Araplar ve İsrail arasındaki müzakereler uzayıp giderken Arap liderler özelde bir şey halkın önünde başka bir şey söylediklerinden akıllarında ne olduğunu anlamak giderek zorlaşıyor. Gerçekten ne kast ediyorlar, kavgacı konuşmalarında ya da açıklanmamak kaydıyla yaptıkları uzlaşmacı açıklamalarda ne söylüyorlar? Geriye baktığımızda bu ikili yapının uzun bir tarihi olduğu görülüyor ve hangisinin daha fazla ağırlık taşıdığını anlamak oldukça kolaylaşıyor.
Daha 1993'de artık bezmiş bir İngiliz elçisi bu konuyla ilgili olarak oldukça sert bir dil kullanarak Kral Faysal'ı azarladı. Cevabını beklemediği bir soru sordu,
Irak'taki kamu görevlilerinin, devlette en yüksek pozisyona sahip adamların önemli vesilelerde yanlış ve anlamsız olduğunu bildikleri fikirleri ifade ettiklerini hükümetime rapor edecek miyim? Irak Parlamentosu'nun devlet adamı maskesiyle dolaşan ne söylediklerini ne de inandıklarını gerçekten kasteden bir avuç adamın boşu boşuna para ve zaman harcadığı fos bir yer olduğunu mu söyleyeceğim?
Son zamanlarda Arap-İsrail çatışması halka açık ve birebir dile getirmelerde büyük bir tutarsızlığa neden oluyor. Amerikan yetkililerin sık sık belirttiği gibi hararetli anti-Siyonizm halka açık beyanları özel beyanlarda çok daha fazla karakterize ediyor. 1950'lerde ABD'nin Irak büyükelçisi Irak'ta uzun zamandır başbakanlık yapan Nuri Said'in tutarsızlıkları hakkında yazdı: "Nuri'nin İsrail'e ilişkin halka açık beyanları özelde söylemek zorunda olduklarından keskin bir şekilde farklıydı. Pan-Arap milliyetçiler gibi halka açık beyanları acı ve uzlaşmazdı. Özelde İsrail'i sakin, makul ve ölçülü bir şekilde tartıştı."
Aynı biçimde 1970'lerde ABD'nin Suudi Arabistan elçisi Kral Faysal'ın Siyonist komplo meselesini devam ettireceğini söyledi. Bundan saatler sonra kral en sonunda not alan kişiyi işten çıkardı ve elinin altındaki esas konu ile ilgili sadede geldi. 1973'de Henry Kissinger benzer şeyleri ifade etti: "Bugüne kadar konuştuğum her lider onlar için [İsrail üzerinde] baskıları fiilen hafifletmenin Arap kamu politikasından daha kolay olduğunu açıkça belirttiler."
Peki ya Arapların bağımsız bir Filistin devleti ile ilgili ısrarları ne olacak? Jimmy Carter 1979'da (Arap politikacıların bu hedef için özellikle çok zorladığı bir anda) "Bağımsız bir Filistin devleti arzusunu özelde dile getiren hiçbir Arap lideri ile karşılaşmadım" açıklamasını yaptığı zaman şaşkınlığa neden oldu. Üç sene sonra Carter bunun hatıralarında şöyle açıkladı:
Arapların neredeyse tamamı Orta Doğu'nun kalbinde bağımsız bir [Filistin] ulusun ciddi bir ihtilaf noktası ve nüfuzu radikalleştirmek için bir odak noktası olabileceğini görebiliyorlardı. ... Ancak, FKÖ'nün uluslararası konseylerdeki güçlü politik etkisi ve onun bazı güçlerinden gelen terör saldırısı tehditlerinden dolayı az sayıda Arap kamuoyu açıklamalarında orijinal konumlarından ayrılmaya cüret ettiler.
İsrailliler de aynı çelişkiye dikkat çekmişlerdi. Moshe Dayan'a göre Enver Sedat özel görüşmelerde Filistin devletine karşı olduğunu "sık sık dile getirdi." Filistinliler bile bu çelişkiye dikkat çekiyorlar. Filistinli lider George Habash 1991 yılında Cezayir ve Yemen hükümetlerinin gerçekten bir Filistin devleti istemesine karşın "Ürdün istemiyor. Suriye karar vermedi" gözleminde bulundu. "Belki de efektif Arap devletlerinin istemediğini söyleyebilirsiniz" sonucuna vardı.
Amerikalı yetkililer Araplar ile yapılan özel görüşmelerin kamuoyundaki İsrail'e yönelik saldırıları yumuşatacağını öngörüyorlar. Richard Nixon'un Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esad'a yönelik düşüncesi: "Esad'ın kamuoyu önünde en sert katı tutumu sergilemeye devam edeceğine ikna oldum ama özelde bana bir görüşmemizde aktardığı Arap atasözünün izinden gidecektir: "Kör bir adamın tek bir gözle görebilmesi hiç görememekten daha iyidir."
Hiçbir Arap siyasetçi bu oyunu Mısır'ın Cemal Abdul Nasır'ından daha sık ve daha kurnaz bir şekilde oynamadı; gerçekten de kendi işine gelen tutumları benimseyerek bu tutarsızlık örneğinin misal teşkil etmesine neden oldu. Özelde bir grup Batılı arabulucuya İsrail ile müzakereye istekli olduğunu söyledi ama kamuoyu önünde Yahudi devletine karşı mücadeleye önderlik etti. Başkanlığının erken dönemlerini İsrail'i Arap politikalarının merkezi haline getirmeye adadı ancak Amerikalı bir istihbarat görevlisi Miles Copeland daha sonra Nasır'ı o sırada Filistin meselesini "önemsiz" olduğunu düşünen biri olarak tanımladı.
Tersine, başkanlığının sonunda Abdul Nasır kamuoyunda İsrail'e yönelik pozisyonunu yumuşattı ama özeldeki pozisyonunu sertleştirdi. "Bölgedeki her devletin güvenlik içinde yaşayabilmesi için adil ve kalıcı bir barış" amaçlı 242 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararını kabul ettikten üç gün sonra ordudaki generallere "kamuoyunda barışçıl bir çözüm ile ilgili söyleyebileceğim hiçbir şeye aldırmayın" emrini verdi.
Kendi tutarsızlıklarını Abdul Nasır bile kabul etti. Başkan Kennedy'e, "bazı Arap politikacılar Filistin ile ilgili olarak kamuoyunda sert beyanlar veriyorlar ve ardından sertliklerini kısmen hafifletmek için Amerikan Hükümeti ile iletişime geçiyor ve beyanlarının yerel Arap tüketimi için olduğunu söylüyor" itirafında bulundu.
Bu tutarsızlık modeli önemli bir soruyu gündeme getiriyor: "Bir yabancı neye inanmalı, neyi fısıldamalı ya da haykırmalı? Bu soruyu biraz daha geliştirirsek: özel ya da halka açık, bu iki tartışma düzeyinden hangisi politikaya daha iyi bir kılavuz sağlar? Hangisi eylemleri daha güvenilir bir şekilde öngörür?
Tarihsel bir inceleme cevap ile ilgili hiçbir soru bırakmıyor: Halka açık açıklamalar özel iletişimlerden çok daha önemlidir. Siyasetçiler hem özelde hem de kamuoyunda var olduklarından ikisi de mutlak bir kılavuz sağlamaz ama eylemleri birincisi ikincisinden daha iyi öngörür. Onun kulağından sizin kulağınıza fısıldamak bir politikacının kişisel görüşlerini iyi yansıtabilir ama hitabet daha işlevseldir. Diğer bir deyişle Nuri'nin düşünceleri ne olursa olsun Irak'ın İsrail'e yönelik tutumu sürekli olarak düşmanca kaldı. Abdul Nasır İsrail ile üç kere savaştı. Arap liderler kalplerinde ne hissettiklerinden bağımsız olarak Filistin devleti için mücadele veriyorlar. Batılı yetkililer ile özelde ifade edilen görüşler işlevsel olsaydı Arap-İsrail çatışması uzun zaman önce çözümlenirdi.
İşin iç yüzünü bilenler liderler ile yapılan birebir yapılan özel ve gizli görüşmelere büyük önem atfediyorlar. İspanyol yazar Miguel De Unamuno'nun dediği gibi, "Bazı insanlar kendilerine fısıldanan her şeye inanırlar." Ancak Orta Doğu politikalarını anlamak gazeteleri okumak radyo programlarını dinlemek politikacılarla özelden konuşmaktan daha iyidir. Ayrıcalıklı bilgiler yanıltıcı olma eğilimindedirler; kitlelerin ne duyduğu önemlidir. Bu temel kural uzaktan gözlemleyenlerin konunun aslını olay yerindeki diplomatlar ve gazetecilerden neden daha iyi anladığını açıklamaya yardımcı olur.