri karıştırmaya devam ederek benzer emperyalist yayılmacılık planlarına sahip olarak görülüyorlar. ABD-Sovyet düşmanlığının bağdaşmayan ideallerden değil stratejik ve ekonomik hedeflerden kaynaklandığını düşünüyorlar. Ayetullah Ruhullah Humeyni, "Önceden bize talihsizlik getirenler İngilizlerdi; şimdi bir yanda Sovyetler Birliği diğer yanda Amerika Birleşik Devletleri yapıyor" diyor. Bu yarışı kimin kazanacağı çok önemli değil, her iki taraf için de amaç İslami kültürü ve Müslümanların bağımsızlığını yok etmek. İdeal olarak iki dev birbirine düşman olacak ve karşılıklı olarak birbirlerini tüketecek, böylelikle diğer insanlar için daha az tehdit oluşturacaklar.
Amerikan ve Sovyet güçleri aynı amaçlar için varlar; tankları, gemileri, uçakları ve füzeleri birbirine benziyor. Bu nedenle, 1982'den 1984'e kadar Lübnan'da konuşlanan çokuluslu barış güçleri Afganistan'daki Sovyet birlikleri gibi işgal ordusu olarak görülüyor. 1983'de Basra Körfezi'ndeki Sovyet saldırılarını engellemek için oluşturulan Amerika Birleşik Devletleri Merkez Komutanlığı köktenci Müslümanları uygun yerlere Amerikan askeri yayılma araçlarını yerleştirmek için bir kamuflaj malzemesi olarak görüyor.
İki güç arasındaki özgürlük, eşitlik, demokrasi ve diğer konulardaki argümanların köktenci Müslümanlar için çok az bir önem taşıyor. 1971 yılında Müslüman Kardeşlerin bir Mısırlı üyesi bana, "Kapitalizm ve komünizm bizi endişelendirmiyor; bırakın Hıristiyanlar bu konularla kendi başlarına savaşsınlar" demişti. Süper güçler Batı medeniyetinin diğer tüm medeniyetlerden daha üstün olduğu düşüncesini paylaşıyorlar ve köktenci Müslümanlar Amerikalıların ve Rusların arasında var olan Müslümanlık karşıtı güçlü duyguları hissediyorlar. Bu yeni bir duygu değil. Bernard Lewis İkinci Dünya Savaşı sırasında kimliği belirsiz bir Türk'ün "Almanların Rusya'yı ve Müttefiklerin Almanya'yı yok etmesinden çok memnun olacağız. Ancak o zaman kendimizi güvende hissedeceğiz" dediğini aktarıyor.
Köktenciler bağımsızlıklarının bir kanıtı olarak süper güçlerin düşmanlığının objesi olmaktan keyif alıyorlar. Cumhurbaşkanı Hameney'e göre, "Amerikalılar, Sovyetler karşısındaki zayıflığımız dışındaki tüm konularda bize kötü niyetle bakıyorlar. Ruslar da Amerika Birleşik Devletleri karşısındaki zayıflığımız dışındaki tüm konularda bize kötü niyetle bakıyorlar. Bu da bizim gerçekten bağımsız olduğumuzu gösteriyor."
Köktencilerin yaklaşımının tarafsız bir niteliği var. Müslümanların iki süper güçle de yakın işbirliğinden kaçınması gerektiğini savunuyorlar; bırakın yabancı askerlere ve üslere, ekonomik imtiyazlara, siyasi pazarlıklara ya da istihbarat birimlerine de izin verilmemesi gerekiyor. Mısırlı köktenci Ömer el Tilmisani Müslümanlara şu tavsiyede bulunuyor; "Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya'dan vazgeçin ve kollarınızı sıvayın... Biz ABD ve Rusya'nın tutumlarını kınıyoruz, haklarımızı korumak için kabul etmeyecek edecek, direnecek ve gerekli her vesileyi kullanacağız." İran'ın olumsuz tarafsızlığı "Ne Doğu Ne Batı" olarak sıklıkla yinelenen sloganla özetleniyor.
Tilmisani'nin işaret ettiği gibi, şiddet her iki süper güçle yakın ilişkileri engellemek için meşru bir taktik. Köktenci Müslümanlar İran'da şahın Batı yanlısı hükümetini devirdi, ondan sonra da Amerikalı diplomatları bir yıldan fazla bir süre rehin tuttular. 1979 yılında Mekke'deki Büyük Cami'de gerçekleşen saldırının nedenlerinden biri Amerikalıların Suudi Arabistan'daki varlığıydı. Köktenci Müslümanlar Türkiye'deki Amerikalı askerleri tuzağa düşürdüler ve Amerika Birleşik Devletleri ile olan yakın ilişkilerinden ötürü Enver Sedat'a suikast düzenlediler. Daha küçük bir boyutta, Iraklı köktenciler 1984'ün Aralık ayında bir Kuveyt uçağını kaçırdılar, yolcuların arasında işkence ve infaz için iki Amerikalıyı seçtiler. 1983 Nisan'ında Lübnanlı köktenciler Amerikalılara yönelik bir bombalama silsilesi başlattılar.
Sovyetler Birliği de köktencilerin muhalefetini hissediyor. Afganistan'da Sovyet güçleri ile mücadele eden mücahit birliklerinin pek çoğu köktencilerden etkilenmişlerdir. Eski Sudan Cumhurbaşkanı Cafer Numeyri Sudanlı komünistlerin canını yaktığı, Etiyopya ve Libya gibi Sovyet dostu ülkelerle çatıştığı ve Moskova ile ilişkileri en az indirdiği sırada İslam hukukuna başvurdu. Suriyeli köktenciler 1979-80 yılları arasında Suriye'deki Sovyet çalışanlarına karşı suikast kampanyası düzenlediler. Lübnan'daki köktenciler 1985 yılında dört Sovyet diplomatını rehin aldılar ve içlerinden birini de öldürdüler.
Köktenciler belirli bir zaman ve yerde Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri'nin göreli olarak güçlü yönlerini inceliyor ve ona göre yanıt veriyorlar. Süper gücün varlığı ne kadar büyük olursa köktenci düşmanlığın ağırlığı da o kadar fazla oluyor. Köktenciler 1973 yılından önce Mısır'da Sovyetlere ve bu tarihten sonra da Amerikalılara karşı çıktılar. Suudilerin ABD ile ilişkilerinin yanında Libyalıların SSCB ile olan ilişkilerini kınandılar. Hatta bir süper güç Müslümanlara gayrimüslimlere karşı verilen bir savaşta yardım etse bile köktenciler süper gücün motivasyonundan şüphe ediyorlar. Sovyetlerin İsrail'e karşı verdiği mücadelede Araplara verdiği ve Amerikalıların Afganlı asilere sağladığı desteğe şüpheyle bakılıyor; her iki güç de kendi mücadelelerini yürütürken Müslümanları sadece istismar ediyorlar.
İslam'a Dört Yaklaşım
Köktenci Müslümanlar kamu ve özel hayat üzerine olan düşüncelerini, aslında tüm varlıklarını İslam'ın kutsal hukuku Şeriat'a dayandırıyorlar. Kuran'da ve diğer İslami yazılarda bulunan kurallardan alınan bu devasa düzenlemeler inançlı Müslümanların görevi olan kalıcı emelleri temsil ediyorlar. Bu kurallar kişisel temizlik ve cinsel ilişkilerden kamu hayatının çoğunluğuna kadar her şeyi kapsıyor. Kamusal alana dayalı düzenlemeler: fiziksel cezaya dayalı ceza kanunu, cinsiyetlerin ayrımı, Kuran'da belirlenen harçlara göre vergiler, gayrimüslimler için ikinci sınıf vatandaşlık, Müslüman hükümetler arasında ahenkli ilişkiler ve nihai olarak da tüm Müslümanların tek bir hükümran altında barış içinde yaşaması.
Şeriat o kadar iddialı hedefler belirliyor ki, Müslümanlar bunları hiçbir zaman tam olarak başarabilmiş değiller. Örneğin inananlar arasında savaş yapılmasına konan yasak pek çok kez bozulmuş, adli işlemler neredeyse hiç takip edilmemiş ve suça ceza uygulanmamış durumda. Şeriat'ın tam olarak uygulanması Müslümanların daima uzaklaşmasına yol açmıştır. Norm ve gerçek arasındaki kontrast kamusal hayatın her alanına yayılıyor; Müslümanların bu ikilemle nasıl baş ettikleri siyaset hakkındaki görüşlerini derinden etkiliyor.
Geçmiş yüzyıllarda dindar Müslümanlar İslam'ın hedeflerine ulaşamamak sorunu ile beklentilerini düşürerek ve İslam hukukun tam anlamıyla uygulanmasının uzak bir gelecekte gerçekleşeceğini kabullenerek baş ettiler. Aynı zamanda, hukukun günlük hayatın ihtiyaçlarını karşılamak üzere yeniden düzenlemesi gerektiğine inanıyorlardı. Bunu da pratik anlamda mantıklı olan düzenlemeleri uygulayarak, olmayanları ise atlayarak yaptılar. Müslüman dini liderler İslam hukukunun özünün etrafında dolaşırken yasanın gereklerini yerine getirmek için dahiyane yöntemler buldular. Örneğin, yüksek faiz yasağını görmezden gelmek için dindar Müslümanların kredilere yasal olarak faiz tahakkuk uygulamasının yolunu açacak tatmin edici yollar geliştirdiler.
Yüzyıllar boyunca geleneksel İslam olarak bilinen dine yönelik bu yaklaşım Müslümanlara istikrarlı ve son derece doyurucu bir yaşam biçimi sundu. İslam'a gelenekçi yaklaşım Fas ve Yemen gibi ücra Müslüman ülkelerin şehirlerinde ve kırsal alanların çoğunda hala etkili bir şekilde devam ediyor.
Ancak, on sekizinci yüzyılın sonlarında Avrupa'nın yayılmacılığı Müslümanların güç ve zenginliğinde ciddi bir düşüşe neden olunca geleneksel İslam kontrolü kaybetmeye başladı. Müslümanlar Avrupalıların kontrolü altına girdikçe yoksulluklarını ve kültürel geriliklerini farkına varmak zorunda kaldılar. Pek çoğu bu duruma, yeni fikirler ve yöntemler için yüzünü Avrupa'ya dönerek tepki verdi. Bu süreçte geleneksel İslam'ın köklü uygulamalarından vazgeçtiler . Müslümanlar kutsal hukukun yeni yorumlarını deneyimledikçe gelenekçilik İslam'a yönelik diğer üç yaklaşımın karşısında destek kaybetti: sekülarizm, reformculuk ve köktencilik.
Seküler Müslümanlar modern dünyada başarılı olmak için Batı'ya benzemeye engel olan her şeyin gözden çıkarılması gerektiğine inanıyorlar. (Burada "Batı" dendiğinde Avrupa medeniyetinin mirasçısı tüm alanlara, Amerika, Avrupa, Rusya'ya atıfta bulunuluyor.) Sekülerlik yanlıları İslam hukukunun kamusal alandan tamamen çekilmesini savunuyorlar. Örneğin, bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesine değil ama faiz ödemeye izin veriyorlar. Ancak seküler yaklaşım pek çok Müslümanı dinden soğuttuğu için Müslüman hükümetler nadiren sekülarizmi benimsiyorlar. Dini tamamıyla yasaklayan Arnavutluk, seküler prensipleri koruma mücadelesi veren Türkiye ve Güney Yemen, ve bu prensiplerin pek çoğunun ihlaline izin veren Suriye, Irak ve Endonezya hükümetleri bunların arasında yer alıyor.
Seküler Müslümanlar Avrupa medeniyetini kucaklamak için Şeriat'ı tümüyle uzağa iterlerken reformcu Müslümanlar ikisini uzlaştırmaya çalışıyorlar. Avrupa'nın uygulamalarının Müslümanlar arasında kabulünü kolaylaştırmak için Şeriat'ı Avrupa ile uyumlu hale gelecek şekilde yorumluyorlar. Reformcular İslam'ı çok eşliliği yasaklayan, bilimi teşvik eden ve demokrasiyi gerektiren bir dine dönüştürüyorlar. Çoğunlukla seküler Müslümanlar ile aynı sonuçlara ulaşıyorlar ama bu sonuçların kolayca kabul edilmesini sağlamak için bunları İslami olarak adlandırıyorlar. Örneğin, reformcular çok eşliliğe izin vermiyorlar ama bunu Batılı alışkanlıklara atıfta bulunarak değil Kuran'daki kilit bir pasajı yorumlayarak gerekçelendiriyorlar. Reformcu İslam'ın esnekliği herhangi bir çatışmanın aşılmasına ve her hangi bir politikanın gerekçelendirilmesine izin veriyor. Uyarlanabilirliği pek çok Müslüman lidere ilgi çekici geliyor ve büyük çoğunluğu reformculuğu benimsiyorlar. Bu liderler siyasi olarak Suudi ailesi (1930'lardan beri) ve Şah Muhammed Rıza Pehlevi'den Cemal Abdülnasır ve Muammer Kaddafi'ye kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor.
Diğer üç yaklaşımın aksine, köktenciler İslam hukukunun tüm detaylarının uygulanabileceğini ve uygulanması gerektiğini savunuyorlar. Köktenciler Allah'ın Şeriat emirlerinin tüm inananlar tarafından tamamıyla yerine getirilmesi yanında Şeriat'ın Müslümanların gücünün temel kaynağı olduğunu savunuyorlar. Köktenci Müslümanlar İslam hukukunun geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi bugün de geçerli olduğunda ısrar ediyorlar. Yirminci yüzyıl Müslümanlarının gericiliği ve yoksulluğu ile Ortaçağ İslam medeniyetinin ihtişamının bir tezat oluşturduğunu gösteriyorlar ve bu dejenerasyon için Batı'yı suçluyorlar. Köktenciler için modernlik sorununun merkezinde değişen koşullar altında İslam hukukunun bütünüyle nasıl uygulanabileceği konusu yatıyor.
Köktenci yaklaşım İslam'da yedinci yüzyıldan beri var olmasına ve bazı erken siyasi başarılar kazanmış olmasına rağmen, sağlam bir güç haline 1920'li yıllarda geldi. Köktencilik, Müslüman kalabalıklar modernleşmenin gerginliklerine ve Batı ile mücadele etmenin zorluklarına direnirken büyüyor. Köktenciliğin cazibesi modernleşme süreci Müslüman toplumların içine sızarken büyüme eğilimindedir. Modern Avrupa ile tanışan Müslüman elitler sekülarizm ve reformculuğu deneyimlerlerken, yığınlar köktenci yaklaşımı tercih ediyorlar. Yığınlar bilindik yolları korumak istiyorlar ve köktenci yaklaşım onlara Avrupa'nın etkisini ve uygulamalarını savuşturacak bir araç sunuyor. İran parlamentosu başkanı Ali Ekber Haşimi Rafsancani tüm köktencilerin aklında olanı şöyle ifade etti: "İslam önemli çünkü Batı kültürünü yenme kapasitesine sahip."
Geleneksel ve köktenci programlar benzer görünmelerine ve birbirleriyle karıştırılmalarına rağmen pek çok açıdan farklılıklar gösterirler: Geleneksel İslam'ın insan zaaflarını hesaba kattığı yerde köktenciler mükemmellik talep ederler. Biri pragmatik ötekisi kuramcıdır. Gelenekselciler büyük değişiklikler olmadan yüzlerce yıl süren başarılı bir hayat tarzı yakaladılar; köktenciler o kadar çok şey talep ediyorlar ki, henüz bir başarı elde etmiş değiller. Gelenekselciler belirlenmiş yolları izlerler; köktenciler yeni radikal projelerle meşguller. Buna göre, ilkinin yeni kitaplara ihtiyacı yok, ikincisi çok miktarda yeni kitap yazıyor. Geleneksel yaklaşım ölüyor, fundamentalizm ise henüz daha bebek yaşlarda.
Köktenciler köklü bir şekilde belirlenmiş yöntemlere geri döndüklerine ve eski bir yaşam biçimini yeniden canlandırdıklarına inanıyorlar, ama aslında emsali az olan radikal bir programı savunuyorlar. Ruhullah Humeyni gibi köktenciler sıklıkla "ortaçağ" olarak görülürken aslında asırlar öncesinde yaşayan herhangi birinden oldukça farklı. Yirminci yüzyılın belirli zorluklarına modern çözümlerle yanıt buluyor. Örneğin, Humeyni'nin İran hükümetinin sorumluluğunu dini otoritelere vermesi İslam'ın tarihinde emsaline rastlanan bir durum değil; İslami bir ekonominin peşinden gitmesinde de benzer bir durum var. Humeyni'yi ortaçağ olarak görmek aslında onun son derece kendi zamanının insanı olduğunu yanlış anlamaktır.
Gelenekselciler Batı'yı bilmiyorlar; sekülerler ve reformcular Batı'yı farklı derecelerde kabul ederken köktenciler reddediyorlar. Burada konu gelenekselciler, sekülerler ya da reformcular değil, köktenci Müslümanlardır. Köktenci Müslümanlar sürekli olarak süper güçlere karşı derin bir düşmanlık hissi besliyorlar; diğer Müslümanlar süper güçlerin biri ya da diğerini daha olumlu bulanlar da dahil geniş çeşitlilik gösteren görüşlerin peşinden gidiyorlar.
Köktenci Müslümanlar ve Siyaset
Artan sayıda Müslüman Avrupa'nın tarzından etkilenirken onları Şeriat'a geri kazanmak ve diğerlerinin de dinden uzaklaşmalarını engellemek köktencilerin önceliği halinde. Müslümanların Batı'nın yüzeysel cazibeleri tarafından baştan çıkarıldıktan sonra Şeriat'ın sertliklerini terk edişlerini izliyorlar. Müslümanları Batı uygarlığından uzak tutmak için Batı'yı estetik açıdan iğrenç, ahlaki açıdan yoz ve manevi açıdan duygusuz olarak tasvir ediyorlar. Batı'nın Müslümanları zayıflatmak ve onların kaynaklarını çalmak için kendi kültürlerini yaydıklarını iddia ederek karanlık komplo söylentileri fısıldıyorlar. Israrla işsizlik ve pornografi üstünde durarak Batı'nın ekonomik ve kültürel başarılarını görmezden geliyorlar. Seküler ve reformcu Müslümanları itibarsızlaştırmak için Batılı güçlerin uşağı olduklarını söylüyorlar.
Ancak Batı'yı karalamak yeterli değil. Hataya düşen Müslümanları tekrar dine geri çekmek için köktenciler İslam'a Batı dünyasının sunduğu bazı özellikleri aşılamak zorundadırlar. Özellikle, teoloji ve geleneksel İslam hukukunu modern bir ideolojiye, bir dizi ekonomik, siyasi ve sosyal teoriye dönüştürmeliler. İslam'ın Batı ile karşılaştırılabilir ve Batı'da var olandan çok daha iyi sistematik siyasi bir program içerdiğini iddia ediyorlar. Onlara göre, liberalizm anarşiye, Marksizm vahşete, kapitalizm kalpsizliğe, sosyalizm yoksulluğa neden oluyor. Malezyalı lider Enver İbrahim'in özlü sözüyle: "Biz sosyalist değiliz, biz kapitalist değiliz, biz İslam'ız." İslam'ı bir ideoloji haline getirmek dine benzeri görülmemiş bir önem ve otorite bahşediyor. Müslüman Kardeşler Örgütü'nün kurucusu Hasan el-Benna'nın ünlü beyanıyla, "İslam inanç ve ritüel, ulus ve vatandaşlık, din ve devlet, ruh ve eylem, kutsal metin ve kılıçtır."
Mezhep ve bölge farklılıkları köktenci bakış açısını pek etkilemiyor. Toplumsal uyuşmazlıklar bir tarafa, Şii ve Sünni köktenciler amaçları ve hedefleri konusunda birbirlerinden pek farklı değildirler. Müslüman dünyanın farklı kısımlarında yaşamalarına rağmen—Batı Afrika, Orta Doğu, Orta Asya ve Güneydoğu Asya—köktenciler her yerde birbirlerine benziyorlar. Muhalefette olduklarında hepsi hükümetlere Batılı etkiyi reddetmeleri için baskı yapıyor; iktidarda olduklarında Batılı metodları doğrudan yok etme girişiminde bulunuyorlar.
Var olan farklılıklar farklı taahhüt düzeylerini yansıtıyor. Muhafazakar köktenciler normal hayatlar sürüyor ve fikirlerini barışçıl yöntemlerle, misyonerlik çalışmaları, eğitim ve kişisel erdemler aracılığı ile yayıyorlar. Evrimsel değişime inanıyorlar. Her ne kadar güncel sorunlar için—yoksulluk, askeri yenilgi, adaletsizlik, ahlaki gevşeklik—suçu devletin kutsal hukuktan ayrılmasında görseler de, otoriterlere karşı isyan etmiyorlar. Koltukları sallantıda olan yöneticiler bazen popülerliklerini artırmak için Şeriat'ı uygun olan yerlerde uygulayarak muhafazakar köktencilerin ilgisini çekiyorlar.
Muhafazakar köktenciler Batı kültürünün muazzam çekiciliğinin İslami gelenekleri ve yasaları yıpratmasından korkuyorsa, radikal köktenciler de İslam'ın hayatta kalması konusunda endişe ediyorlar. Kilit bir radikal düşünür, Seyyid Kutub 1964 yılında modern çağın "inancımızı tehdit eden en tehlikeli cahiliye [İslam karşıtı barbarlık]" dönemini sunduğunu yazdı. Kutub'a göre, etraftaki her şey cahiliyedir; İslami kültür olarak kabul ettiğimiz düşüncenin bir parçası da dahil olmak üzere algılar ve inançlar, görgü ve ahlak, kültür, sanat ve edebiyat, kanunlar ve yönetmelikler."
Zihinleri İslami prensiplerle birlikte emredilen bir devlet vizyonu ile dolu olan radikaller var olan sistemi gayrimeşru görüyorlar ve ana akım toplumdan çekiliyorlar. Hükümetlerine Şeria'yı görmezden geldiği için saldırıyor ve İslami kuralların hepsini uygulamayı sadece kendilerinin arzu ettiği gerekçesiyle gücün kendilerinde olmasını talep ediyorlar. Aşırı tehlike aşırı eylemi gerekçelendiriyor: radikaller şiddet yoluyla devrimci değişimin arayışı içindeler. Haklılıklarından ve amaçlarının aciliyetinden emin olarak gücü ele geçirmek için adam kaçırma, suikast, bombalama ve kaçırma dahil gerekli tüm yöntemleri mubah kabul ediyorlar.
Muhafazakarlardan çok daha az sayıda olmalarına rağmen radikal köktenciler daha büyük bir siyasi etkiye sahipler. Çok iyi ifade edilmiş programları gündemi oluşturuyor ve camilerden ve Sufi kardeşliklerden oluşan yaygın altyapıları hükümetlere şiddetli bir şekilde meydan okuyor. Şiddet kullanmaya yönelik kanıtlanmış isteklilik ve başarma konusundaki kararlılık onları sıklıkla geleneksel güvenlik önlemlerine karşı korunmasız kılıyor. Komünistler gibi radikal köktenciler de başkalarını kullanmak için cepheler oluşturuyor; ancak bununla birlikte kendileri ya hiç kullanılmıyor ya da kullanılmayı seçmiyorlar. Radikaller İran'daki hükümeti yıkmakta başarılı olmuşlardır; hali hazırda Fas, Tunus, Nijerya, Mısır, Suriye, Suudi Arabistan, Malezya ve Endonezya otoritelerine önemli zorluklar çıkarıyorlar.
Sayısal olarak, köktenciler pek çok Müslüman toplumunda küçük bir azınlık oluşturuyorlar ve kendilerini savunma halindeler. Şeriat'ın uygulanması Müslüman olmayanlar, sekülerler ve reformcu Müslümanlar arasında güçlü bir muhalefet oluşmasına neden oluyor. Ayrıca İslami hukuku farklı şekilde uygulayan ve gücü ellerinde tutmak isteyen diğer köktencilerin de kendilerinden soğumasına neden oluyorlar. Büyük direnişle karşılaşarak yaptıkları toplantılarda gücü ele geçiren köktenciler muhaliflerinin en kötü motiflerinden şüpheleniyor ve baskıyla yanıt veriyorlar. Sudan, İran ve Pakistan'da yaşanan durum budur.
Çünkü esas olarak Müslüman toplumun içinde bulunan tek bir konuyla ilgileniyorlar—İslami hukukun uygulanması—köktenciler Müslüman olmayanlara yönelik sınırlı bir ilgiye sahipler. Kafirleri İslam'a döndürme ve İslam iradesini yayma ile ilgili uzun vadeli planları olmasına rağmen köktenciler kısa vadede savunma halindeler. Hıristiyanlar, Hindular ve diğer Müslüman olmayanlar Şeriat'ın kurallarına uyma çabalarını engelledikleri zaman bir endişe konusu haline geliyorlar: kültürel olarak her Müslümanı kanundan çıkmaya ikna ederek, siyasi olarak ise Müslüman devletleri bağımsızlıklarında mahrum bırakarak. Korku Müslüman olmayanlara karşı köktenci tutumların kilididir; ne kadar büyük bir tehlike görürlerse düşmanlıkları o kadar yoğun oluyor.
Pek çok köşeden kültür ve iktidar tehdidine uğrarken, bu tehditleri en tehlikeli şekilde büyük güçler temsil ediyorlar. Köktencilerin gözünde, eğer Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği "İslami kültürü yok etmeyi amaçlarlarsa" ve Müslüman ülkelerin bağımsızlıklarını tehlikeye atarlarsa, köktenci Müslümanlar bu iki ülkeye karşı özel bir düşmanlık yöneltirler.
Amerikan Karşıtı Önyargılar
Amerika Birleşik Devletleri köktenci Müslümanları Sovyetler Birliği'nden daha endişe verici buluyor. Köktenciliğin kültürel ve ekonomik etkisi Sovyetler Birliğinin etkisini aşıyor, ideolojisi çok daha tehditkar ve niyeti çok daha düşmanca görünüyor. Kısacası, Amerika İslam hukuku çerçevesindeki hayata çok büyük bir engeller seti oluşturuyor.
Hollywood and Mosfilm. Dünya kültürel konularda Sovyetler Birliğini büyük oranda görmezden geliyor. Kim Kiril alfabesini kullanıyor, Rusça öğreniyor, Moskova Radyosunu dinliyor, Sovyet filmlerini izliyor, Orta Asya Devlet Üniversitesine yazılıyor ya da Kırım'da tatil yapıyor? SSCB'nin kasvetli devlet kültürü Müslüman dünya üzerinde neredeyse hiçbir etkiye sahip değil ve SSCB'nin canlı muhalif kültürü Müslüman dünyaya ulaşmıyor. Sadece devrim öncesi kültür Sovyetler Birliği dışında bir varlığa sahip.
Ancak öte yandan Amerika ve müttefikleri muazzam bir kültürel etkiye sahipler. Latin alfabesi, İngiliz dili, BBC, Hollywood, Kaliforniya Üniversitesi, ve Riviera neredeyse evrensel birer cazibe merkezi. Amerikalılar ve Amerikan hükümetleri ne yaparlarsa yapsın derin bir hayranlık uyandırıyor. Amerikan televizyon programları ve filmler düzenli olarak tartışılıyor ve eleştiriliyor. ABD'nin iç meseleleri, özellikle ırk, suç ve ekonomi ile ilgili sorunları ayrıntılı olarak biliniyor. Amerika'nın popüler müziği, video oyunları, çizgi romanları, ders kitapları, edebiyat ve sanatı tüm Müslüman dünyaya yayılmış durumda. Giysileri, gıdaları, ev eşyaları ve makineleri kasaba ve köylerde dahi bulunuyor. Kadın-erkek karışık dans gibi Batının cinsel alışkanlıkların pek çoğu Amerika Birleşik Devletlerinde olduğu gibi Sovyetler Birliği'nde de var olmakla birlikte bunlar Müslümanlar tarafından ABD yüzünden biliniyor; pornografi ve güzellik yarışmaları gibi bazı nefret edilen uygulamalar ise sadece Amerika Birleşik Devletleri'nde var.
Amerikan etkisi Müslümanlar üzerinde çok daha etkili şekillerde tesir ediyor. Dinin hassas din alanında Amerika hem Hıristiyanlığı (İslam'ın geleneksel rakibi) ve laikliği (modern rakibi) ihraç ediyor. Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa'da tamamıyla unutulan Hıristiyan misyonerler, onları İslam'a karşı yapılan sistematik saldırıların lideri olarak gören köktenciler için çok büyük önem taşıyor. Köktenciler ABD dış politikasının güçlü bir haçlı unsuru olarak görüyorlar. Mısırlı bir köktenci lider Ömer el Tilmisan, "ABD'nin tutumu bir kaç faktörden kaynaklanıyor ama bana göre en önemlisi dini fanatizm.... Bu tutum bin yıl önceki haçlı istilasının bir devamıdır" diye yazıyor.
İronik olarak, dini olmayan düşünceler de Amerika Birleşik Devletleri'nden çıkıyor. Ateizmi Washington değil Moskova agresif bir şekilde desteklemesine rağmen Moskova'nın fazla aşırı kuramsal yaklaşımı Sovyet bloğunun dışında çok az bir ağrılık taşıyor. Dünyadaki özgür düşünürler, ruhanilik karşıtları ve ateistler Amerika'dan ilham alıyorlar.
Bu daha da ironik bir noktaya işaret ediyor: Marksizm'in kendisi İslam dünyasına özgür dünyadan gelmiştir. Amerika ve Batı Avrupa'daki Marksist düşünce dinamik ve yeni entelektüel gelişmeler ile uyumlu iken Sovyet hükümeti tarafından sürülen versiyon dar görüşlü ve sıkıcıdır. Daha kötüsü, Sovyet yetkililer süper güç olmanın uygulamadaki gereksinimlerini karşılamak için sürekli olarak ideallerini eğip büktükleri için entelektüel dürüstlük ve hatta tutarlıktan yoksunlar. Antonio Gramsci'nin hapishane yazıları Brejnev'in konuşmalarından çok daha sınırsız bir çekiciliğe sahip. Moskova'ya değil Paris'e gönderilen öğrenciler orada ateşli Marksistlere dönüşüyorlar. Hatta Amerika Sovyet Birliği'nin kendi ideolojik alanı için bile büyük bir sorun.
Köktenci Müslümanlar hem Sovyetler Birliği hem de Amerika Birleşik Devletleri'nden gelen gazetecilerinin dinleri hakkında yanlış bilgi yayarak İslam'ı zayıflamaya çalıştıklarına inanıyorlar. Bu nedenle 1985 Mayıs'ında bir Reuters muhabiri "önyargılı ve bazen de yanlış bilgiler" verdiği için İran'dan sınır dışı edilmişti. Aynı şekilde her iki taraftan da şüphe edilirken kaale alınan Amerikalı gazeteciler Sovyet meslektaşları değil. Haber kararları New York'ta alınıyor; bir olayın uluslararası önemi büyük haber ajanslarının, gazetelerin, dergilerin ve televizyon kanallarının editörlerinin verdiği vurguya bağlı. Buna bağlı olarak Müslümanlar haberlerin gerçekte New York'ta üretiliyor olarak biliyorlar; Sovyet medyasının haberleri nasıl raporladığından habersizler.
Kolay etkilenen duyarlı genç Müslümanları kabul eden, onlara Batı dillerini öğreten ve onlara farklı fikirleri bulaştıran yabancı okullar belki de tehditlerin en büyüğü. Hıristiyan misyonerlerin tarihsel olarak eğitimde oynadıkları önemli rol bu sorunu daha da endişe verici hale getiriyor. Yine, köktencilerin endişesini en iyi şekilde Humeyni dile getiriyor: "Ekonomik yaptırımlardan ya da askeri müdahaleden korkmuyoruz. Bizim korktuğumuz şey Amerikan üniversiteleridir." Amerikalıların özel bir gururla baktıkları—ileri eğitimin yaygınlaşması konusunu—köktenci Müslümanlar son derece tehlikeli görüyorlar.
Özetle, yabancı kültür çekici hale geldikçe köktenci Müslümanlar ondan daha fazla korkuyor ve onunla savaşıyorlar.
Dolar ve Ruble. Köktenci Müslümanlar yoksullukları için bir günah keçisi aradıklarında Amerika Birleşik Devletleri'nin geniş finansal, endüstriyel ve ticari etkileri bariz bir hedef oluşturuyor. Amerika'nın ekonomik kurumları uzun bir gölge yaratıyor. Amerika'nın petrol üreticileri, çok uluslu şirketleri, ulaşım ağları ve bankacılık temelleri kendi alanlarına hakimler. Amerikan şirketleri hırslı Müslümanları karlı işlere bir parmak işaretiyle çağırıyorlar. Dolar uluslararası bir para birimi, ABD hükümetinin tahvilatı kısa dönem yatırımlar için en büyük belge ve Wall Street en büyük sermaye piyasası aracı. Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası yaygın olarak Amerikan hakimiyeti altındaki kurumlar olarak algılanıyorlar.
Köktenciler, Batı ile ilgili korkuları ile uyumlu olarak ülkelerindeki ekonomik faaliyetleri sömürü olarak görüyorlar. Amerika Birleşik Devletleri'nin refahının büyük kısmını Müslüman dünyadan sağladığı ucuz iş ve kaynaklara (özellikle petrol) borçlu olduğunu iddia ederek güya Marksist argümanlar yapıyorlar. Yabancı yatırımlar ve çok uluslu şirketler yerel hükümetlerin yardımıyla Müslüman ülkelerin en değerli varlıklarının kaymağını yemekle suçlanıyorlar; bu özellikle 1979 sonrası Mısır'da daha netleşti.
Buna karşılık, Sovyetler Birliği sözü edilmeye değmeyen bir ekonomik etkiye sahip. Can çekişen bir Sovyet ekonomisi model olarak devlet kapitalizminin Sovyet versiyonunu adapte etmek hiç kimseye ilham vermiyor. SSCB Müslüman ülkeler ile petrol ticaretinde hemen hemen hiç bulunmuyor ve diğer ticareti de marjinal düzeyde. Uyduları dışında yatırım yapmak için neredeyse hiç parası yok. Diğer taraftan yabancılar Letonya endüstrisine ya Sibirya madenlerine yatırım yapamıyorlar. Sovyetler Birliği'nin dünya ekonomisinde bu kadar az varlığa sahip olması onları suçlamalardan koruyor; köktenciler kendi felaketleri için onları bir neden haline getiremiyorlar.
Çok sayıda Amerikalı ve Batı Avrupalının Müslüman ülkelerdeki varlığı köktencilerin hassasiyetlerini alevlendiriyor. Turistler bön bön bakar, kutsal alanları ayakları ile çiğner ve terbiyesizce davranıyorlar. Yabancılar yerel nüfusu İslami olmayan uygulamalar ile etkiliyorlar. Hippiler, antropologlar ve gönüllüler hariç—her birine kendince itiraz edebiliyor—Amerikalılar şehirlerin en iyi yerlerinde yaşıyor, Müslümanların ulaşma imkanı olmayan olanakların keyfini sürüyor, İslam hukuku tarafından yasaklanan aktiviteler düşkünlük gösteriyorlar. Bazı Müslüman hükümetler tesislere içki içmek, kumar ve fuhuş için izin belgesi veriyor, girişi turist ve yabancılarla sınırlayarak köktencilerin bu günahları yabancılar ile tanımlamalarını onaylıyorlar. Plajlar bir yana, üstsüz güneşlenmek de benzer bir etkiye sahip. Sovyet turistler Sovyet bloğu dışından neredeyse var olmazken, Müslüman ülkelerdeki Sovyet sakinler sayıca azlar, arada görülüyor ve sıkı denetim altında gruplar halinde geziyorlar.
Amerika ise her yerde hazır ve nazır. Köktenci bir Müslüman hemen hemen her kentin modern bölgelerinde yürürken karşılaşacağı ve gördüğü her şeyin çoğuna itiraz ediyor: İngilizce ve Fransızca işaretler, Marlboro sigarasının gösterişli reklamları, Coca Cola ve Sony elektronik ithalleri; Amerikan filmlerini gösteren sinemalar; Time ve Newsweek gazete ve dergilerini satan bayiler, Amerikalı turistleri ağırlayan oteller; yüksek sesle rock müzik çalan radyolar. Buna karşılık Rusya'nın etkisi neredeyse tamamen askeri gücünden kaynaklanıyor; bunu çıkarırsan Sovyet uluslararası varlığı gerçekten çok küçük.
Liberalizm and Marksizm. ABD yönetimi liberal değerleri temsil ediyor, Sovyet yönetimi Lenin tarafından yorumlanan Marksizm'i savunuyor. Köktenci Müslümanların bakış açısında Amerikan ve Sovyet ideolojileri İslami ilkelerle neredeyse eşit derecede uzlaşmaz ve eşit derecede uygunsuz. Ancak bu iki ideoloji eşit derecede tehditkar değil.
İlk bakışta liberalizm tercih ediliyormuş gibi görünüyor. Liberalizm de İslam gibi dini inanca, aile birimine ve özel mülke saygı gösteriyor. Marksizm elbette bunları ortadan kaldırıyor ve bunları diyalektik materyalizm, devlet ve toplumsal mülkiyet ile değiştiriyor. Daha yakından bakıldığında bu bakış açısının sığlığı ortaya çıkıyor. Marksistler aile kurumuna saldırıları uzak geçmişe ait ve artık gerçek bir güce sahip değil. Marksizm'in özel mülkiyeti reddetmesi köktenci Müslümanların her hangi bir görüşünden çok daha fazla ileride iken, Müslümanların çoğu sosyal adalete ulaşmak için özel mülkiyet hakkını ciddi bir şekilde kısıtlamaya inanıyorlar. Ekonomi üzerine olan kitabı İran hükümetini büyük ölçüde etkileyen Iraklı düşünür Muhammed Bekir es-Sadr İslam'da özel mülkiyete sahip olmanın ne tamamıyla özel ne de tamamıyla kamuya açık olması gerektiğini ancak ikisinin bir karışımı olması gerektiğini savunuyor. Köktenciler özel mülkiyet sorusu söz konusu olduğunda liberaller ile Marksistlerin arasından bir yerde duruyorlar.
Dindeki bir kilit alanda, köktencilerin çoğu Marksizm'i reddediyor ama burada bile fark azaltılabilir. Marksist teori ateizmi gerektiriyor ama sosyalizmin böyle bir şeye ihtiyacı yok. İnananlar da ateistler gibi zenginliği yeniden dağıtabilirler. Bazı Müslümanlar Allah'ı Marksizm'in içine enjekte ediyorlar, diğerleri "Arap sosyalizmi" ya da "İslami sosyalizm" gibi melez teoriler üretiyorlar. Köktenciler Marksistlerin bu noktadaki hatalarını görecekleri konusunda umutlular. Örneğin, Haşimi Rafsancani son zamanlarda "İran'daki İslam devriminin başarılarının bir sonucu olarak Marksist teorisyenler ve Küba'dan Fidel Castro kademeli olarak din hakkındaki akademik bakış açısını gözden geçirmekte ve dinin "yığınların opyumu" olduğu yargısını terk etmektedirler" dedi ve Castro'nun dinin kitlelerin devrimci hareketine hizmet edebileceğini söylediğini aktardı.
Eğer köktenciler Marksizm ile az çatışmaya sahip olursa bu iki ideoloji arasındaki mutabakat alanları özellikle liberalizm ile karşılaştırıldığında çok daha fazla olacaktır.
- Otoriter kuruluş yazıları. Kuran ve Marks ve Engels'in çalışmaları değiştirilemez fakat oldukça şekillendirilebilir doktrinlerdir. Kapsamlı bir şekilde yazılmış teoriler deneyim ve sağduyuya göre önceliklidir. Gerçeğin bilindiği varsayımı köktenci İslam ve Marksizm'e nüfuz ediyor. Liberalizmin hiçbir yazıtı, dogması ve yetkili yorumcusu yok.
- Oldukça belirlenmiş davranış biçimleri. Her şeyi saran sistemler küçük ve büyük çok çeşitli konuda rehberlik ediyorlar. Köktenci İslam özel alanla başlayıp kamuyu kontrol altına almaya kadar giderken, Marksizm diğer yönde ilerliyor ama sonunda ikisi de hem özel ve hem de kamusal alanları düzenliyorlar. İki sistemdeki belirli düzenlemeler elbette çok farklı ama ayrıntılar her ikisinin de hayatın tümünü düzenleme arzusundan daha az önem taşıyor. Liberalizm ise vatandaşlarını mümkün olduğunca yalnız bırakıyor.
- Her yere yayılan hükümet katılımı. İdeal İslami ya da Marksist toplumda hiçbir aktivite yol gösteren ideolojiye atıfta yapmaksızın cereyan etmiyor; eğitim, sanat, edebiyat, ekonomi, hukuk, savaş, cinsellik ve din, hepsi siyasi bir öneme sahip. Eğer teorinin hayatın her yönü hakkında söyleyecek bir şeyleri varsa hükümet bunun çok gerisinde kalamıyor. Çünkü köktenci Müslümanlar ve Marksistler hükümetin toplumu biçimlendirme aracı haline gelmesini, hükümetin vatandaşlarını şekillendirmesini gerektiren belirli amaçlara sahipler. Kodları otoriterliğe (sadece politikanın hükümet kontrolü) doğru ve hatta totaliterliğe (hayatın her alanının hükümet tarafından kontrolü) doğru meylediyor. Küçük bir köktenci Müslüman azınlık ve Marksistlerin bir kısmı bu yönde ilerliyor ama totaliter cazibe her iki ideolojide de mevcut.
- Bireycilik karşıtlığı. Köktenci Müslümanlar ve Marksistler Batılı hayatın çöküşü ve kaba maddeciliği olarak gördükleri şeylere karşı bir hoşnutsuzluk duyuyorlar. Çağdaş Amerikan hayatının rahatına düşkün ve bireyci karakteristikleri özellikle endişe verici. İfade özgürlüğünün arkasındaki felsefi ve siyasi temelleri reddederek hem manifestolarını kınıyor hem de şaşırtıcı derecede aynı manifestoları tiksindirici buluyorlar. Yapısal bir toplumun köktenci Müslüman ve Marksist vizyonları Amerika ve Batı Avrupa'da serbest dolaşan, disiplinsiz, ve açık yaşam biçiminin tersi. Bireycilik, köktenci ve Marksist düzenin istikrarını aynı derecede tehdit ediyor ve her ikisi için de yasak bir durum. Hem toplumun ihtiyacını bireysel ihtiyacın üstünde olduğunu vurguluyor hem de eşitlik konusuna özgürlükten daha fazla öncelik veriyor.
- İddialı programlar. Köktenci Müslümanlar ve Marksistler toplumla ilgili vatandaşlarına empoze etmeye çalıştıkları yüce vizyonlara sahipler. Müslümanların ve işçilerin kardeşliğinin coğrafi, dilsel, etnik ve diğer farklılıklardan üstün olduğu düşünülüyor. İslam Müslümanlar arasında savaşı yasaklıyor; Marksistler sınıfa top yekun bağlılık talep ediyorlar. İslam para üzerinden faiz almayı Marksizm ise kar etmeyi yasaklıyor. İslam düşük vergilendirme oranları öngörüyor; Marksizm devasa bir yeniden gelir dağılımı istiyor. İslam Allah'ın yasalarıyla uyum içinde bir toplum çağrısında bulunuyor; Marksizm ise "bilimsel" prensipler uygun bir toplum öngörüyor. Her ikisi de daha yüksel standartlar peşinden koşmayı seçerek liberalizmin mütevazı ve gerçekçi beklentilerini küçümsüyorlar.
- Hedefleri karşılayamama. Her sistem davranışta imkansız bir değişim gerektiriyor; insanoğlu ilahi ya da bilimsel standartlara göre yaşayamazlar. Müslümanlar ve sosyalistler, ilk olarak MS 656'daki Cemel [Deve] Savaşı (Müslümanlar için) ve sonra Birinci Dünya Savaşı (sosyalistler için) olmak üzere kendi aralarında da çok çatışma yaşamışlardır. Dünyanın şu anda ulusal devletlere bölünmesi köktenciler kadar Marksistleri de sinirlendiriyor. Ticari hayat faiz ve kar gerektiriyor. İslam tarafından izin verilen vergiler hükümeti etmeyi sürdürmek için yeterli değil, o yüzden Müslüman yöneticiler yasaklanan vergileri topluyorlar. Marksizm tarafından istenen yeniden gelir dağılımı toplumsal düzeni altını oyuyor ve çok nadiren uygulanıyor. Yüksek hedeflere ulaşmak için verilen başarısız çabalar yenilgi duygusunu açığa çıkarıyor ki, bu duyguda iki kat çaba gösterilmesine ve uç çözümlere dönülmesine neden oluyor.
- Muhalif cesaretin kırılması. Köktenci ya da Marksist düzende yaşayan ve kendi yolunda ilerleyen biri ciddi cezalar ile karşı karşıya kalmayı bekleyebilir. Tüm gerçeği bilenler muhalefete neden göz yumsunlar? Farklı fikirleri engelleyen köktenciler ve Marksistler için ifade özgürlüğünün bir anlamı yok. Aksine Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa'nın liberal hükümetleri vatandaşlarının istediği gibi yaşamasına (belirli sınırlamalar dahilinde) ve diğerlerini de kendi fikirlerinin doğruluğuna inandırmaya çalışmasına izin veriyorlar.
- Hıristiyanlığın modası geçti. Müslümanlar ve Marksistler kendilerini Batı medeniyetinin halefleri olarak görüyorlar ve sadece uzun süreli zorluklarına takılmış durumdalar. İslam Muhammed'in vahiylerinin nihai bir din olarak Hıristiyanlığın yerine geçtiğini; Marksistler ise sosyalizmin ekonomik evrimin son aşaması olarak kapitalizmin yerine geçeceğini iddia ediyor. Bu iddialara rağmen Amerika'nın devam eden refahı ve gücü hem köktenci Müslümanları hem de Marksistleri kızdırıyor ve tüm bu farklar aralarındaki bağı güçlendiriyor.
Bu birçok nedenden ötürü köktenci Müslümanlar Sovyet ideolojisi programını Amerikan ideolojisinden daha az karşıt görüyorlar. Bu paylaşılan özellikler köktenci Müslümanların Marksistleri onayladığı anlamına gelmiyor, sadece Marksistler ile liberaller ile olduğundan biraz daha fazla ortak noktaya sahipler. Tabii ki, tüm köktenciler konuyu aynı şekilde görmüyorlar. Kendi düşüncelerinin mantığına nadiren uyan muhafazakârlar, genellikle liberalizmi daha az tehditkar buluyorlar. Kendi düşüncelerini takip eden radikaller Marksizm'i tercih ediyorlar. İlki daha çok ABD'ye yaslanır, ikincisi ise SSCB'ye. Resmi güçler Washington ile müttefik olma eğilimindeler, teröristler ise Kalaşnikof taşıyorlar.
Beyaz Saray ve Kremlin. Sovyet tehlikesi önemsiz değil. Ayetullah Humeyni'ye göre, "Batı'nın küresel yağmacılarıyla mücadele ettiğimiz kadar uluslararası komünizmle de savaş halindeyiz... komünist güçlerin temsil ettiği tehlike Amerikan tehlikesinden daha az değil." Humeyni Amerika Birleşik Devletleri'nden ("evrensel ölçekte bir genelev") nefret ettiği ölçüde Sovyet Birliği'nden ("toplama kampı") nefret etmekte.
Gerçekten de köktenci Müslümanların Sovyet Birliğini en büyük tehdit olarak görmeleri beklenebilir. Ne de olsa, on dördüncü yüzyılda Muskovy zaten Müslüman topraklarını fethediyordu; Rusya'nın topraklarını genişletmesi çarlık yönetimleri altında Moskova'nın Kafkasya ve Orta Asya'da Müslüman toprakları Müslümanların pahasına fethettiği zamana 1880'lere kadar sürdü. Rusya'nın güneyde ve doğudaki topraklara doğru genişlemesi tarihteki en büyük toprak genişlemesini oluşturuyor. Bolşeviklerin 1917'den önce bu bölgelere bağımsızlık sözü vermesine rağmen iktidara gelen komünist hükümet çarlık sömürgesi olan bu toprakların kendisinde kalmasını güven altına almak için muazzam bir kaynak ayırdı.
Müslüman topraklarının uzun süren fethi 1979'da Afganistan'ın istilasıyla ile yeniden başladı. Bu Müslüman topraklarını fethetmeye yönelik daha öte ihtirasların habercisi olabilir; Afganistan'ın güvenli bir şekilde kontrolü (Belucistan eyaletindeki karışıklığı tahrik ederek) Pakistan'ın istikrarsızlaşmasının önünü açabilir ve bu Sovyetler Birliğini geniş petrol ve gaz kaynakları olan İran Körfezine getirecektir. İran radyosunun aşağıdaki yorumunun açıkça gösterdiği üzere köktenci Müslümanlar Sovyetlerin sicilini biliyorlar:
Körfez [İran] bölgesi ile ilgili çarlık emelleri sosyalist Ekim Devrimi döneminde değişmedi. Sovyet politikası ılık suları, stratejik petrol kaynakları ve bu anlamda bölgede büyük rezerve sahip Körfez bölgesi ile ilgili emellere aynen sadık kaldı. Kızıl Ordu 1979'da Afgan bölgesini istila ettiğinde Moskova bölgeye giden yolun bir diğer bölümünü gelecekte genişletme umuduyla kapladı.
Bugün Sovyetler Birliği sınırları içinde neredeyse 50 milyon Müslümanı, Avrupalı bir güç tarafından yönetilen en büyük Müslüman topluluğu barındırıyor. Müslümanların statüsü bir bakıma İngiliz yönetimi altındaki Hindistan ve Fransız yönetimi altındaki Cezayir'e benziyor.
Amerikan sicili bundan daha farklı değildi. Moskova Almanya'dan Moğolistan'a uzanan bir imparatorluk kurarken Amerika Birleşik Devletleri Avrupa imparatorluklarının dağılmasını destekledi. 1918 yılında Woodrow Wilson'ın Ondört Nokta programından Dwight Eisenhower'ın 1956 yılında Süveyş krizini idare etmesine kadar, Amerikalı liderler İngiliz, Fransız ve diğer Avrupa devletlerine Müslüman topraklardan çekilmeleri için baskı yaptılar. Filipinler dışında Amerika Birleşik Devletleri Doğu Yarımküre ve diğer Müslümanlarla sömürge ilişkisine sahip değildi.
Bununla birlikte Amerikan anti-emperyalizmi köktenciler çevrelerindeki dünyayı incelerken unutulmuş görünüyor. Köktenci Müslümanlar sömürgecilik yanında sömürgeciliğin halefi olduğu iddia edilen yeni-emperyalizm konusunda Amerika'nın Sovyet Birliği ile aynı görüşte olduğuna inanıyorlar. 1943'den sonra İngiltere, Fransa ve diğer Batı Avrupa ülkelerini sömürgeciliği bırakmaya zorlayan olarak krediyi Moskova'ya veriyorlar. Pek çok Müslümanın gözünde İngiltere ve Fransa ile olan yakın ilişkileri Amerika'yı emperyal örtünün varisi yapıyor. Emperyalist komplonun bir parçası olarak görülen İsrail ile yakın ilişkiler Müslümanları kızdırıyor.
Gerçekten de, İran hükümeti iki süper güçten de (sloganında görüldüğü üzere, "Ne Doğu ne Batı") uzak durmasına rağmen Sovyetler Birliği ile daha iyi ilişkiler sürdürüyor. Bunun pek çok nedeni var.
Bağımsızlık kazanıldıktan sonra SSCB Amerika'nın hakim gücüne yararlı bir denge sağladı. 1951 yılında Mısırlı Seyyid Kutub'un yazdığı üzere, Müslümanların "komünist güce geçici bir ihtiyaçları var." Benzer nedenlerle bugün İran dışişleri bakanı SSCB ile gelişmiş siyasi, ticari ve bilimsel ilişkiler kurulması çağrısında bulunuyor.
Haberler ABD'nin ana tehdit olarak algılanmasını güçlendiriyor. En küçük bir Amerikan eylemi BM elçilerinden gazetecilere kadar herkesin dikkatini çekiyor, karar alma süreçleri açıkta tartışılıyor, sorunları ve umutları herkes tarafından biliniyor. Sovyet Birliği'nin eylemleri ise ilgi görmüyor. Rusya'nın imparatorluğu ürettiği filmler kadar sönük; on milyonlarca Müslümanın Sovyet toplumu tarafından soğrulması için devam eden çabalar neredeyse görülmüyor. Afganistan'ın işgali bir miktar dikkat çekti ama Amerikan askeri teşebbüslerinin çektiği ilgi ile karşılaştırıldığında oldukça küçük bir yer kaplıyor. Moskova'nın Güney Yemen'i sömürge tarzı kontrolü neredeyse hiç fark edilmiyor. Amerikan haber medyasının küresel etkisi Washington'un rolünü abartma Moskova'nın etkisini azaltma gibi bir etkiye sahip.
Bu kısmen ABD'nin Sovyetlerin faaliyetlerinin bile hesabını tuttuğu şeklindeki garip durumdan kaynaklanıyor olabilir. 1985 yılında Sovyetler Birliği bazı İran Körfezi ülkeleriyle diplomatik ilişkiler kurduğunda İranlı yetkililer bunu bir Amerikan oyunu olarak yorumladılar. "ABD'nin nüfuzu her koşulda Sovyet nüfuzuna yer bırakmayacağından Washington şüphesiz bir şekilde bu resmin ve bu gelişmelerin arkasında.... "[Belki de] Washington ve Moskova arasında bölgeyi her iki tarafında çıkarlarını tehdit eden üçüncü bir partiye [örneğin İran] karşı savunmak için örtük bir anlaşma var." İranlı köktenciler Moskova'nın etkisinin yayılmasından dolayı Washington'u suçluyorlar! Sovyetler Birliği ne kadar tehlikeli olursan olsun Amerika Birleşik Devletleri çok daha kötü görünüyor.
Ancak Humeyni daha çok Amerikalıları suçluyor ve keskin Amerikan karşıtlığı İran hükümetinin sesini belirliyor ve dünya çapında köktenci Müslümanların görüşlerini etkiliyor. "Sokaklarda ya da üniversitelerde rahatsızlık yaratanlar.... Batı'nın ya da Doğu'nun takipçileridir. Bana göre, daha çok Batı'nın takipçileridir." Humeyni'nin gözünde Rusya'nın son 250 yıldaki İran'a yönelik genişleme sicili ABD'nin İslam devriminden önceki 25 yıl boyunca var olan rolü ile karşılaştırıldığında sönük kalıyor. Humeyni'ye göre, Amerika Birleşik Devletleri 1953 yılında şahı iktidara getirdi ve 1978'e kadar onu orada tuttu. Humeyni o dönemde İran'ın "ABD'nin resmi bir kolonisi" haline geldiğine inanıyor.
Köktenci liderlerin bakış açısına göre, Sovyetler uzun bir sınırın öteki yanından tehlikeli görünebilirler ama ülkeyi Amerikalılar yönetti ve bunu yeniden yapmayı planlıyorlar. Humeyni Amerika Birleşik Devletleri'nin İran'ın ekonomik kontrolünü eline geçirmek istediğine inanıyor: "Hazinemizdeki her şey Amerika'nın ceplerine boşaltılmak zorundaydı." Irak'ın 1980 Eylül'ünde İran'a yaptığı saldırıyı bir Amerikan hilesi olarak yorumluyor ve Irak'ın savaşa devam etme becerisini Amerikan yardımına yoruyor. İranlı yorumcular Amerika Birleşik Devletleri'nin "siyasi askeri ve kültürel alanlardaki kaynaklarının" en iyisini İran'a karşı harekete geçirmekle suçluyorlar. Tüm bu nedenlerden dolayı Humeyni şu sonuca varıyor: "İran Amerika ile etkin bir şekilde savaş halinde olan bir ülkedir."
İran'a yönelik ABD saldırganlığı daha büyük bir resme uyuyor. Amerika "kendi egemenliği altında yaşayan herkesi özgürlüğünden yoksun bırakmak için ajanlarını hem Müslüman hem de Müslüman olmayan ülkelere tayin etti." En küçük bir hata yaparsanız Amerika yumruğunu indirecek: "Amerika'nın oluşturduğu tehlike o kadar büyük ki, yanlışlıkla küçük bir hata bile yapsan ortadan kaldırılacaksın." Kısacası, "Amerika bizi, hepimizi yok etmeyi planlıyor." Amerika Birleşik Devletleri büyük oranda başarılı da, en azından Humeyni'nin en önem verdiği alanlar söz konusu olduğunda: 1979 Eylül'ünde söylediği gibi, "Bugün İslam dünyası Amerika'nın elinde esirdir."
Sovyet Birliği'ni farkında olmayan ya da Sovyetler Birliği tarafından fazla zorlanmayan radikal köktenciler Sovyetler Birliği'nden daha az korkuyorlar. Daha pozitif bir ifadeyle Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı bir dereceye kadar ama istikrarlı bir şekilde Sovyet Birliğini tercih ediyorlar. Amerika ve Amerikan yaşam biçimi geleneksel, laik ve reformist Müslümanlara çekici geldiği sürece köktenciler tüm düşmanlıklarını Amerika Birleşik Devletlerine yöneltecekler.
ABD'nin Köktenci Müslümanlara Yönelik Politikası
Bu analizin bazı önemli anlamları var. Köktenci Müslümanların neden Sovyet karşıtı olmaktan ziyade Amerikan karşıtı olduklarını açıklayan dört ana nedenden üçü değişmez. Amerikan liderlerinin kim olduklarına ve ne türlü bir politika izleyeceklerine bakmaksızın Amerika Birleşik Devletleri'nin kültürel etkisi, ekonomik dinamizmi ve yabancı ideolojisi olduğu gibi kalacak. Hiçbir somut eylem ülkeyi köktencilere daha hoş görülebilir yapmayacak. Tersine, yapabileceği hiçbir şey Sovyetler Birliği'ne Amerika ile kıyaslanacak derecede kültürel, ekonomik veya ideolojik bir rol kazandıracak.
Başka bir deyişle, köktenciler açısından en büyük zorluğu Amerika'nın ne yaptığı değil ne olduğu oluşturuyor. Amerika ve köktenciler arasındaki çarpışmaları önlemek için çok az şey yapılabilir. ABD yönetimi köktencileri yatıştırmak için her adımı atmaya razı olsaydı bile çoğu sorun yerinde aynı yerde kalırdı. Carter Doktrinini reddetmek, Merkez Komutanlığını dağıtmak, İsrail'i reddetmek, Lübnan ve Afganistan'da köktenci güçleri desteklemek Müslümanları cezbeden reklamları, ideolojileri, okulları ve çokuluslu şirketleri aynı bırakacak. Sonuçta Washington köktencilerin korkularını azaltmak için çok az şey yapabilir.
Amerika Birleşik Devletleri için bir olumlu adım var: köktencileri Sovyetler Birliği'nin onlara daha çok tehdit oluşturduğu dördüncü faktörle yani siyasi-askeri tehdit ile ilgili ikna etmeye çalışmak. Amerika Birleşik Devletleri'nin Müslümanların bağımsızlığına yönelik temel tehdit olduğuna yönelik köktenci görüşü tamamıyla yanlış: asıl tehdit Sovyetler Birliği. Köktencilere temel gerçekleri—kimin Kafkasya ve Orta Asya'da 50 milyon Müslümanı yönettiğini, Güney Yemen'i kimin kontrol ettiğini, kimin Afganistan'da birlikleri olduğunu hatırlatmak Sovyetler Birliği'nin davranışlarına yönelik dikkatlerini artırabilir. Böyle bir çabanın amaçları mütevazı olacak: dikkati Sovyet imparatorluğuna yöneltmek Amerika Birleşik Devletleri için arkadaş edinmek değil, köktencileri karşı karşıya kaldıkları tehlikenin gerçek doğası ile karşı karşıya getirmek.
Amerikan yönetiminin köktenci Müslümanların (ve diğerlerinin) Sovyet tehdidini farkına varmalarını sağlamasının pek çok yolu var; önde gelen politikacılar tarafından yapılan konuşmalar, Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası forumlarda verilen beyanlar ve dahası. Sovyet tehlikesini Müslümanlara yönelik önemli bir tema haline getirmek kesinlikle uluslararası tartışmayı tetikleyecek ve Amerika'nın yararına olacak.
Amerikan politikasının karar vericileri için köktenci Müslümanlarla mücadele üç durumda ortaya çıkıyor: Amerikan yanlısı hükümetlere karşı çıktıklarında, Sovyet yanlısı hükümetlere karşı çıktıklarında ve hükümetleri kontrol ettiklerinde.
Amerikan yanlısı hükümetlere muhalefet. Çok güçlü bir köktenci muhalefetle karşı karşıya olan dostane bir Müslüman yöneticinin yardımına koşmak cazip gelse de bu durum genellikle ters tepki yaratıyor. Güç durumdaki hükümranlar Amerikan yardımını kabul ettiklerinde bağımsızlıklarını Washington'a sattıkları suçlamasına karşı daha savunmasız oluyorlar. Köktenci Müslümanların büyük bir güce bağımlılık ile ilgili en ufak bir ipucuna olan aşırı hassaslığı dostlara özellikle daha fazla aşırı muhalefet yaratmadan yardım etme açmazını yaratıyor.
Daha da kötüsü, Müslüman hükümranlar bazen köktenci öfkeyi tahrik etmenin yaratacağı tehlikeyi kabul etmeyi reddediyorlar. İran şahı Amerika Birleşik Devletleri ile çok yakın bir ilişki içindeydi, aynı şey Sedat için de geçerliydi. Bu liderler seküler ve reformcu Müslümanlar olarak Batı'ya o kadar yönelmişlerdi ki, köktencilerin gücünü ve dışardan gelen zehirlenmeyi sürekli olarak hafife almışlardı. Sedat Batı'daki şöhretine öylesine odaklanmıştı ki—Nobel Barış Ödülü, ABD Kongresinin ortak oturumunda alkış yağmuruna tutulma gibi—kendi seçmen tabanıyla, Mısır ordusu ile olan teması koptu. Dostane Müslüman liderlerin ABD ile ilişkilerini tek taraflı olarak genişletmelerine izin verilmemeli: Amerikalılar mutlaka karar vermenin bir parçası olmalılar. (Bu sorun Sovyetler Birliği ve Müslüman müvekkilerinin de başına bela oluyor: Afganistan'da Nur Muhammed Terraki ve Hafızullah Emin karşılarındaki İslami muhalefeti Amerika'nın müttefikleri kadar kötü küçümsediler; aynı şekilde Sovyet liderler istilaya direnişin derinliğini yanlış yorumladılar.
Dost Müslüman ülkelerle olan bağları değerlendirirken Amerika Birleşik Devletleri'ni gereksiz bir şekilde köktenci öfkenin odağı haline getirmemek için dikkatli olunması gerekiyor. Köktenci gözleriyle gördüklerine saldırıyorlar. Buğday ithal etmek film ya da giysi ithal etmekten daha az düşmanlık yaratıyor. Yerli halktan izole edilmiş Amerikan askerleri şehirlerde konuşlandırılmış askerlerden daha az sorun arz ediyor. Dost hükümetlerle yapılan sessiz işbirliği kamuya açık toplantılarda ilan edilen destekten daha az muhalefete neden oluyor. Güçlü ilişkilerin yüksek görünürlüğe sahip olmaları gerekmez: ideal olarak neredeyse görünmez olmaları.
Amerikan yanlısı rejimler, komünistler ya da Sovyet yanlısı güçlerin tehdit altında kaldığında denge unsuru olarak köktencileri desteklemenin ya da onları yönetimin içine alma cazibesine kapıldılar. Ancak bu taktik büyük bir tehlike içeriyor. 1970'lerin başlarında Tunus ve Mısır hükümetleri köktencileri teşvik ettiler ancak on yılın sonunda bu hareketler üzerindeki kontrollerini kaybettiler. Türkiye ve Sudan'daki seküler siyasetçiler 1970'lerin ortalarında köktenciler ile koalisyonlar oluşturduktan sonra Şeriat'ı dayatmaya yönelik köktenci çabalara razı olmak zorunda kaldılar. Ve Pakistan'ın Zülfikar Ali Butto'su gibi köktenci olmayan biri İslam hukukunu uygulayarak köktencilerin desteğini kazanmaya çalışırken, köktenciler kendisine hala güvenmediği için genellikle başarısız oluyor.
Şeriat'ın uygulanması Amerika Birleşik Devletleri ile üç gerginlik kaynağı yaratıyor. İlki, Amerikalılar alkol kullananları kırbaçlayan, hırsızların elini kesen ve zina yapanları taşlayan bir hükümete destek vermekte sorun yaşıyorlar. Batılı değerlere aykırı bu uygulamalar Amerika'da nefret yaratıyor. İkincisi, hukukun köktenci versiyonuna olan geniş muhalefet baskı ve istikrarsızlığın ani ve hızlı bir şekilde artmasına neden oluyor ve bu da Amerikan karşıtlığına yol açıyor. Üçüncüsü, Amerika'nın en büyük muhaliflerinin bazılarının güçlendirilmesi kaçınılmaz olarak Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkileri bozuyor.
Bir bakıma muhafazakar köktenciler Amerika Birleşik Devletleri ile dost olan rejimler üzerinde etkilerini hissettirebildiklerinden Amerikan çıkarlarına, koalisyon cazibesine çok fazla kapılan yetkililere karşı çıkan radikallerden daha fazla tehdit oluşturuyorlar. Ancak bununla birlikte, gerçek tehlike radikal köktenciler. Amerika Birleşik Devletleri için Marksistlerden daha büyük bir düşman olarak gördükleri gibi, radikallerin güce tırmanışları neredeyse daima Amerika Birleşik ve müttefiklerine daima zarar veriyor. Köktenci bir Müslüman rejim Marksist rejime tercih edilebilir ama Amerikan çıkarlarını neredeyse başka alternatiflerden daha fazla tehdit eder.
Amerika Birleşik Devletleri köktenci muhalefetle işbirliği yapma konusunda Müslüman müttefiklerinden danışmanlık daveti alırsa açık sözlü davranmalı. Özel durumlar aksini gerektirmedikçe Şeriat'ın uygulamasına karşı çıkmalı ve müttefikini köktencilerin gücünün artırılmasından vazgeçirmeli. Amerika Birleşik Devletleri ne dostane hükümetlere muhalefet eden köktenci hareketlere yardımcı olmalı ne de dostlarını onları sakinleştirmeleri için cesaretlendirmeli. Radikal köktenciler ile ilişki kurmak, görüşlerini anlamak ve etkilerini izlemek için elbette gerekli ama hiçbir yardım sağlanmamalı.
Sovyet yanlısı hükümetlere muhalefet. Köktenci Müslümanlar Sovyetler tarafından destekli hükümetlere muhalefet ettiklerinde Amerika Birleşik Devletleri doğal olarak köktencilere yardım sağlamaya istekli hale geliyor. Ancak eğer bu yapılıyorsa büyük bir ihtiyatla ve içerdiği tehlikelerin farkında olarak yapılmalı. Kısa vadeli yardımlar bile tehlikeli sonuçlara sahip olabilirler. Köktencilerin desteklenmesi onları komünistlere karşı tek alternatif yapabilir; Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetlere bağımlı ülkeler ile köktenci Müslümanlar arasındaki doğal müttefiklerini sıkıştırarak iki aşırı ucu ılımlılar karşısında istemeyerek de olsa güçlendirebilir. Görüşleri Amerika'ya daha yakın olan ılımlılar bu süreçte yok edilebilir.
Bu tehlikelere dikkat çektikten sonra, köktenci Müslüman gruplar sadece iki koşul söz konusu olduğunda ABD yardımı almalıdır: muhalefet ettikleri hükümet Amerika Birleşik Devletleri için çok önemli problemler yarattığında ve köktenciler komünist olmayan tek muhalefet olduğunda.
Libya, Suriye ve Afganistan ilk kriteri yerine getiriyorlar. Ancak köktenciler Muammer Kaddafi'ye yönelik muhalefet içinde sadece küçük bir unsur; dolayısıyla Amerikan yardımı sadece köktenci olmayan muhalefete gitmeli. Afganistan'da da köktenci olmayan mücahidin gruplar hem Afganistan'daki savaşta hem de Pakistan'daki mülteci politikalarında faal olduklarından dolayı ikinci koşul yerine gelmemekte, dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri'nden askeri, siyasi ve finansal desteği hak ediyorlar. Ancak Suriye'de ikinci koşul karşılanıyor. Hafız Esad rejimine karşı tek ciddi muhalefeti Müslüman Kardeşler oluşturuyor ve muhalefet konusundaki kararlılık ve becerikliliklerini göstermiş durumdalar. Orada destek verecek ılımlı bir güç olmadığından Suriyeli köktenciler uygun bir şekilde ABD yardımı alabiliyorlardı.
Köktenciler iktidarda. Muhafazakarlar genellikle Amerika Birleşik Devletleri ile iyi ilişkiler kurmak istiyorlar, dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri ile aralarındaki büyük hedef farklılıklarını göz önünde bulundurarak ilişkiler geliştirilmeli. Uzun vadeli hedeflerle ilgili anlaşmazlıklar süper güçle var olan işbirliğinin taktiklerle sınırlı olduğu anlamına geliyor. Pakistan Sovyetler Birliğine karşı Amerika Birleşik Devletleri ile çalışma şeklinden dolayı Çin'i andırıyor, her iki ülke de arkadaşlık sunmadan para ve yardım alıyorlar. İslam hukukunun uygulanması insan hakları sorunları yaratıyor, bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri Sudan'da Cafer Numayri ile yaptığı gibi köktenci liderler ile çok yakın ilişkiler içinde olmamalı.
Radikaller bariz kültürel, ekonomik ve ideolojik nedenlerden dolayı Amerika Birleşik Devletleri ile berbat ilişkilere sahipler. Batı uygarlığından duydukları korkuya rağmen Amerika Birleşik Devletleri Sovyetlerin Müslüman bağımsızlığına oluşturduğu tehlikenin radikaller tarafından daha iyi anlaşılması için elinden gelenin en iyisini yapmalıdır. Humeyni gibi sert ve katı muhaliflerin bile Sovyet yayılmacılığından haberdar oldukça Amerika ile daha az ilgileneceği ihtimal dahilinde.