Arap devletlerinin merkezi sahneyi Filistinlilere bırakarak İsrail ile çatışmadan geri adım atmasının dört temel nedeni var: ideolojik, ekonomik, siyasi ve yapısal.
İdeolojik sorunlar kısmen, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ve 1970'lerin sonlarında ortaya atılan güçlü fikir ve planların hazırlanmasından kaynaklanıyor. Bunlar öfkeli anti-emperyalizm, anti-Siyonizm, Arap sosyalizmi ve Üçüncü Yolun yıllarıydı. Ne kadar kaba ve kötü tasarlanmış olsa da ilk hükümetlerin canlılığı ve hırsından şüphe edilemez. Müslümanlar arasında sadece uzun bir egemen siyaset geleneğine sahip Türkler yeni bir insan yaratmanın coşkusuna teslim olmadılar. 1967'nin Altı-Gün Savaşı'nı yaşayanlar Arap liderlerin kulak tırmalayıcı oyunculuklarını unutamazlar ve o dönemin retorik eşiğini inceleyen herkes kamunun altına serilen iyimserlik karşısında şaşkına dönecektir.
Takip eden yıllarda bu durum bir sınırlanma hissine yol açtı. Vahşi retorik yerini ılımlılık ve acı gerçekçiliğe bırakarak ortadan kayboldu. Bu kısmen İsrail'e karşı tekrarlanan askeri başarısızlıklarla ilgiliydi. Daha derin bir deyişle, modern tarihin gidişatına dair büyük bir hayal kırıklığını yansıtıyordu. Araplar etraflarına baktıklarında sosyal eşitsizliği, entelektüel geri kalmışlığı ve ekonomik başarısızlığı gördüler. Daha önceki dönemi destekleyen iyimserlik yerini acı bir düş kırıklığına bırakarak ortadan kayboldu. Umudun yerini kısıtlamalar, taşkın hırlamaların yerini dokunaklı içebakış aldı. Hükümetler uluslararası politikalara daha az ve iç meselelere daha çok önem verdiler; İsrail bir öncelik olarak geri plana geçti.
Ekonomik zorluklar, 1970'lerdeki petrol krizinin de eşlik etmesi ile bu değişikliği doğruladı. 1970-80 yılları boyunca süren kriz Orta Doğu'ya gümbür-gümbür ve coşkulu bir dönem getirdi. Parlak bir gelecek eliyle çağırırken geçmişin hataları silinip süpürülmüş görünüyordu. Petrol krizi bölgenin büyük bir kısmının büyüme oranlarını senede yüzde 20, 40 ve hatta 50 oranına çıkardı. Elbette önderlik petrol üreticilerindeydi ama Mısır ve Ürdün gibi ülkeler gibi üreticilere servis veren ülkeler de durumdan faydalandı. Para sadece siyasi ve askeri güç değil daha derin bir şey getirdi; modernleşme travmasının yönetildiği duygusu. Birkaç muhteşem yıl boyunca petrol bölgenin problemlerini—hatta Siyonizm'i bile çözecekmiş gibi göründü. Gerçekten de bu bolluktan tamamıyla dışlanan tek ülke İsrail'di.
Ancak sarhoşluk akşamdan kalmışlığı getiriyor ve 1970'lerdeki çılgınlık 1980'lerdeki cezalandırmaya yol açtı. Zenginleşmenin neredeyse tüm bölgeyi kutsaması gibi, iflas da neredeyse İsrail dışında her ülkeyi etkiledi. İç savaşın ilk on yılında şaşırtıcı derecede yüksek bir ekonomik standarda ulaşmayı başaran Lübnanlılar yoksulluk ve hatta açlığı deneyimledi. İflas mevcut kurumların gücünü ortaya çıkarırken daha önceki kazanımları ortadan kaldırdı. Düşüşün sonuçları, Londra müzayede evlerindeki İslam sanatınım fiyatından İsrail ile diplomatik ilişki içinde olan Afrikalı devletlerin çıkarlarına kadar neredeyse grafik benzeri bir hassasiyetle izlenebilir. Enver Sedat'ın 1977'de Kudüs'e yaptığı ziyaretle sembolize edildiği gibi, Arap devletleri İsrail ile olan çatışmaya belirgin bir şekilde daha az odaklandılar.
Siyasi sorunlar İran'a yönelik tutum değiştirmeyle ilgilidir. Çoğu devlet için anti-Siyonizm—doğru zaman geldiğinde teşvik edilecek ve uygun olmadığında bir kenara bırakılacak—bir lükstü. Irak'ın 1979 Eylül'ünde İran'a saldırısı Filistinliler ve İsrail'in sorunlarının çok ötesine geçen aciliyette problemlere yol açtı Irak-İran savaşı baskı yaptıkça anti-Siyonizm'e daha az dikkat harcandı. Savaş nihayetinde sona erdiğinde dikkat tekrardan İsrail'e çevrildi ama artık daha önceki kararlılık veya cesaret yoktu.
Yüksek devletlerin müdahalesi azalırken, arkada çok daha küçük bir şey bıraktı; İsrail ile olan çatışmasının sonucundan kişisel menfaati olan Araplar: Filistinliler. Bu nöbet değişiminin kökenleri İsrail tarafından ezilen üç devletin Filistinlileri kendi yerlerine savaşmaya teşvik ettiği 1967 yılına kadar uzanıyor. Ancak devletin ilgisi bir on beş yıl daha güçlü bir şekilde devam etti, Filistinlilerin statüsünün kabulü gerçek olmaktan çok sembolikti.
Yapısal farklılıklar—devlet ve devlet dışı aktörler arasında—son bir unsur ekledi. Devlet çatışmaları toplumsal çatışmalardan daha kolay kontrol edilebilirdi. Hiyerarşik bir yapıya sahip olan hükümetler—bu özellikle Orta Doğu'nun birçok otoriter rejimi için geçerlidir—değişiklikler sıklıkla tek bir kişiyi (Hafız Esad gibi) ikna etmeye bağlıdır. Sadece bir kişiyi (Beşir Gemayel gibi) ortadan kaldırmak koşulları kökten değiştirebilir. Buna karşılık Filistinliler gibi topluluklar fikirlerin yavaş değiştiği ve hiçbir bireyin fazla güce sahip olmadığı çok başlı ve anlaşılması güç örgütlerden oluşuyor.
Dahası devlet uzlaşmaya bireylerden daha fazla hazırdır. Yöneticilerin çoklu çıkarları uzun süre istikrarlı bir politika sürdürmelerini zorlaştırırken bireyler bunu süresiz olarak yapabilirler. Mısırlı yetkililer Kudüs'ü Filistin'in başkenti yapmak konusunu Kahire'de işleyen kamu hizmetleri kurmaktan daha az önemsiyorlar. Aynı şekilde Ürdünlüler genellikle İsrail'in Nablus üzerindeki kontrolü konusunda o şehrin sakinlerinden daha az hararetliler.
Sayın Pipes is Dış Politika Araştırma Enstitüsü direktörüdür.