Ocak 2005'de gerçekleşen Filistin Otoritesi (PA) seçimlerinde Kudüslü Arapların önemli bir yüzdesi oy kullanmanın İsrail'de ikamet statülerini tehlikeye atabileceği endişesiyle sandıklardan uzak durdu. Örneğin, Associated Press'te Mahmud Abbas'a güçlü bir destek verdiğini ama oy vermeyi planlamadığını ifade eden 28 yaşındaki bir kamyon şoförü Rabi Mimi'nin söyledikleri şöyle alıntılandı: "Oy kullanamıyorum. Başımın belaya gireceğinden korkuyorum. İşimi şansa bırakmak istemiyorum." Oy verip vermeyeceği sorulan bir taksi şoförü kızgınlıkla şu yanıtı verdi, "Dalga mı geçiyorsunuz? Yolsuz [Filistin] Yönetimi buraya getirmek için mi? Bir eksiğimiz bu kaldı."
Bu gönülsüzlük—aynı zamanda idari yetersizlik—Jerusalem Post gazetesinin ifadesiyle neden "şehirdeki [Kudüs] çeşitli oy kullanma yerlerinde seçmenlerden daha fazla yabancı gözlemciler, gazeteciler ve polis kuvvetinin olduğunu" açıklamaya yardımcı oldu. Ayrıca daha önceki 1996 PA seçiminde Kudüs'ün uygun seçmen nüfusunun neden, başka yerlerdeki oranlardan daha düşük bir oranda, sadece yüzde 10'unun oy kullandığını anlamaya da yardımcı oluyor.
Şaşırtıcı bir şekilde İsrail'deki ikametini tehlikeye atma endişesinin İsrail'deki Filistinliler arasında çok yaygın olduğu ortaya çıkıyor. Siyonist ya da Filistin yönetimi altına yaşama seçimi sunulduğunda kesinlikle ilkini tercih ediyorlar. Dahası, İsrail yanlısı hassasiyetleri teşvik eden bir zümre var. Hiçbir kamuoyu araştırması bu hassas konuyu kapsamıyor ama beyanların ve aksiyonların önemli bir bölümü anti-Siyonist raconlara rağmen İsrail'in en hararetli düşmanlarının İsrail'in siyasi erdemlerini farkına vardığını gösteriyor. Filistinli liderler bile, öfke patlamaları arasında, bazen gardlarını indiriyor ve İsrail'in erdemlerini kabul ediyorlar. Filistinlilerin Siyon sevgisinin gizli etkisi umutlu ve potansiyel olarak önemli çıkarımlara sahiptir.
İsrail yanlısı ifadeler iki ana kategoriye ayrılıyor: İsrail yönetimi altında yaşamayı tercih etmek ve İsrail'in Arap rejimlerinden daha iyi olduğunu övmek.
Hayır, Teşekkürler Filistin Yönetimi
İsrail'de, özellikle Kudüs'te ve "Celile Üçgeni" bölgesinde yaşayan Filistinliler, İsrail'de kalmanın nasıl tercih edildiğini bazen açık seçik bir şekilde gösteriyor.
Kudüs. 2000'lerin ortasında, Kudüs'ün Arap çoğunluğunun olduğu bazı kısımlarının Filistin Otoritesi'nin kontrolüne transfer edileceği ortaya çıktığında Müslüman Kudüslüler bu olasılıkla ilgili çok az memnuniyet gösterdiler. Arafat'ın PA'sına bakarak otoriter ve yolsuz otokratlar, haydut benzeri polis gücü ve durgun bir ekonomi tarafından tekelleştirilen bir güç gördüler. Arafat'ın şişirilmiş, saçma iddiaları ("Biz Arap bölgesinde tek gerçek demokratik vahayız") sadece endişelerini artırdı.
Kudüs'ün Silwan mahallesinden Abdulrezzak Abid "Ramallah, Hebron ve Gazze Şeridi'nde neler olduğuna" dikkat çekiyor ve sakinlerinin iyi durumda olup olmadıklarını sordu. İsrail belgesine başvuran bir doktor şöyle açıklıyor:
Tüm dünya Kudüs'teki Arapların geleceği hakkında konuşuyor gibi görünüyor ama hiç kimse bize sormaya zahmet etmedi. Uluslararası topluluk ve İsrail Solu bizim Bay Arafat'ın kontrolü altından yaşamak istediğimize kesin gözüyle bakıyor görünüyor. İstemiyoruz. Çoğumuz Bay Arafat'ı ve onun etrafındaki eş-dostunu adam yerine koymuyoruz ve İsrail'de kalmak istiyoruz. En azından burada dürüst günlük bir kazanç şansımın yanısıra aklımdan geçeni hapse atılmadan özgürce ifade edebiliyorum.
Bir Kudüslünün renkli ifadesiyle, "İsrail cehennemi Arafat'ın cennetinden daha iyi. İsrail yönetiminin berbat olduğunu biliyoruz ama bazen Filistinli yönetimin çok daha kötü olacağını düşünüyoruz."
Güney Kudüs'teki Bayt Hanina toplumunun direktörü Hüsam Watad'a göre kendilerini Arafat'ın kontrolü altında yaşama ihtimali içinde bulan insanlar "panik içindeler. Doğu Kudüs sakinlerinin yüzde 50'den fazlası yoksulluk sınırının altında yaşıyor ve bu insanların [İsrail] Ulusal Sigorta Kurumu ödemelerini alamadıkları takdirde durumun nasıl görüneceğini hayal edin." Filistin Ulusal Konseyi'nin üyesi olan Fadal Tahabub'a göre, Kudüs'ün 200,000 Arap yerleşimcisinin tahmini yüzde 70'i İsrail egemenliği altında kalmayı tercih ediyor. Muhtemelen PA kontrolü altına girecek alanlardan biri olan Ras al-'Amud'da yaşayan bir sosyal hizmet uzmanı şöyle diyor: "Eğer gizli bir anket yapılırsa, Kudüslü Arapların ezici bir çoğunluğunun İsrail'de kalmayı tercih edeceklerini söyleyeceklerinden eminim."
Gerçekten de tam olarak 2000 yılında büyük olasılıkla Filistin yönetimi devreye girdiğinde İsrail İçişleri Bakanı doğu Kudüs'teki Arapların vatandaşlık başvurularında önemli bir artış olduğunu bildirdi. Kudüs şehir meclisi üyesi Roni Aloni pek çok Arap yerleşimcinin PA kontrolü altında yaşamak istemediğini duydu. "Bana—biz Gazze ya da Batı Şeria gibi değiliz. Bizim İsrail kimliklerimiz var. Yüksek bir yaşam standardına alışkınız. İsrail yönetimi çok iyi olmasa bile hala PA yönetiminden çok daha iyidir—diyorlar." Kudüs belediye başkanının Arap meseleleriyle ilgili danışmanı Shalom Goldstein benzer bulgulara ulaşmış: "İnsanlar bugün Filistin tarafından kontrol edilen bölgelerde neler olduğuna bakıyorlar ve kendilerine 'Tanrı'ya şükürler olsun ki, bizim İsrail kimliklerimiz var' diyorlar. Aslında, şehirdeki Arapların çoğu Yaser Arafat'ınki gibi yoz ve zorba bir rejimin kontrolü altında yaşamaktansa İsrail'in yönetimi altında yaşamayı tercih ediyorlar."
Pek çok Kudüslü Arap 2000 yılında İsrail oturma belgesi çıkarmayı düşündüğünden Kudüs'teki İslami yetkili cemaatinin İsrail vatandaşlığına sahip olmasını yasaklayan bir emir yayınladı (çünkü bu İsrail'in kutsal şehir üzerindeki egemenliğini kabul anlamına geliyor.) Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Kudüs meselelerinden görevli ismi Faysal al-Hüseyni daha ileri gitti: "İsrail vatandaşlığı alma sadece ihanet olarak tanımlanacak bir şeydir" dedi ve bu tür insanları Filistin devletinden dışlanmakl tehdit etti. Tehdidinin etkisiz olduğunu gören Hüseyni, İsrail vatandaşlığı alan Kudüs Araplarının evlerine el konacağını ilan ederek çıtayı yükseltti. Bunu haberi doğrulayan PA'nın radyo istasyonu bu gibi kişileri "hain" olarak niteledi ve hepsini "izlerini bulup tek tek yakalamakla" tehdit etti. Güvenlik güçlerinin otoritesinden korkan Filistinlilerin pek çoğu gereken şekilde sindirilmişti.
Ancak bazıları sessiz kalmadı. Zeytin Dağı topluluğu konseyi üyesi Hisham Gol oldukça sade bir şekilde açıklıyor: "İsrail kontrolünü tercih ederim." Batı Şeria'dan zengin bir kadın PA yönetimi altında hayatın nasıl olduğunu sormak için Gazze'den bir arkadaşının arıyor. Duyduğu tek şey azar: "Sana söyleyebileceğim tek şey dua et ki, İsrailliler sizin şehri terk etmiyorlar" çünkü Filistinliler ile karşılaştırıldığında "İsrailliler çok daha insan." Arafat'a açıkça karşı çıkmaya hazır biri de metropoliten Kudüs'ün güneyinde bir köy olan Sur Bahir'den Zohair Hamdan; Hamdan İsrail Kudüs'te kontrolü Filistin Otoritesi'ne vermeden önce Kudüs Arapları arasında bir referandum yapılmasını talep eden bir dilekçe düzenliyor. "33 yıldır İsrail Devleti'nin bir parçası olduk. Ama şimdi tüm haklarımız unutuldu." Bir buçuk yıldan fazla zaman içinde 12,000'den daha fazla imza topladı (Kudüs'ün tahmini 200,000 Arap nüfusu arasından). "Mezbahaya götürülen koyunlar gibi durumu kabullenmeyeceğiz." Hamdan Sur Bahir'in İsrail'in bir parçası olarak kalmasına dair kişisel tercihini de ifade ediyor ve Filistinlilerin büyük çoğunluğunun "Arafat'ın yozlaşmış zalim iktidarını" reddettiğini tahmininde bulunuyor, "Lübnan'da, Ürdün'de ne yapıldığına bakın, şimdi de Batı Şeria ve Gazze. Halkına arka arkaya felaket getirdi."
Celile Üçgeni. İsrail yanlısı bu tür hassasiyetler sadece Kudüs'ün sakinleri ile sınırlı değil. Başbakan Ariel Şaron hükümeti Şubat 2004'de Celile Üçgeninin kontrolünü Filistin Otoritesi'ne vermek ile ilgili nabız yoklayıcı haberler yaydığında İsrail'in ağırlıklı olarak Arap olan kısımlarından gelen yanıt güçlü ve sert oldu. 25 yaşındaki Mahmud Mahajnah'ın Ajans France-Presse'e söylediği üzere, "Yaser Arafat bir demokrasi değil bir diktatörlük yönetiyor. Burada hiç kimse o rejimin altında yaşamayı kabul etmeyecek. Ben vatani hizmetimi [İsrail'de] yaptım; öğrenciyim ve İsrail Futbol Derneği'nin bir üyesiyim. Beni neden transfer edecekler? Bu mantıklı ya da meşru mu?" Başka bir sakin yerel bir deyişten söz ediyor; "İsrail'in 'cehennemi' Batı Şeria'nın 'cehenneminden' daha iyidir." 22 yaşındaki Shu'a Sa'd bunun nedenini şöyle açıklıyor: "Burada—İsrail'in güvenliğine dokunmadığın sürece—ne istersen söyler ve ne istersen yapabilirsin. Orada ise, eğer Arafat hakkında konuşursan seni tutuklayabilir ve dövebilirler." 29 yaşında bir başka genç adam Isam Abu Alu farklı bir ifade kullanıyor: "Bay Şaron bizim parlamentosu, demokrasisi ve hatta doğru düzgün üniversiteleri bile olmayan bilinmeyen bir devlete katılmamızı istiyor. Batı Şeria ile yakın aile ilişkilerimiz olmasına rağmen ama İsrail'deki tüm haklarımızı talep etmeyi tercih ediyoruz.
İsrail'deki en büyük Müslüman kasaba olan Umm al-Fahm'ın girişinde İsrail'in Kudüs üzerindeki kontrolünü kınayan bir ilan panosunun yanında kasabayı idare eden İslami Hareket Partisi'nin yeşil bayrağı dalgalanıyor. Bununla beraber İslami Hareketin yerel lideri ve belediye başkanı Haşim Abd ar-Rahman Şaron'un önerisi üzerinde durmuyor bile: "Arap vatandaşlarının karşı karşıya kaldığı ayrımcılık ve adaletsizliğe rağmen İsrail, Arap ve İslam ülkelerinden daha iyi bir demokrasi ve adalete sahip." Parlamentonun İsrailli Arap üyesi ve Arafat'ın danışmanı Ahmet Tibi de "tehlikeli ve demokratik olmayan bir öneri" diye nitelendirdiği PA'nın kontrolü fikrini kaale almıyor.
Mayıs 2001'de yapılan bir araştırmaya göre, İsrail'in Arap nüfusunun sadece yüzde 30'u Celile Üçgeninin gelecekteki Filistin Devletine ilhak edilmesini kabul ediyor, yani bu büyük bir çoğunluğun İsrail'de kalmayı tercih ettiği anlamına geliyor. Şubat 2004 itibarıyla Hayfa merkezli Arap Uygulamalı Sosyal Araştırmalar Merkezi'ne göre. İsrail'de kalmak isteyenlerin sayısı yüzde 90'a fırlamış durumda. Daha da şaşırtıcı olan Celili Üçgeni Araplarının yüzde 73'ünün sınırdaki değişiklikleri engellemek için şiddette başvuracaklarını söylemesi. Nedenleri İsrail kendi memleketleri olduğunu söyleyenler (yüzde 43) ve İsrail'in yüksek hayat standartlarını değerli gören (yüze 33) arasında neredeyse eşit bir şekilde ayrılmış. Celile Üçgeninin Filistin Otoritesi'ne geçmesine yönelik Arap muhalefeti o kadar yoğundu ki, Şaron fikri hızla bir kenara bıraktı.
Sorun daha sonra 2004'de İsrail güvenlik çitini inşa ederken tekrar ortaya çıktı. Umm al-Fahm'dan 67 yaşındaki Ahmet Jabrin gibi bazı Filistinliler çitin hangi tarafında yaşanacağına dair bir seçimle karşı karşıya kaldılar. Jabrin'in hiç şüphesi yoktu. "Çitin iç tarafında olmak için [İsrail yetkilileri ile] mücadele ettik, bizi taşıdılar, o yüzden hala İsrail'deyiz. İsrail ile birçok bağımız var. Filistin Otoritesi ile ne işimiz var ki?" Akrabası olan 31 yaşındaki Hişham Jabrin ekliyor: "Biz İsrail'in ayrılmaz bir parçasıyız ve asla Filistin devletinin bir parçası olmayacağız. Her zaman İsrail'de yaşadık ve bunun değişme şansı kesinlikle yok."
İsrail'i Arap Rejimlerine Tercih Etme
En alt seviyeden en üste kadar tüm Filistinliler bazen İsrail'i Arap ülkelerine tercih ettiklerini kabul ediyorlar. Bir FKÖ yetkilisinin gözlemlediği gibi, "Düşmanlıklarına rağmen artık ne İsraillilerden ya da Amerikalılardan korkuyoruz ama şimdi Arap kardeşlerimizden korkuyoruz." Ya da bir Gazzelinin genel gözlemiyle, "Araplar dostumuzsunuz diyorlar ve bize İsraillilerden çok daha kötü davranıyorlar." İşte üç devlete yönelik tutumlardan örnekler:
· Suriye. Bir zamanlar FKÖ'nün en önemli isimlerinden olan Khalaf (nam-i diğer Abu İyad), 1983'de Hafız Esad rejimi tarafından Filistin halkına karşı işlenen suçların "düşman İsrail'inkileri aştığını" açıkladı. Aynı minvalde Yaser Arafat Suriye'nin kışkırtmasıyla öldürülen bir FKÖ üyesinin cenazesinde konuyu ele aldı: "İşgal edilmiş topraklardaki Siyonistler seni öldürmeye çalıştılar, başaramayınca seni sınır dışı ettiler, Ancak Şam tarafından temsil edilen Arap Siyonistler bunun yeterli olmadığını düşündüler ve sen bu yüzden şehit oldun."
· Ürdün. Üst düzey bir Suudi hükümeti bakanının kampanya görevlisi olarak çalışan Ürdünlü Victor 1994 yılında İsrail'in hayran olduğu tek Orta Doğu ülke olduğu kararını verdi. Erkek kardeşi coşkulu bir onayla başını sallarken "İsrail'in Ürdün'ü ele geçirmesini isterdim. İsrailliler burada örgütlü olan ve işlerin nasıl yapıldığını bilen tek halk. Kötü insanlar da değiller. Direkt ve açık sözlüler. Sözlerine sadıklar. Araplar hiçbir şeyi doğru yapamıyorlar. Ürdün'deki sözde demokrasiye bakın. Şaka gibi."
· Kuveyt. Filistinliler 1990 yılında Kuveyt'i işgal eden Irak güçleriyle iş birliği yaptılar, o yüzden ülke Irak'tan kurtarıldığında Kuveytliler Filistinlilere kötü davranmaya başladılar. Filistinli bir gazete Kuveyt'te "Filistinlilere düşmanları İsraillerin ettiğinden daha kötü muamele ediliyor" tespitinde bulundu. Kuveyt deneyiminden kurtulan bir başka Filistinli sözünü sakınmıyor: "Artık İsrail'in bir cennet olduğunu düşünüyorum. Artık İsraillileri seviyorum. Bize insan gibi davrandıklarını biliyorum. Batı Şeria [hala o sırada İsrail kontrolünde] çok daha iyi [Kuveyt ile kıyaslandığında]. En azından İsrailliler seni tutuklamadan önce sana celp getiriyorlar." Arafat'ın kendisi ise daha az bir coşkuyla su sonuca vardı: "Kuveyt'in Filistin halkına yaptıkları İsrail'in işgal edilen topraklardaki Filistinlilere yaptıklarından daha kötü."
Pek çok Filistinli İsrail'in siyasi yaşamının erdemlerini zaten anlamıştı. Ramallah'tan bir adamın açıkladığı gibi, "[1982] Lübnan savaşı sırasında Arap Knesset [İsrail parlamentosu] üyesi birinin kalkıp [Başbakan Menahem] Begin'e a katil dediği günü asla unutmayacağım. Begin [yanıt olarak] hiçbir şey yapmadı. Bu Arafat'a yapılsaydı, o kişinin o gün akşam eve dönebileceğini sanmıyorum." 1994'de Filistin Otoritesi ortaya çıkmadan önce, Filistinlilerin çoğu detaylar üzerinde fazla endişelenmeden otonomi hayalini kuruyorlardı. Arafat'ın Gazze'ye dönüşünden sonra, onun yönetimi ile İsrail'in yönetimi arasında doğrudan bir karşılaştırma yapabiliyorlardı. İsrail'deki yaşamı tercih etmek için pek çok nedenleri vardı:
Şiddete yönelik kısıtlamalar. PA polisi Hamas destekçisi birinin evine gece yarısı baskın yaptıktan ve 70 yaşındaki babasını ve onu hırpaladıktan sonra, baba polise şöyle bağırdı, "Yahudiler bile siz korkaklar gibi davranmadılar." Oğul ise, PA hapishanesinden çıktığında oradaki deneyiminin İsrail hapishanelerinden çok daha kötü olduğunu açıkladı. Arafat'ın bir rakibi İsrailli askerlerin "önce göz yaşartıcı bomba, ardından plastik mermi ve ancak ondan sonra gerçek mermi kullanıyorlar. Doğrudan vur emri olmadan ateş etmiyorlar, ondan sonra da sadece birkaç el ateş ediyorlar. Ama Filistin polisi hemen ve her yere ateş etmeye başlıyor" diye anlatıyor.
İfade özgürlüğü. Basım tesisi1995 yılında PA polisi tarafından yakılan haftalık Al Umma dergisinin sahibi ve editörü Adnan Kâtip Filistin Otoritesi'nin beceriksiz liderleri kendisi üzerinden güç elde ettiğinden beri yaşadığı sıkıntılardan yakınıyor: "Gazetecilerin tutuklanması ve gazetelerin kapatılması da dahil olmak üzere Filistin medyasına karşı aldıkları tedbirler İsraillilerin Filistin basınına aldığı tedbirlerden çok daha kötü." Olayların ironik gidişatıyla, Gazze'de yaşayan bir avukat olan Naim Salama Filistinlilerin İsrail'in demokrasi standartlarını adapte etmeleri gerektiğini yazdığı için PA tarafından kendilerini karaladığı gerekçesiyle tutuklandı. Salama yazısında özellikle o dönemdeki Başbakan Binyamin Netanyahu'ya yönelik sahtekarlık ve güven ihlallerine atıfta bulundu. Salama İsrail'deki sistemin görevdeki başbakan hakkında soruşturma yapılması için polise nasıl izin verildiğine dikkat çekti ve aynı şeyin PA başbuğuna ne zaman uygulanacağını sorguladı. Bu cüreti için bir süre hapiste kaldı. Obsesif bir İsrail karşıtı kritik olan Hanan Ashrawi Yahudi devletinin henüz olgunlaşmamış Filistin, politikasına bir şeyler öğretebileceğini (isteksizce) kabul etti: "sadece selektif bir şekilde uygulanmasına rağmen özgürlük, örneğin ifade özgürlüğünden bahsetmek gerekiyor." Gazze Toplumu Ruh Sağlığı Programı direktörü ve önemli bir psikiyatrist olan İyad as-Sarraj "İsrail işgali boyunca [Filistin Otoritesi'ne göre]100 katı daha özgür" olduğunu itiraf ediyor.
Demokrasi. Netanyahu'nun kaybettiği Mayıs 1999 İsrail seçimleri pek çok Filistinli gözlemciyi etkiledi. Köşe yazarları Orta Doğu Medya ve Araştırma Enstitüsü'nün (MEMRİ) bir araştırmasından alıntı yaparak İsrail'deki sorunsuz geçişe dikkat çektiler ve aynı şeyi kendileri için de istediler; içlerinden birinin dediği gibi İsraillileri kıskanıyor ve "gelecekteki kendi devletlerinde benzer bir rejim" istiyorlar. Arafat'ın çalışanlarında biri olan PA'nın İstihbarat Bakanlığı genel sekreteri Hasan al-Kashif bile, Netanyahu'nun derhal ve zarif bir şekilde ayrılmasını kendi liderleri arasında "ömür boyu iktidar olan" bazı isimlerin sürekli gücüyle karşılaştırdı. Terörist Filistin Kurtuluş Demokratik Cephesi lideri Nayif Hawatma Filistin Otoritesi'nin İsrail gibi kararlar vermesini diledi:
PNC'nin [Filistin Ulusal Konseyi] 1991'de beri olan gelişmeleri, özellikle anlaşmaların Knesset'te tanıtıldığı ve kamuoyunun oyuna sunulduğu İsrail'in olanın tam aksine PNC'nin arkasından sonuçlanan Oslo anlaşmalarının tartışılmasını istiyoruz.
Bahsettiği gerçekler tamamıyla doğru olmayabilir ama önemli bir noktaya değiniyor.
Hukukun üstünlüğü. 1987 intifadası kardeş katli cinayetlerine dönüşür ve "intrafada [iç ayaklanma]" olarak bilinirken FKÖ liderleri İsrail'in adaletini artan bir biçimde takdir etmeye başladılar. Washington'daki barış görüşmelerinde Filistin delegasyonunun başı olan Abd ash-Shafi 1992'de Beyrut'ta yayınlanan bir gazetenin belgelerine göre dikkat çekici bir gözlemde bulundu: "Hiç kimse bir ailenin gecenin ortasında kapıyı İsrail ordusunun çaldığını duyduğunda memnun olacağını hayal edebilir mi? Devam ediyor: "Gazze'de çatışma başladığında insanlar İsrail ordusu sokağa çıkma yasağı koyduğu için mutluydular." Aynı şekilde üst düzey bir Hamas yetkilisi Musa Abu Marzuk 2000 yılında Arafat'a karşı onu Yahudi devleti ile hoş olmayacak bir şekilde karşılaştırarak puan kazandı: "İsrail muhalefetinin temsilcilerinin [İsrail Başbakanı Ehud] Barak'ı eleştirdiğini ve hiç kimsenin tutuklanmadığını gördük ... ama bizim durumumuzda, Filistin Otoritesi yapılacak ilk iş olarak insanları tutukluyor."
Azınlıkların korunması. Hıristiyanlar ve seküler Müslümanlar Filistin'in politikalarının giderek İslamcı bir tutum aldığı bir dönemde İsrail'in korumasından mutlu oluyorlar. Fransız haftalık L'Expres gazetesi Hıristiyan bir Filistinlinin Filistin devleti var olduğunda "Siyonist düşmana karşı kutsal birlik ölecek. Hesaplaşma zamanı olacak. Lübnanlı kardeşlerimiz ya da Mısır'daki Kıptiler ile aynı şeyleri yaşayacağız. Üzülerek söylüyorum ki, bizi İsrail kanunları koruyor" mealinde bir alıntı yaptı. Filistinli Hıristiyan nüfus son zamanlarda bir analistin Hıristiyan hayatının "Hıristiyanlığın doğduğu yerde boş kilise binaları ve daha az hiyerarşik bir topluluğa indirgenme" noktasına kadar hızla azaldığından birçok yönden bu korkusu için oldukça geç.
Ekonomik faydalar. (Kudüs dahil) İsrail'de yaşayan Filistinliler İsrail'in ekonomik başarısını, sosyal hizmetlerini ve pek çok faydasını takdir ediyorlar. İsrail'de maaşlar Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nden beş kat daha yüksek ve İsrail'in sosyal hizmet sisteminin Filistin tarafında bir benzeri yok. İsrail dışında yaşayan Filistinliler ekonomik yönlerden dolayı içeri girmek istiyorlar; İsrail hükümeti ülkeyi Filistinli teröristlerden korumak için137 kilometre uzunluğundaki güvenlik çitinin tamamlandığını ilan ettiğinde Batı Şeria'nın sınır kasabası Qalqiliya'dan biri her şeyi açıklayan bir öfke ile tepki verdi: "Biz büyük bir hapishanede yaşıyoruz."
Eşcinsellere hoşgörü. Batı Şeria ve Gazze'de homoseksüellik üç yıldan on yıla hapis cezası getiriyor ve eşcinsel erkekler PA polisi tarafından işkence gördüklerini söylüyorlar. Bunlardan bazıları çoğunlukla 300 Filistinli erkek eşcinselin yaşadığı tahmin edilen İsrail'e gidiyorlar. Uluslararası Af Örgütü'nden Donatalla Rovera'nn yorumuna göre, "İsrail'e gidiş tek yönlü bir bilet ve bir kez oraya varınca en büyük problemleri muhtemelen geri gönderilecek olmak."
Batı'da yaşayan ve Filistin Otoritesi'nin ziyaret eden Filistinliler İsraille kıyaslandığında zorlukların net bir şekilde farkındalar. Philadelphia'da yaşayan bir tıp araştırmacısı Davud Abu Naim Shuafat'taki ailesini ziyaret ederken "İsrail ve PA işgali arasında bir fark var" diye yazıyor:
Yıllar boyunca tanıştığım İsrailliler çeşit çeşittiler. Bazıları bizim ihtiyaçlarımıza hassastı, bazıları değildi. Diğer yandan Arafat/Rajoub rejimi basitçe "yozlaşmış" olmaktan ötedir. Tamamıyla Filistin vatandaşlarının hiçbir şekilde temel haklarının olmayacağı bir diktatörlük kurmakla ilgileniyorlar.
Yılın çoğunluğunda San Francisco'da yaşayan ve Kudüs'ü düzenli olarak ziyaret eden lise öğrencisi Rewadah Edais ekliyor, "İsrailliler toprağımızı aldılar ama hükümet etmek söz konusu olduğunda ne yaptıklarını biliyorlar."
Sonuç
Bu tarihsel olaylardan bazı temalar ortaya çıkıyor. Birincisi, İsrail'in "kötücül" ve "acımasız" işgali ile ilgili tüm bu aşırı ısıtılmış retoriğe rağmen Filistinliler liberal demokrasinin faydalarının farkındalar. Seçimleri, hukukun üstünlüğünü, ifade ve din özgürlüğünü, azınlık haklarını, düzenli siyasi yapıyı ve iyi bir yönetimin diğer faydalarını takdir ediyorlar. Kısaca, haber bültenlerine hükmeden nefret dolu kalabalıklarda algılamak zor olabilir ama Filistinliler arasında normalleşme için bir seçmen kitlesi var,
İkincisi, İsrail'in ekonomik faydalarını tadını alanların çoğu onlardan vazgeçmek istemiyorlar ancak Filistinliler ekonomi ile ilgili vurdumduymaz görünüyorlarsa da iyi bir şey sahip olduklarında süper olduğunu biliyorlar.
Üçüncüsü, yukarda belirtilen tahminlerde alıntılanan İsrail kontrolü altında yaşamayı tercih eden Filistinlilerin yüzdesi—yüzde 70 ile 90 arasında ezici bir çoğunluk—bunun Filistinliler arasında ender görülen bir durum olduğunu gösteriyor. Bu çok sayıda Filistinlinin İsrail'e taşınacağını öngörerek "geri dönme hakkı" ile ilgili İsrail tavizleri üzerinde sonuçları olacağını gösteriyor.
Dördüncüsü, sınırların yeniden çizilmesi ile ilgili daha yaratıcı nihai çözümlerin uygulanmasının zor olacağını gösteriyor. Filistinliler İsrail yönetimi altında yaşamaktansa Filistin Otoritesi'nin altından yaşamaya artık istekli değiller.
Filistinliler söz ve eylemleriyle İsrail'in Orta Doğu'daki en uygar devlet olduğunu kabul ediyorlar. Bugünün siyasi aşırıcılık ve terörizm kasvetinin ortasında bu gerçek bir umut vaat ediyor.