Batı ülkelerinde İslam'ın nasıl geliştiğini anlamak için Avusturalya'da Lakemba, Kaliforniya'da Lodi ve Fransa'da Lune gibi Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu bölgeleri ziyaret etme alışkanlığım var. Ancak Londra İslam hayranlığının ulaştığı derece itibarıyla benzersiz bir şehir.
Genellikle, Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu bölgeler şehir merkezinden uzakta yerel, işçi sınıfı sakinleri tarafından uzun zaman önce terk edilmiş yoksul ve çirkin konut projelerinden oluşuyorlar. Buralarda erkekler sıklıkla kafelerde oturuyorlar, kadınlar ise evde hapisler. Bir dizi de işsizlik, suç çeteleri ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi sosyal patolojilerden mustaripler.
Londra'da da böyle bölgeler var ve bunlar oldukça büyük bir alana yayılıyor; ancak İngiliz başkentini benzersiz yapan Müslüman nüfusun çoğunlukta olmadığı, şehrin en merkezi ve en pahalı yerlerinde Müslümanlığın varlığının yoğun olarak hissedilmesi. Bu mevcudiyet iki şekilde görülüyor:
Birincisi sosyetik Müslümanlar faktörü. Bir CBRE araştırmasına göre, 2015 yılında (mevcut son istatistik) Orta Doğulular Londra'nın ticari gayrimenkulüne 4.2 milyar doların üzerinde yatırım yaptılar; bu para şehrin en yüksek binası Shard, en göz alıcı büyük mağazası Harrods, en lüks oteli Claridge ve eski ABD elçiliği binası gibi yüksek profile sahip mülklere gitme eğiliminde.
Bazen Müslüman mülk sahipleri mülkiyetlerinin varlığını açık şekillerde hissettiriyor. Örneğin, Harrods bünyesindeki yiyecek reyonunda helal işaretini ve giyim reyonunda tesettürlü mankenleri belirgin bir biçimde bulunduruyor.
Pek çok Orta Doğu restoranı, giyim mağazası ve kuaför salonu bulunuyor ama en şaşırtıcı olan eczane, spa, bir Çin tıp merkezi ve bir havaalanı transfer şirketi gibi Müslümanlarla özel bir bağlantıları olmayan Arapça-, Farsça- ve Urduca- tabelalı dükkanların varlığı. Pek çoğu Edgware Yolu ya da yakın çevresi üzerinde.
Amerikalı zincir mağaza Cinnabon sporun bile Arapça tabelası var.
Bazı durumlarda ise sadece dükkanın adı Arapça.
İkincisi, Müslümanlığın varlığı dolaylı olarak cihadi şiddet tehditlerine karşı oluşturulan yoğun, yaygın ve moral bozucu güvenlik önlemlerinde görülüyor. Bu önlemler "Koş, Saklan ve Anlat" yazan teşvik edici tabelalardan dubalara, bariyerlere ve geçitlere kadar çeşitlilik gösteriyor.
Özellikle belirgin olan, pek çok koruyucu önlemin şiddet yanlısı İslamcı Halid Mesud'un Westminster Köprüsü'nde beş kişiyi öldürmesinden hemen sonra, 2017 Mart ayında yerleştirilmiş olması Londra'nın merkezine yaptığım son ziyaretimde bu uygulamalardan biri üzerine, Yeşil Park'ı bir baştan bir başa çevreleyen metal bariyer ile ilgili çok düşündüm.
Zincirleme bir şekilde kesintisiz devam eden bariyer sadece yayaların parka girmesine izin veren araya serpiştirilmiş sarı veya gri dar geçitlerle kesintiye uğramış. Bu girişlerde kimse çantaları kontrol etmiyor, o yüzden güvenlik çeperi sadece arabaların ve kamyonların parka paldır küldür girmesini engelliyor. Ancak, neden birisi bu parka araçla girsin ki? Buckingham Sarayı'nın yakında ama geniş bir caddenin karşısında olduğunu varsayarsak, Yeşil Park'ı bariyerle çevirmek koruyucu hiçbir görev görmüyor. Görünüşe göre bariyer çimenleri ve ağaçları koruyor
Bu güvenlik önlemlerinin en üzücü yanı görkemli mavi Devonshire Kapısı'nın önünün çirkin gri bir bariyerle kapatılmış olması.
Dubalar, bariyerler ve geçitler sadece Londra'ya özgü değil. Mesela Birmingham'da Noel Marketinde (üzerlerinde giriş ve çıkış işaretleri olan) benzer sarı geçitler vardı.
Bu güvenlik önlemleri en küçük ara yola kadar uzanmış durumda.
Londra, belediye başkanından ticari gayrimenkul piyasasına kadar diğer bütün büyük Batı şehirlerinden daha fazla Arap, Orta Doğu ve İslam hayranlığı besliyor. Bugünkü İngiliz nüfusunun çoğunluğu kalsa bile bu deneyimin sonucu konusunda iyimser olabilmeyi isterdim.
Sayın Pipes (DanielPipes.org, @DanielPipes) Orta Doğu Forumu'nun başkanıdır. © 2018 Daniel Pipes. Tüm hakları saklıdır.