"Zafer" kavramı modern Batılıların zihinlerinden ve kelime haznelerinden neredeyse tamamen çıktı ve yerini taviz, arabuluculuk gibi terimler ve "Askeri bir çözüm yok" ve "Savaş hiçbir şey çözmedi" gibi sloganlara bıraktı. Ben ise aksine, karşısında duran kafa açıcı "Savaş kölelik, Faşizm, Nazizm, Komünizm ve Baasçılığı sona erdirme dışında hiçbir şey çözmedi" t-shirt sloganına katılıyorum.
Bana göre, savaşlar sadece mağlubiyet ve zafer ile sona ererler; bir savaşı kazanmazsan kaybedersin. Bugünün dünyasında radikal İslam'a karşı ABD'nin zafer ve Filistin'e karşı İsrail'in zafer kazanması için çağrı yapmaktayım. Zafer kavramı üzerindeki bu vurgulama uzun bir dizi askeri analizle de uyumludur. Örneğin:
- Thucydides, M.Ö. 400 civarı: "Gelecekte güvenle yaşayabilmemiz için ... saldıralım ve zapt edelim."
- Sun Tzu, M.Ö. 350 civarı: "En büyük amacınız zafer olsun."
- Aristotle, M.Ö. 340 civarı: "Zafer önderliğin bir sonucudur."
- Quintus Ennius, M.Ö. 200 civarı: "Bozguna uğrayan kendini bozguna uğramış kabul etmezse galip zafer kazanamaz." ("Qui vincit non est victor nisi victus fatetur.")
- Raimondo Montecuccoli, 1670: "Savaşın amacı zaferdir."
- Karl von Clausewitz, 1832: "Savaş ... rakibimizi istediğimizi yerine getirmeye zorlama amaçlı bir şiddet eylemidir." "Savaşın amacı düşmanın mağlubiyeti olmalıdır."
- Harold L. George, ABD Ordusu korgenerali, 1934: "şimdi ve daima savaşın amacı düşmanın direnme iradesinin aşılmasıdır. Savaşın amacı düşmanın silahlı kuvvetlerini yenmek değildir; savaşın amacı düşmanın topraklarının işgali değildir. Bunların her biri sadece birer savaşı sonuçlandırma yöntemidir, son direnme iradesinin üstesinden gelmektir. Bu irade kırıldığında, bu irade parçalandığında ardından şartlı teslim gerçekleşir."
- Winston Churchill, 1940: "Amacımızın ne olduğunu soruyorsunuz. Bir kelime ile cevaplayabilirim: Zafer, neye mal olursa olsun zafer, tüm korkulara rağmen zafer, yol ne kadar uzun ve çetin olursa olsun zafer, zaferin olmadığı yerde sağ kalma yoktur."
- · Dwight D. Eisenhower, 1944: "Savaşta zaferin yerini hiçbir şey tutamaz." (1951'de Douglas MacArthur tarafından da söylendi ve meşhur bir söz haline geldi.)
- Douglas MacArthur, 1952: "Herhangi bir savaşa kazanmaya istekli olmadan girmek ölümcül olur."
- Saul Alinsky, 1972: "İnsanlar fırsat, özgürlük, eşitlik ya da saygınlığı bir hayır işi olarak elde etmezler; bunlar için mücadele etmek zorundalar, bunları kurulu düzenden söke söke alırlar. Muhalif güçlerle uzlaşma klişesi deli saçmasıdır. Uzlaşma sadece tek bir anlama gelir: Taraflardan biri yeterince güç elde ettiğinde karşı taraf buna razı olur. ... Eğer güç yapısına gerekli baskıyı kullanmak için fazla narinseniz o zaman bu oyun alanının dışına kaçmaktan farklı değildir."
- Ronald Reagan, 1979, Soğuk Savaş stratejisi üzerine: "Biz kazanıyoruz, onlar kaybediyor."
- Uzi Landau, İsrail ulusal altyapı bakanı, 2004: "Savaştayken o savaşı kazanmak istiyorsun."
- James Mathis, ABD deniz kuvvetleri generali, takriben 2005: "Hiçbir savaş düşman bitti diyene kadar bitmez, bugün bittiğini ilan edebiliriz, ama aslında oyu düşman alır.
Ancak bunlar o zamandı. İşte zafer ya da yokluğu konusunda bazı çağdaş alıntılar:
Bir gazeteci Amerika Birleşik Devletleri başkanı Barack Obama'nın Afganistan'daki ABD zaferini tanımlamasını istedi:
"Zafer" kelimesini kullanmaktan her zaman endişe duyuyorum çünkü biliyorsunuz ki, bu kavram İmparator Hirohito'nun gözden düşmesini ve ve [Douglas] MacArthur'a teslim olmayı kabul etmesini akla getiriyor. ... El Kaide gibi ne olduğu belli olmayan devlet dışı bir aktörle karşı karşıya olunduğunda amacımız Amerika Birleşik Devletleri'ne saldıramayacağından emin olmaktır. ... Bunun anlamı kalıcı üsler kuramayacak ve saldırı yapmak için insanları eğitemeyecekler demektir. Afgan halkına yardım ediyor ve güvenlik durumlarını iyileştiriyorsak, hükümetlerini istikrarlı bir hale getiriyor, şu anda yıldızı parlayan eroin ticareti karşısında alternatifleri olsun diye ekonomik gelişim yardımı sağlıyorsak bu konuda kendimizden eminiz.
Yorumlar: (1) Zafer fikrine ek olarak, Obama'nın hatalı tarih bilgisi burada tekrar ortaya çıkıyor (bir diğer örnek olarak da ABD-Müslüman ilişkileri için 1979 and 1989 yıllarını örnek yıllar olarak verdiğini hatırlıyorum); İmparator Hirohito Japonya'nın Müttefiklere teslim olması anlaşmasını imzalamadı. Aksine bu imzayı Japon Dışişleri Bakanı Shigemitsu Mamoru ve General Yoshijiro Umezu U.S.S. Missouri gemisinde attılar; Ayrıca bir diğer nokta John McCain'in büyükbabası Koramiral John S. McCain de bu törende bulunuyordu. (2) Medyanın Obama'nın Quayle benzeri fiili hatalarının görmede başarısız olmasına neden şaşırmadım. (23 Temmuz 2009)
Newsweek dergisinden Katie Paul "Why Wars No Longer End with Winners and Losers"/Neden Artık Savaşlar Kazananlar ve Kaybedenler Olarak Sonuçlanmıyor" konusunu değerlendiriyor. Bazı pasajlar:
1945'den önce savaşların nasıl savaşıldığı ve bittiği hakkında formüle benzeyen bir şey vardı. Gruplar genellikle bir toprak parçası üzerinde anlaşamadığı ve farklılıklarını dostça çözmeyi başaramadıklarında bir teslim olana ve diğeri ödülü teslim alana kadar kozlarını paylaşırlardı. Sona geldiklerinde savaşın kazananları ve kaybedenleri netti.
O zamandan beri işler değişti.
savaşlar şimdi nasıl kazanılıyor? Giderek kazanılmıyorlar. Aksine, savaşların sonuçlarını araştıran Columbia Üniversitesi'nden siyaset bilimci Page Fortna, İkinci Dünya Savaşı'ndan beri tüm savaşların neredeyse yarısının kazanan/kaybeden olmadan sona erdiğini söylüyor. Devletler arasındaki bu eğilim Soğuk Savaş ile, iç savaşlar için ise Soğuk Savaş sona erdiğinde başladı. (Buna karşın, savaşın sonuçlarını kodlayan akademik proje Correlates of War'a göre, 1816 ve 1946 arasında yapılan tüm savaşların sadece yarısı bir galip olmadan sona erdi.)
Neden?
Fortna, "Savaş yoluyla neyin kazanılabileceğine dair normlar değiştiğinden bir zamanlar askeri olarak çözümlenen sorunlar şimdi çözülmeden duruyor" diyor. "Hala bir tarafın askeri olarak açıkça güçlü olduğu ama sıklıkla bu gücün siyasi bir zafere dönüşmediği durumlar var." ...
bugünlerde koşulsuz teslimiyet çok nadir görülüyor—o zaman bir savaşı kazanmak ne demektir? Ve onun yerini ne alır?
Arap-İsrail çatışmasına bakarsak:
İsrail savaş alanında en azından sekiz kez silah üstünlüğü gösterdi. ... Ancak askeri sonuçlar ile siyasi sonuçlar arasındaki ayrım nedeniyle İsrail'in coğrafyası kabaca 1948'den sonraki ile hala aynı görünüyor.
Çünkü çatışma bugün savaş alanında olduğu kadar halkla ilişkiler alanında da yaşanıyor. Örneğin her iki taraf da 2009'daki İsrail-Hamas savaşından sonra galibiyet ilan etti. İsrail daha fazla hedefi yok etmiş ve daha az can kaybı yaşamış olsa da Hamas mağlubiyeti kabul etmezse gerçekte Hamas'ın kaybettiğini kim söyleyebilir? ...
Bugün ordular mutlak savaşla ilgili acımasız taktiklerin peşinden gitmekten kaçınmaktadırlar, CNN ve cep telefonu kameralarını unutmayın.
Başarılı müzakerelerin olumsuz etkileri var:
Soğuk Savaş'ın sona ermesinden beri müzakere edilmiş uzlaşmalar iç savaşları sona erdirmenin yolunu açtı: yüzde 80'ı askeri zaferlerle sonuçlanırken şimdi ayrım 40-40 (gerisini çöküntüler tamamlıyor). Ancak El Salvador'un başarı hikayesi kural değil bir istisna olabilir. Bir dizi barış anlaşmasının 1983 ve 2005'de yenilenen bir savaşa yenik düştüğü Sudan'da olduğu gibi müzakere edilerek elde edilmiş uzlaşmalar çökme eğilimindeler. ...
Savaş alanı zaferlerini uygulamak zor:
Bir darbe ile biten zaferler fark edilecek kadar netler. Ancak kesin galibiyet gibi görünen şey sıklıkla yalnızca mağlubiyeti kabul etmeye yanaşmayan ama düpedüz mücadeleyi ateşlemeyecek kadar akıllı memnuniyetsiz bir nüfus (azınlık bile olsa) bırakır.
Çeçenlerin durumunda Rusya Çeçen isyancıların ayrılma girişimlerine bir yanıt olarak 1994 ve 1999'da savaş ilan etti. Kimin daha güçlü silahlara sahip olduğunu görmek zor değil; isyancılar sadece terör saldırıları düzenler ve hedef gözeterek öldürürken Rus kuvvetleri başkent Grozni'yi tamamen yok ettiler ve hükümetin doğrudan kontrolünü ele geçirdiler. ...
Teslim olmak ya da savaşmaya devam etmek yerine isyancılar daha kurnaz yöntemlere başvurdular. 2002'de Moskova'da bir tiyatroya zorla girdiler ve 129 vatandaşın ölmesine yol açan bir rehine krizi başlattılar. Diğerleri 2004'de Kuzey Osetya Beslan'da bir ilkokulu hedef alarak yarısından fazlasının çocuk olduğu 344 kişiyi öldürdüler. Ve böylece ortada yenişememe gibi bir durum vardı. Bir tarafta perişan ve dağınık haldeki isyancılar. Ve diğer tarafta Moskova'nın önde gelenleri tarafından yapılan rutin baskılar. Yine de geçen Nisan'da Rusya Çeçenistan'ın ayrılıkçı mücadelesinin etkili bir şekilde bittiğini ilan ederek mücadele operasyonlarına son verdiğini açıkladı. ...
"İkinci Dünya Savaşı'ndan beri galibiyetler daha az yaygın ve daha az netler ama hala gerçekleşiyorlar." Paul Vietnam, Kuveyt ve Sri Lanka'dan bahsediyor. Askeri galibiyetlerin müzakere edilen uzlaşmalardan daha dayanıklı bir barış ürettiğini savunan Harvardlı siyaset bilimci Monica Duffy, Toft'u alıntılıyor. (11 Ocak 2010)
İran: Harol Rhodes'un "The Sources of Iranian Negotiating Behavior/İran'ın Müzakere Davranışının Kaynakları" analizinde belirttiği gibi, Batı dışındaki dünyada hala eski fikirler geçerli:
Siyasi alanda İranlılar sadece düşmanlarını yendikten sonra pazarlık yapıyorlar. Bu pazarlıklar sırasında galip mağlup olana bundan sonra her şeyin nasıl yürüyeceğini cömertçe kabul ettiriyor. İranlıların gözünde muzaffer olmadan önce konuşma arzusu göstermek bir zayıflık ya kazanma isteksizliğinin bir göstergesi. (13 Eylül 2010)
John David Lewis, Bowling Green State Üniversitesi: Nothing Less than Victory: Decisive Wars and the Lessons of History (Princeton University Press)/Zaferden Aşağısı Yok: Kesin Sonuca Götüren Savaşlar ve Tarih Dersleri isimli kitabında geçmişteki altı savaşı inceleyerek, kalıcı barışın ancak galibiyet yoluyla oluşturulabileceğini söylüyor. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ABD doktrinindeki "şaşırtıcı" değişikliklere dikkat çekiyor:
Bu gelişmelerin arkasından Amerikan askeri doktrinindeki değişim şaşırtıcı bir hızla gerçekleşti; 1939'da Amerikan askeri planlamacıları hedeflerini şu anlayışı temel alarak belirlediler: "Savaşta belirleyici bir yenilgi düşmanın savaş iradesini kırar ve ulusal amaç olan barış talebine zorlar." Ancak, İkinci Dünya Savaşı'ndan beri ABD doktrini galibiyeti savaşın bir hedefi olarak aşamalı olarak kıymetten düşürmüştür. "Galibiyet her zaman ulusal hedeflerin gerçekleşmesini garanti etmediğinden tek başına bir savaşın hedefi makul gösterilemez" Kore Savaşı dönemi el kitabında yer alan bir iddiadır. Bu iddianın uygulamadaki sonuçları acımasızdı: yüzbinlerce ölüme rağmen Amerika Birleşik Devletleri 1945'den beri belirsizliğe yer vermeyen bir askeri galibiyet kazanmadı.
Bu değişim dikkatli bir okumayı hak ediyor. Başka bir pasajda Lewis Clausewitz'in düşmanın ağırlık merkezine saldırma gereği nosyonuna yararlı bir gerekçe sunuyor:
Bir ulusun gücünün "merkezinin", bir denge noktası olarak "ağırlık merkezi" olmadığını aksine daha çok kırıldığı takdirde savaşa devam etmeyi imkânsız hale getiren ideolojik ve ahlaki gücün temel kaynağı olduğunu düşünüyorum. Bir komutanın en acil görevi düşmanın tüm savaş çabası için bu merkez noktayı tanımlamak ve askerlerini düşmanının savaşa devam etme iradesini kırmak amacıyla rakibinin—ekonomik, sosyal, ya da askeri olsun—bu merkezine yönlendirmektir. "Savaşma iradesini" kırmak siyasi savaşı sürdürme kararını teslim olmaya teşvik ederek sonlandırmak değil aynı zamanda halkın savaşa devam etme (ya da yeniden başlama) iradesini değiştirmektir.
Lewis kitabında analiz ettiği altı örneğin her birinin "taraflardan biri mağlubiyeti tattığı ve devam etme iradesi sertleşip çöktüğü zaman savaşın yönünü değiştirdiğini" savunuyor. (7 Temmuz 2011)
J.M. Coetzee, 2013: "Mağlubiyet diye bir şey var ve Filistinliler mağlup oldular. Acı olsa da böyle bir kaderi tatmak, gerçek adını koymak ve yutmak zorundalar. Mağlubiyeti kabul etmeli hem de yapıcı şekilde kabul etmeliler. Yapıcı olmayan alternatif yol hataların bir mucize ile doğrulanacağı bir geleceğin rövanşist hayallerini beslemektir. Yenilgiyi kabul etmenin yapıcı bir yolu olarak 1945 sonrası Almanya'ya bakabilirler."
Uzi Landau, İsrailli siyasetçi: İsrailli askeri yetkilileri konuştuğunda, 'sessizlik eşittir sessizlik' gibi şeyler duymak istemiyorsun. Onların galibiyet açısından konuşmasını istiyorsun." (7 Temmuz 2014)
Roger Berkowitz, Bard Koleji, "When The Hell That Is War Loses Its Power/Savaş Gücünü Hangi Ara Kaybeder" isimli analizinde Arap-İsrail çatışmasının hiç kimse kaybetmediği için devam ettiğine dikkati çekiyor.
Orta Doğu'nun trajedisi geleneksel olarak bir savaşla çözülmüş olacaktı. Bir taraf kazanacak, diğer taraf kaybedecekti. Hangi tarafın galip geleceği tahmin edilemez. İsrail'in silah üstünlüğü Filistinlilerin gayri nizami harp üstünlüğü ile karşılaşacaktı. Ancak savaş cehennem vaftizinin ardından sorunu bir kere de ve sonsuza kadar çözecek ve yeni hayatlar yeşerecekti.
Ancak bugün savaş giderek imkânsız, en azından kaybedenleri ve kazananları net olan savaşlar. Savaş yerini siyasi eylemler, devriyeler, terör ve sonu gelmeyen suikastlara bırakıyor. İsrail ve Filistin'in bir tarafın mağlup olmasıyla sona erecek bir savaş vermesi neredeyse imkânsız—taraflardan birinin mağlup olmasını gerektirecek akla hayale gelmeyen korkunçlukları düşünün. Soğuk savaş sırasında Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği'nin İkinci Dünya Savaşı'nda beraber savaşılacağı düşünülemediği için galibiyet imkânsız. Böyle bir savaştan geriye kalan yaşam için çok az umut vardır.
Ve böylece sonu olmayan sonsuz bir savaş koşuluna ve siyaseti ve barışçıl kurumları yozlaştıran mini savaşlara kaldık. Savaşın çatışmaları çözme gücünü kaybettiği bir dünyada toplumları harekete geçiren süregiden savaşlara sahibiz. Terörle mücadele her zaman hareket halinde olan toplumlarımızın kalıcı bir parçası. Günlük yaşamın göreceli kalıcı bir parçası olarak savaş cehennemiyle baş başa bırakıldı. Hiçbir yerde bu ihtimal Orta Doğu'dan daha görünür değil.
Yorumlar: (1) Bunun ana fikrine katılıyorum. (2) Ancak Berkowitz'in savaş sonrası yol açacağı "hayal edilemez dehşet" yüzünden kimin kazanabileceğinin öngörülemez olduğunu söylemesini ve galibiyeti "neredeyse hayal edilemez" ve "olanaksız" addetmesini anlamak istiyorum. Hayır, bunu başarmak İsrail için zor olmaz. (19 Temmuz 2014)
Brian Mast, Kongre (ve o sırada üye olan) adayı (İŞİD'e atfen): "Barışı garantilemenin tek yolu düşmanı teslim olmaya zorlamaktır." (2 Mart 2016)
Binyamin Netanyahu, İsrail başbakanı: 21 Aralık'ta geç saatlerdeki uzun bir parlamento tartışması sırasında Netanyahu'nun John David Lewis'in daha önce savaşta galibiyete ihtiyacı açıklayan nadir bir analiz olarak bahsedilen Nothing Less than Victory: Decisive Wars and the Lessons of History/Zaferden Farksız: Kararlı Savaşlar ve Tarih Dersleri (Princeton Üniversitesi Yayınları) okuyarak vakit geçirdiğini görmek ne kadar cesaretlendirici. Ve bu tartışmayı Filistinlilere uygulayan henüz yayınlamış Commentary makalemin ışığında iki kat daha fazla cesaret verici. (23 Aralık 2016)
Angelo M. Codevilla, muhtemelen Amerika'nın yaşayan en büyük stratejisti, ABD'nin savaş sözlüğünden galibiyetin kaybolduğu ana hassasiyetle dikkat çekiyor. Tezini Claremont Review of Books'daki yazısının açılış paragrafında özetliyor:
Yönetici sınıfımızın savaş ve barış hakkındaki ilerlemeci fikirlerden sapması 20.nci yüzyıla girerken başladı. 1950-51'ın kışında üstünlüğü alan bu sınıf, Kore'de savaşırken hali hazırda 15,000 kadar mensuplarını öldürülen silahlı kuvvetler düşmanı yenmelerini değil, aksine daha ziyade "daha geniş bir savaştan kaçınmak" ve kendisini ve müttefik hükümetleri memnun edecek uluslararası bir ortamı geliştirmek için öldürmelerini ve ölmelerini emretti.
O zamandan beri ABD hükümeti hiçbir savaş kazanmadı. Daha önemlisi, savaşları kazanmaya çalışmadı. Bunun yerine dış politika kurumumuz dünya düzeni, çok yanlılık ve ortak güvenlik arayışı içinde Kore, Vietnam, Irak, Afganistan ve başka yerlerde 100,000 civarında Amerikan hayatı ve trilyonlarca dolar harcadı. Aristoteles'in galibiyetin savaşın doğal hedefi olduğu fikrini tahrip etmesini bir üstün bir bilgelik rozeti olarak kabul etti.
Codevilla Truman'ı "büyük Roosevelt'i çevreleyen adamlara boyun eğen" bir hödük olarak tasvir ediyor. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde Douglas MacArthur'un ("ne zaferden başka hiçbir amaçla mücadele edilmesini ne de doğrudan zafer kazanılmasını gerektirecek silahların kullanılmasını reddetmeyi hayal edemeyen general") kovulmasını galibiyetten uluslararası barış ve düzeni geliştirmeye doğru kaymanın kilit bir olayı olarak sunuyor.
"The Tipping Point/Bardağı Taşıran Son Nokta" makalesinde iki kitabı inceleyen Codevilla, MacArthur'un hayatı ve Truman ile olan çatışmasıyla ilgileniyor. Galibiyet meselesiyle doğrudan ilgili olmamakla birlikte generalin hatırlanmaya değer algısı için alıntılanması gereken bir pasaj:
MacArthur'un 1930'dan 1935'e kadar ABD Ordusu genel kurmay başkanı olarak doğrudan kaygısı subay topluluğunu Büyük Buhranın sıkıntıları tarafından tüketilen siyasi sistem tarafından neredeyse feshedilmekten kurtarmaktı.
1934'de, Roosvelt'in ordunun bütçesindeki kesintileri geri almayı reddetmesinden sonra MacArthur kendisiyle yüzleşti: "Amerikalı bir oğlan çamurda karnında düşman süngüsüyle ve ölmek üzere olan boğazında düşman ayağı ile yatarken son bedduasını söylediğinde, bu ismin MacArthur değil Roosevelt olmasını istedim."
FDR bu ateşe şöyle karşılık verdi, "Başkan ile böyle konuşamamalısın!" Bunu halihazırda yapmış olan MacArthur, "İstifa dilekçem sizde" dedi ve kapıya yöneldi. Ahlaki olmasa da siyasi tehdidi sezen FDR onu durdurdu. "Aptal olma Douglas, sen ve bütçe bu konuda bir araya gelmek zorundasınız."
(25 Nisan 2017)
Ron Chernow yeni kitabı Grant'te Amerikan İç Savaşı'nda General William Sherman's Konfederasyona yönelik acımasız seferi hakkında yazıyor:
[General Ulysses] Grant'in yönetimi altında verilen büyük kayıplar göz önüne alınacak olursa, seçimlerden önce Cumhuriyetçilerin sahici bir ilerleme göstermeleri için büyük bir güney şehrinin düşmesine ihtiyaçları vardı. O dönemde Sherman artık daha militan bir savaş doktrini savunuyordu. 1863'ün sonlarında Güney'in üretim kapasitesini ortadan kaldırarak savaşın sivil toplumu içine alacak şekilde genişlemesini planlarken Grant'e mektupları şiddetli bir intikam duygusuyla doluydu. Grant Nisan 1864'de Sherman'a harekete geçme emrini verdiğinde eli kulağında olan savaşta Joseph Johnston'ın ordusu ve Atlanta'ya karşı olağanüstü bir özerklik sağladı. Kısa ve öz talimatlar güneybatı Georgia'nın dağlık arazisinde Johnston'a saldırdığında Sherman'ın boşlukları doldurmasına izin verdi. Grant Sherman'ı uzaktan hayranlıkla izliyordu, daha sonra Atlanta'ya yönelik kampanyasının "mükemmel bir yetenek ile idare edildiği, sonuna kadar düşmanın pozisyonlarından birer birer uzaklaştırılmasından" duyduğu memnuniyeti belirtti."
Adamları güneye ilerlerken Sherman düşmanın direncini not düştü. "Hiçbir yoksulluk ya da sıkıntı inançlarını sarsıyor gibi görünmüyor, zenciler gitti, zenginlik ve lüks gitti, paranın değeri yok ... ancak yine pes etmenin işaretini görmüyorum." Sadece çok büyük ölçüdeki şiddetin öyle bir sert ve inatçı soyu hizaya getireceğine inanıyordu. "Birkaç bin erkeğin ezilmesi ve ölümünü küçük bir mesele, bir çeşit sabah enerjisi olarak görmeye başladım" diye yazdı. "Savaşın en kötüsü henüz başlamadı." Sherman adamlarına savaşın tüm dengesini değiştirecek bir mücadele ruhu enjekte etmek istiyordu. Ayrıca Kuzey "sadece düşman ordularla değil, düşman halkla mücadele ediyor ve düzenli ordular kadar yaşlı-genç, zengin-fakir herkesin savaşın sert elini hissetmesi gerekiyor" gerekçesiyle güneylilere psikolojik zarar vermeyi diliyordu. Çatışmanın acısını uzatmaktan ziyade savaşı sert mücadele ile hızla sonuçlandırmak daha iyi diye düşünüyordu.
Güney'in istenmeyen kişisi olduğunun bilincinde olan Sherman bu korkunç imajdan yararlanmayı umuyor ve Kuzey'e doğru yürümenin düşmanın moralini bozmadaki psikolojik etkini öngörüyordu. Güneylilerin "savaşın sertliğini hissetmesini" ve güney propagandasının aksine Kuzey'in kazandığını fark etmelerini istiyordu. Sherman Grant'e "Gidip Güney Karolina'yı paramparça edebilirim" diye böbürlenerek Güney Karolina'ya bir yıkım musallat etmekten bahsetti. Eskiden var olan güney kültürü sevgisinden Sherman hem korkuyor hem de intikam siyasetini teşvik ediyordu. [General Henry] Hallect'i "Gerçek şu ki, tüm ordu[m] Güney Karolina'dan intikam almak için doyumsuz bir istekle yanıyor" diye bilgilendirdi. "Kaderi konusunda neredeyse ürperiyorum ama onu bekleyen her şeyi hak ettiğini düşünüyorum."
(10 Ekim 2017)
Victor Davis Hansen aynı fikirde:
Kartaca (M.Ö. 264–146) ve Yüzyıl Savaşları'ndan (1337–1453) Arap-İsrail savaşlarına (1947–) ve sözde Terörle Mücadeleye (2001–) kadar bazı savaşlar asla bitmeyecek gibi görünüyor. ... Peki stratejik çözümü ne engelliyor? Pek çok nedenin yanısıra, tarih boyunca iki tanesi öne çıkıyor.
Birincisi, savaşın böyle kesintiye uğraması tahminen aynı derecede eşit dövüşkenlerin varlığını gerektirir. Her iki taraf ta yenmek, küçük düşürmek ve mağlup düşmana koşulları zorla kabul ettirmek için yeterince maddi ve manevi üstünlüğe ve (bazen isteğe) sahip değiller. ... Aksine bir diğer Amerikan İç Savaşı daha olmadı çünkü Grant, Sherman ve Sheridan'ın 1864 ve 1865 istilasından sonra Konfederasyon direnme kabiliyetini kaybetti ve İttifak ordularına koşulsuz teslimiyete ve İttifak'a yeniden girmeye zorladı. ...
Savaş sonrası nükleer çağda, neredeyse eşit askeri güce sahip olan Amerika'nın düşmanları Amerika'nın konvansiyonel savaşlarda başarılı olmayı becerememesinin nedeni değildi. Aksine, çeşitli nedenlerden dolayı—siyasi, kültürel, sosyal, ekonomik—ABD bazen hem akıllıca hem de aptalca, düşmanlarının koşulsuz teslimiyetini gerçekleştirmek için tüm gücüne başvurmadı. Diğer hiç bitmeyen savaşların durumunda iki taraf açıkça asimetrikti. Bir taraf kolaylıkla ve kararlı bir şekilde kazanmalı ve çatışmayı kalıcı bir çözümle sonlandırmalıydı. Ancak görünen o ki, güçlü olan kazanmayı seçmiyor ya da çeşitli şartlar nedeniyle galibiyet önleniyordu.
Bu noktada Hansen dikkatini Arap-İsrail çatışmasına veriyor:
Küçücük İsrail düşmanlarını varoluşsal bir savaşta yok etme gücüne sahipti ama hem iç hem de dış baskılar nedeniyle askeri potansiyelinin tümünü kullanmamayı seçti. Görünen o ki, İsrail Sina, Gazze ve Lübnan'ın sınır bölgelerinin kalıcı olarak işgallerinin düşman nüfusa polislik yapma ve istikrara kavuşturma açısından çok pahalı ya da önemli Batılı müttefikleri soğutmada siyasi olarak çok masraflı olacağı sonucuna vardı.
İsrail Batı Şeria üzerinde mutabakata dayalı bir hükümetin kurulması için zorlayabileceğini ya da düzenli olarak bir araya gelip Tel Aviv ile kavga etmeyen İsrailli Arapların durumunda olduğu gibi insanların sevgisini ve güvenini kazanmayı düşünmedi. Füzeler ve roketler çağında İsrail ne tamamıyla güvenli bir hava sahası yaratacak teknolojik beceriye ya da havadan misilleme yapmak için Roma tarzında bir küresele desteğe sahip değildi.
Sonuç İsrail mağlubun sürekli olarak taktiksel mağlubiyetten mustarip olma istekliğini sona erdirmek, sonra savaşlar arasında yeniden silahlanmak ve donatılmak ve ardından çatışmayı daha iyi koşullarda yenilemek yerine bölgesel düşmanlarını yenmek için kronik bir döngüye zorlandı.
Amerika Birleşik Devletleri'ne dönersek:
Amerikalılar Taliban'ı yok etmek ve kalıcı bir barış empoze etmek için gerekli güç ve şiddet düzeyinin ya çok pahalı olduğunu ya öngörülen zafere değmeyeceğini ya bu tür saçma kabile tabiatında imkânsız olduğunu ya da Batı değerlerine aykırı ve ahlaksız sayılacağını düşünüyorlar. Bu nedenle, tüm seri savaşlarda olduğu gibi, ABD kalıcı bir zafer elde etmek yerine mağlubiyeti önlemek için savaşmayı tercih ediyor. ... Batılı uluslar bir düşmanın nadiren Batı'nın kudretini tümüyle hak eden ya da onu yenmesinin getireceği yüksek maliyete değecek kadar saf bir kötü olduğunu düşünüyor. ...
Sonuç zamanımızın Kartaca çatışmalarıdır, belki insan ruhu için kabul edilebilir değil ama ahlak dışılık açısından kayıplar en azda tutulduğu ve yenilgi kabul edilebilir stratejik bir akılla yeniden tanımlandığı sürece kabul edilebilir. Geçmişte, bu gibi savaşı zayıflatma dönemleri yüzyıllarca ve daha fazla zamandır devam ediyordu. Sonuçta, onlarda sona erdiler—hem de acı sonuçları ile.
(21 Kasım 2017)