Lübnan'da yaşanan son trajedinin ardından her zamanki tartışmalar gerçekleşmiyor. ABD Büyükelçilik müştemilatının bombalanması muhafazakarların ve liberallerin standart pozisyonlar almalarına neden olmuyor. İlki Sovyetler Birliğini suç atfetme konusunda tereddüt ederken ikincisi Amerika'nın hataları üzerinde durmuyor.
Bu suskunluk 1983 yılı boyunca, ABD denizcilerinin Lübnan'daki varlığı üzerine olan tartışmalar sırasında daha da belirgindi. O dönemde muhafazakarlar bir Amerikan müttefiki olan Emin Cemayil hükümetinin yanında olma çağrısında bulunmadılar, Lübnan'ın zenginliklerini serbest piyasa ekonomisiyle elde ettiğini vurgulamadılar ve Lübnan'ın problemlerini Sovyetlerin kötülüğüne yüklemediler. Liberallere gelince, Lübnan'ın problemleri için zenginliğin eşitsiz dağıtımını göstermediler, toprak reformu çağrısında bulunmadılar, isyancı güçlere sempati duymadılar, parlamento seçimlerinin geçerliliğini sorgulamadılar, insan hakları ihlalleri için yetkilileri sorumlu tutmadılar ya da—ülke topraklarının yüzde 1'den azını kontrol etmesine rağmen—merkezi hükümetin meşruluğuna itiraz etmediler. Kısacası, her iki tarafta öngörülebilir ideolojik argümanlarını ortaya koymadı.
Aksine, muhafazakarlar ve liberaller kendi aralarında pratik meseleler üzerine tartıştılar. Bazı Cumhuriyetçiler ABD'nin net hayati çıkara sahip olmadığı karmaşık bir durumda bir askeri girişimi destekleme konusunda tereddüt sergilediler. Buna karşılık bir grup Demokrat Orta Doğu'da Amerika'nın bölgedeki varlığına bağlılığının bölge ile ilgili diğer konularda yardımcı olacağına inanıyordu. Amerikalıların gözünde Lübnan'a yardım insani olmaktan ziyade ideolojikti: ABD askerleri anarşinin sona ermesine yardım etmekten ve bir kez olsun partizan değil barışı koruma görevi rolünden keyif alıyor görünüyorlardı.
Bu özel durum dikkati daha önemli bir noktaya çekiyor: Orta Doğu İkinci Dünya Savaşı'ndan beri Amerikan dış politikasındaki—SSCB'nin doğurduğu tehdit ile ilgili tartışma gibi büyük tartışmalarının dışında duruyor. Sovyet tehdidine yönelik tutarsız değerlendirmeler Amerika'nın Orta Amerika, Batı Avrupa, Güney Afrika, Doğu Asya ve diğer yerleri nasıl gördüğünü de belirliyor. SSCB sadece Orta Doğu'da kritik bir tartışma değil. Oradaki siyasi tartışmalar tamamıyla farklı ve tümüyle alakasız bir ikiliğin—Arap-İsrail anlaşmazlığının hükmü altında.
Ne muhafazakarlık ne de liberallik bir Amerikalının bir taraf lehine eğilimli hale gelmesine neden olmuyor. Gerçekten de, dört olası kombinasyonun tümü de ana akım Amerikan siyasetinde iyi bir şekilde temsil ediliyor: Arap yanlısı muhafazakar, İsrail yanlısı muhafazakar, Arap yanlısı liberal ve İsrail yanlısı liberal. İsrail'e dost muhafazakarlar ülkenin Sovyet Birliği'ne karşı yararına dikkat çekiyorlar; İsrail yanlısı liberaller demokrasi ve ahlaki standartlara işaret ediyorlar. Arap yanlısı muhafazakarlar petrol ve iş ilişkilerine önem atfediyorlar; Araplara dost liberaller ise Filistinlilerin çektiği acıları vurguluyorlar.
Örneğin köşe yazarları da dört kategoriden oluşuyorlar. Arap yanlısı olanların arasında Rowland Evans muhafazakar, Anthony Lewis is liberal; İsrail yanlısı köşe yazarları arasında ise George Will muhafazakar ve Morton Kondracke ise bir liberal. Fikir dergileri de benzer şekillerde ayrılıyorlar: National Review muhafazakar ve İsrail yanlısıyken, The New Republic liberal ve İsrail yanlısı. Gazeteler arasında muhafazakar Chicago Tribune ve liberal Christian Science Monitor Arap; muhafazakar Wall Street Journal ve liberal New York Times İsrail yanlısı. Düşünce kuruluşları arasında muhafazakar Amerikan Girişim Enstitüsü ve liberal Carnegie Vakfı Arap, muhafazakar Heritage Vakfı ise İsrail yanlısı.
Arap-İsrail meselesinde belirgin bir duruş sergileyen önemli kişiler siyasi yelpazenin farklı yerlerinden geliyorlar. Örneğin, Arap yanlısı muhafazakar tarafı Spiro Agnew, John Connoly ve Caspar Weingberger temsil ederken, J. William Fulbright, Andrew Young ve George Ball gibi liberal ve Naom Chomsky ve Jesse Jackson ise radikalleri temsil ediyor.
Başkanlığa aday olan muhafazakar iş insanları ve liberal Demokrat senatörler muhafazakar olup Arap yanlısı ve liberal olup İsrail yanlısı olmanın doğal ve mantıksal olarak tutarlı olduğunu düşünüyorlar. Nation dergisinin radikal ve Commentary dergisinin neo-muhafazakar editörleri tam tersi bir gruplaşmada hemfikirler. Aynı zamanda muhafazakarlar ve liberaller Orta Doğu meselelerinde işbirliği yapma eğilimindeler; Arap ve İsrail yanlısı lobiler muhtemelen Capitol Hill'deki baştan sona partizan olmayan lobiler.
Neden Orta Doğu'daki politika Amerikan dış politikasındaki baskın tartışma ile ilgisi olmayan ayrı bir konu? Pek çok neden arasında en önemli olan Amerikalıların Orta Doğu'daki finansal ve dini çıkarları. Dünyadaki en büyük ve en kar getiren sektör olan petrol ticareti finansal kazanç için olağanüstü fırsatlar sunuyor ve petrol ihracatında Arap devletleri egemenlik sürüyor. Petrol ihraç eden ülkeler ile ABD arasındaki iyi ilişkiler başarılı iş anlaşmaları için kritik bir faktör olarak kabul ediliyor ve dolayısıyla bu da Arap-İsrail anlaşmazlığına yönelik tavırların bir işlevi olarak görülüyor.
Dine ise Orta Doğu'ya yönelik Amerikan hassasiyetlerini anlamanın temel noktası. Tek tanrıcılığın Orta Doğu'da ortaya çıkmış olması bölgeye kalıcı bir biçimde özel bir önem verilmesini sağlayan bir gerçek. Amerikan Musevilerinin Orta Doğu'daki çıkarları aşikar; Yahudilerin çoğu konumlarını İsrail Devleti'ne bağlı olarak görüyorlar. Hristiyanlar doğrudan olmayan ama güçlü olaylarla ilgililer. Hristiyanlığın doğduğu yer ve ilk kilisenin evi olarak, Kutsal Topraklar her inanan için özel bir yer. Orta Doğu uzak, egzotik ve anlaşılmaz olabilir ama yabancı değildir ve asla ilgisiz kalınamaz.
Orta Doğu'nun olağan ideolojik kategorilere uymaması ABD politikasının şekillenmesinde ve uygulanmasında önemli etkilere sahip. Her yönetim iktidara Sovyet Birliği konusunda net bir bakış açısı ile gelirken tüm dikkatlerin yöneldiği Orta Doğu daha az önemli görülüyor. Bir kaç istisna dışında Amerikalı seçmenler kafalarında Arap-İsrail çatışmasını düşünerek bir adaya oy vermiyorlar. Yeni seçilmiş bir başkan SSCB ile ilişkilere yaklaşımla ilgili bir şart ile karşılaşırken Orta Doğu için bu gerekmiyor. Başkanın hangi politikaları izleyeceği seçimleri kazandıktan sonra sorgulama konusu oluyor.
Personel ile ilgili kararlar politikada büyük bir etkiye sahip çünkü siyaseten atananların Orta Doğu ile ilgili genel bir bakış açısı yok. Seçilen başkan dış politika konusundaki yardımcılarını temelde Araplar ve İsrail ile ilgili görüşlerini dikkate almadan Doğu-Batı meselelerini dikkate alarak seçiyorlar. O yüzden Orta Doğu konusunda ne hissettikleri tamamen bir şans konusu. Orta Doğu'da bir uzlaşmanın olmaması politikayı oluşturmada daha fazla çekişme anlamına geliyor. Her yönetim tipik olarak Orta Doğu meseleleriyle ilgili bağdaşmayan görüşleri kabullenen üst düzey yetkilileri içeriyor. Kararlar bürokratik mücadeleleri kimin kazandığına ve takip eden kararsız politikalara bağlı oluyor.
Güç bürokratlara ve lobilere akıyor. Orta Doğu'da ideolojik bir görüşe sahip olmayan yeni yönetim, hükümet düzeyinde çalışacak yeni yüzler getirme konusunda çok az teşvike sahip olduğundan bundan bürokratlar kazançlı çıkıyor. Bu nedenle yeni iktidarın başlangıcında tasfiyeler daha azdır ve otorite pozisyonunda olanların konumlarını korumaları daha kolaydır. Siyasi atamalar Orta Doğu ilişkileri ile uğraşan bölümlerde daha azdır. Bu faktörler Dış İşleri Bakanlığı'nda sözde Arap yanlılarının homojenliğinin yanında bakanlık üstündeki efsanevi etkilerini de açıklıyor.
Lobiler de kazanıyor. Olumlu bir şekilde ifade etmek gerekirse, Orta Doğu'da Amerikan politikası hakkındaki tartışmalarda vatandaşların katılımı ve etkisi için özel bir alan var. Olumsuz bakmak gerekirse, ulusal çıkarların istisnai derecede küçük bir rolü var. İdeolojinin yokluğu dar kafalı görüşleri, özellikle de dini duyguları ve iş dünyasının baskılarının rolünü arttırıyor.
Orta Doğu meselelerine ideolojik olmayan yaklaşım ABD politikasının gerçek seyrini çeşitli şekillerde etkiliyor. Sovyetler Birliği'ne yönelik politikadaki değişimler Orta Doğu'yu etkilemiyor. Carter yönetimi boyunca var olan liberal ve Reagan yıllarındaki muhafazakar politikalar ABD'nin Orta Doğu dışında dünyanın her yerindeki duruşunda derin bir etki yarattılar.
Amerikan halkının muhafazakar ve liberal sınırlarda kutuplaşmaması, ABD hükümetinin Orta Doğu'da Amerikan askerlerini kullanma konusunda fazla esnekliğe sahip olmasını sağlıyor. 1982-83 yıllarında El Salvador'a yapılan 20 milyon dolarlık ABD yardımı basında ve Kongre'de yaygın eleştirilerin konusu iken Lübnan'a yapılan 210 milyon dolarlık yardım neredeyse hiçbir itiraz ile karşılaşmadı. El Salvador'a 55 eğitmen göndermek aşırı tartışmalara yol açarken Lübnan'a 20 kat daha fazla eğitmen göndermek tartışma bile yaratmadı. Halk Orta Doğu'da ABD ordusunun doğrudan bir müdahalesini kabul etmeye istekli görünüyor.
Bu durum Amerikan dış politikasında egemen olan muhafazakar/liberal ikilikten kaçmak için eşsiz bir fırsat sunuyor. Orta Doğu Amerikan siyasi hayatına bir çeşitlilik unsuru ekliyor ve dış politika tartışmalarına bir canlılık kazandırıyor. Diğer bölgeler tehlikeler anlamında değerlendirilirken Orta Doğu Amerikan politikacılarına olumlu bir şey başarma şansı sunuyor. Bu nedenle Amerikan başkanları Arap-İsrail meselesini dış politikada damgalarını vurmak için özel bir fırsat olarak görüyorlar.
Sayın Pipes Deniz Harp Okulu'nda doçent ve "Tanrı'nın Yolunda: İslam ve Siyasi Güç" kitabının yazarıdır. Bu makale Uluslararası Güvenlik dergisinin 1984 Sonbahar sayısından uyarlanmıştır.