Batılılaşma olmadan modernleşme mümkün müdür? Bu dünyadaki tüm despotların rüyasıdır. Solda Mao ve Sağda Humeyni gibi farklı liderler—demokrasinin, hukukun üstünlüğünün ve mutluluğun peşinde koşma düşüncesinin sinir bozucu rahatsız ediciliği olmadan—yüksek büyüme oranına sahip bir ekonomi ve güçlü bir ordu arayışındadırlar. Amerika'nın tıbbı ve askeri teknolojisine kucak açarken siyasi felsefesini ve popüler kültürünü reddederler. Onların ideali kültür bagajından mahrum bir teknolojidir.
Onların açısından talihsiz bir durum ama, Batı'nın yaratıcılığının faydalarını tam olarak elde etmek o teknolojiyi üreten Batı kültürünün içine dalmayı gerektiriyor. Modernleşme kendi başına var olmaz, onu oluşturanlara ayrılmaz bir biçimde bağlıdır. Yüksek ekonomik büyüme oranları sadece doğru vergi kanunlarına bağlı değildir, aynı zamanda dakikliğin, iş ahlakının ve ertelenmiş tatminin nedenlerini anlayan bir nüfusa da dayanır. Gelişmiş bir jet bombardıman uçağının uçuş ekibi bir köyün içinden çıkarılamaz, aynı zamanda var olan tüm dünya görüşüne derinlemesine inilmesi gerekir. Siyasi istikrar sadece sivil toplumun telkin edebileceği bir sorumluluk duygusu gerektirir. Ve tabii diğerleri de var.
Batılı müzik bu noktayı açıklıkla ispatlamaktadır, çünkü modernleşme ile bir o kadar alakasızdır. Kreuzer Sonatını çalmak kişinin GSMH'ne hiçbir şey eklemez; bir operetten zevk almak kişinin güç projeksiyonunu yükseltmez. Ancak, tamamıyla modern olmak Batılı müzikte ustalaşmak demektir; aslında, Müslüman ve Japon medeniyetlerinin deneyimlerinin gösterdiği gibi, Batılı müzikte yeterlilik bir ülkenin zenginliği ve gücü ile aynı doğrultudadır. Müslümanların Batılı müziği kabul etmedeki isteksizliği modernleşme ile yaşadıkları genel bir zorluğun da belirtisidir; Japonların klasik müzikten caza kadar her tür müzikteki ustalıkları güçlü bir para biriminden kurumsal istikrara kadar sahip oldukları her şeyi açıklar.
Müslümanlar
Müslümanlar arasında müzik seçimi derin kimlik meselelerini temsil etmektedir. Batılı müziği özgürleşme ve kültürün rozeti olarak gören laik Müslümanlar Avrupa ve Amerikan müziğine kucak açma eğilimindedirler. Laik Türk milliyetçiliğinin ileri gelen teorisyenlerinden olan Ziya Gökalp 1920'li yılların başlarında, Türkler
üç çeşit müzik türü ile karşı karşıyadır: Doğu müziği, Batı müziği ve halk müziği. Bu müzik türlerinden hangisi ulusumuza aittir? Doğu müziğinin öldürücü ve milli olmadığını gördük. Halk müziği bizim milli kültürümüz, Batı müziği ise yeni medeniyetimizin müziği. Sondaki ikisi de bize yabancı olamaz
diye yazmıştır.
Daha yakın zamanlarda, Türk laikleri kendilerini kuşatma altında hissettikçe bütün biletleri satılan klasik batı müziği konserlerinde bir araya geliyorlardı. Bir gazetecinin deyimiyle bu konserler, "Türk sekülarizminin destekçileri için sembolik bir toplanma noktası haline geldi." 1997 Aralık ayının sonlarında, sembolizm açısından zengin bir olayda, Tahran'daki Türk elçiliği, yaklaşan yeni yılı kutlamak için iki saatlik bir klasik batı müziği konseri verdi. Bir kaç kültürel vesile Atatürk ve Humeyni'nin zıt vizyonlarını bu kadar keskin bir şekilde tanımlayabilirdi.
Buna karşın, Batıya karşı daimi bir şüphe besleyen köktendinci Müslümanlar Batı müziğinin Müslümanlar üzerinde sinsi bir etkisi olduğundan endişe ediyorlar. 1966-67 yılları arasında Türkiye'nin başbakanı olan Necmettin Erbakan dans topluluklarının, senfoni orkestralarının ve diğer Batı tarzı organizasyonlarının bütçelerinde kesintiler yaptı. Bunların yerine, geleneksel müzik biçimlerini savunan gruplar için fon sağlamak için çabaladı.
Köktendincilere göre, Batı müziğini sadece dinlemek bile İslam'a sadakatsizlik anlamına geliyor. İstanbul'da köktendincilerin gerçekleştirdiği mitingde konuşan biri orada toplananları "Gerçek Türkiye budur. Bu kalabalık Dokuzuncu Senfoni'yi dinlemeye giden amaçsız kalabalık değildir" sözleriyle övdü. Bir İran gazetesi Irak birlikleri tarafından öldürülen mağdur edilmiş, inançlı İranlıların tam tersi olanları—"geriye atılmış başörtüleri" (İslami iffete direnenler) kadınlar ve "dışarı taşan karınları" (kara borsadan kar edenler) erkeklerden oluşan klasik müzik tutkunu dinleyici kalabalığı olarak karakterize eden bir şiir yayınladı. "For Whom do Violin Bows Move?/Keman Yayları Kimler için Hareket Ediyor?" isimli aynı şiir Mozart ve Beethoven konserlerinin "monarşik kültür solucanını" desteklediğini savunuyor. Diğer bir deyişle, Eine Kleine Nachtmusik'i dinleyen herkes İslam cumhuriyetine ihanet ediyor. Ya da İslam'ın kendisine: aynı bestecilerin ismini veren bir Tunuslu, "bir Arap'ın ihaneti ... Mozart veya Beethoven'i dinlemekten keyif aldığında başlar" iddiasında bulunuyor.
On sekizinci yüzyıl bestecileri köktendinci Müslümanları bu kadar sinirlendiriyorsa, acaba köktendinciler rock ve rap müziği hakkında ne düşünüyorlar? Amerikan popüler müziği Müslümanların Batı kültürünün en ayıp buldukları değerlerini özetliyor—bireyciliğin, gençliğin, hazcılık ve kuralsız cinselliğin övülmesi. Pakistanlı köktendinci grup Hizbullah, Michael Jackson ve Madonna'yı İslam medeniyetini ortadan kaldırmayı arzulayan kültürel "teröristler" olarak nitelendirmişti. Grubun sözcüsü bu korkuyu şöyle ifade ediyor:
Michael Jackson ve Madonna Amerikan toplumunun... insanlığı yok eden kültürel ve sosyal değerlerinin meşale taşıyıcılarıdırlar. Binlerce Müslümanın hayatını mahvediyor ve onları dinlerinden, etik değerlerinden ve ahlaklarından uzaklaştırarak yıkıma doğru götürüyorlar. Sadece bomba atanlar terörist değildir. Başkalarının duygularını incitenler de teröristtirler.
Hizbullah beyanını iki Amerikalının Pakistan'da yargılanması için çağrı yaparak bitirmişti.
Hizbullah'ın beyanı köktendincilerin Batı müziğine güvensizliklerinin nedenlerini açıklıyor: Müzik Müslümanların moralini bozuyor ve onları inançlarının gerekliliklerinden uzaklaştırıyor. Kuveyt'te yaşayan Filistinli bir vaiz olan Ahmed al-Qattan Batı müziğinin "uyuşturucuya benzer zevk ve coşku içerdiği" sonucuna vararak durumu daha detaylı irdeler:
Bir çok kişiye "Michael Jackson, Beethoven ya da Mozart dinlediğinde ne hissediyorsun?" diye sordum.
Bana şunu söylediler: "Oh, kalbim içerde parçalanıyormuş gibi hissediyorum."
"Bu kadar mı?" diyorum.
Bana diyorlar ki: "Evet, vallahi bu kadar. Birden bire uçuyormuşum gibi hissediyorum. Bir an ağlıyorum bir an gülüyorum, sonra dans ediyorum, sonra da intihara yelteniyorum."
Allah'ım şarkı söyleme ve kötülüklerinden sana sığınarak kurtulmaya çalışıyoruz.
Bir İtalyan gazetecisine açıkladığı üzere Ayetullah Humeyni de benzer görüşlere sahipti:
Humeyni: Uyuşturucularla benzer şekilde zevk ve coşku içerdiğinden müzik zihni donuklaştırıyor. Sizin müziğinizi kast ediyorum. Genellikle sizin müziğiniz ruhu yüceltmez, onu uyutur. Ve onunla zehirlenen gençliğinizi yok eder ve ondan sonra da artık ülkelerini umursamazlar.
Oriana Fallaci: Bach, Beethoven ve Verdi'nin müziği bile mi?
Humeyni: Bu isimleri bilmiyorum.
Ancak o zaman, belki de beklenmedik bir şekilde Humeyni yumuşar: "Eğer onların müzikleri zihni donuklaştırmıyorsa o zaman yasaklanmazlar. Sizin bazı müziklerinize izin var. Örneğin, marşlar ve uygun adım yürümek için olan ilahiler. ... Evet, marşlarınıza izin var." Diğer köktendinciler de marş müziğinin istisna olması durumu ile ilgili olarak Humeyni ile aynı fikirdedirler. Mesela, Qattan dejenere müzik ve yararlı müzik arasında bir ayrım yapıyor: "Mozart ve Michael Jackson yok, şarkı söylemek ve müzik aleti yok, sadece savaş davulları var." Köktendinci Müslümanlar Batı müziğinin yarattığı coşkuya sadece gençlerin ölüme yürümesine yardım ederse izin veriyorlar.
(Marşların Orta Doğu'dan etkilenen tek müzik türü olduğu bir kenara not edilmesi gereken ilginç bir durum: Çingeneler Türk müziğini—Yeniçeri müziği—Avrupa'ya on sekizinci yüzyılda tanıttılar. Bu tarz müziği ilk adapte edenin Avusturya ordusu olduğu görünüyor. Bu müzik yeni egzotik üniformalar, zilli tefler, çelik üçgenler, büyük ziller, bas davulları ve—manalıdır—çevgenler gibi yeni perküsyon aletleri içeriyordu. Aksanlı ilave notalar bu egzotizme eklendi. Çok geçmeden bu ögeler orkestraya da girdi; Mozart Türk tarzı müziği ilk kez 1772 tarihli bir eskizde kullandı ve "Türk" etkileri özellikle Saraydan Kız Kaçırma operasının yanında Beethoven'in Dokuzuncu Senfonisi'nin finalinde belirgindir. Orta Doğu, bir anlamda marş müziği ile kendi buluşunun geri gelmesine izin veriyor.)
Aksine Türk yetkililer kolluk kuvvetlerini sakinleştirmek için klasik müziğe güveniyorlar. Sokak protestocularına karşı sert taktikleri uyguladıklarından dolayı cop sallayan isyan polisi olarak adı çıkan ve "Çevik Kuvvet" olarak adlandırılan birimler polis otobüsleriyle operasyona giderken sakinleşsinler diye için Mozart ve Beethoven dinlemeye zorlanıyorlar.
Diğer köktendinciler, Suudi Arabistan'ın Riyad kentinde 3,000 kişilik görkemli konser salonu Kral Fahd Kültür Merkezi tarafından sembolize edilen, hangi müziğin izin verilebilir olduğu tartışması konusunda farklı fikirler sahipler. 1975 yılındaki ölümünden kısa bir süre önce, Kral Faysal bu binayı başkent Riyad'ı güzel modern bir şehre dönüştürmek amaçlı eğlence tesislerin bir parçası olarak onayladı. 1989 yılında tamamlanan ve 140 milyon dolara mal olan bina, en ileri teknoloji ürünü lazer aydınlatma sistemini ve hidrolik sahnesini bir tarafa bırakın en iyi mermer ve kıymetli ahşap gibi savurgan dokunuşlarıyla böbürlenme kaynağıdır.
Fakat, salon hiçbir zaman bir etkinliğe sahne olmamıştır. Naftalin kokan tesisi ziyaret etmeyi başaran yabancı bir diplomat 180 kişilik personelin on yıl boyunca binayı ve etrafındaki bahçeleri iyi durumda koruduğunu tespit etmiştir. Bu sadece çiçekliklerin bakımının yapıldığı değil aynı zamanda iç kısımlardaki hassas ağaç işlerinin bozulmaması için bütün yıl boyunca tesisin havalandırıldığı anlamına da gelmektedir. Peki bu kültür merkezi neden kullanılmıyor? Çünkü Suudi Arabistan'da hakim olan katı İslami hassasiyetleri rahatsız ediyor. Bir rapora göre, Batı tarzı müziğin karma (erkekler ve kadınlardan) bir ekip tarafından karma bir izleyici kitlesine çalındığının duyulması üzerine ülkenin dini liderleri "çılgına döndüler."
Riyad konser salonu efsanesi köktendinci Müslümanlar arasında devam eden tartışmayı güzelce tasvir eder. İslami inancında yetersiz olmayan Kral Faysal bunun izin verilebilir bir keyif olduğunu düşündü ama Suudi dini yetkililer aksini kabul ediyorlardı. Diğer köktendinciler de bazı detaylarda aynı fikirde değillerdi. Haftalık Los Angeles Müslüman dergisinde yazan bir tavsiye sütunu yazarı "kadın ve erkeklerin bir araya gelmesine" neden olmadığı takdirde "yumuşak ve iyi melodiye sahip müzikler, saf sözler ve kavramlar içeren melodik şarkılar İslam açısından kabul edilebilirler" sonucuna vardı. Buna karşın İran'ın dini lideri Ali Hüseyin Hameney'e göre "müziğin tanıtılması ... İslami sistemin amaçlarıyla uyumlu değildir." Bu doğrultuda, çocuklara müzik eğitimi verilmesini reddediyor ve cinsiyetlerin ayrıldığı partilerde bile çalınsa "ahlaksızlığa neden olan hoş ritimli her çeşit müziği" yasaklıyor. Mısır'ın önde gelen televizyon vaizlerinden Şeyh Muhammed ash-Sha'rawi daha da ileri gitmiş ve Kur'an ezberden okunduğu kayıtlardan ziyade Batı klasik müziği ile uykuya dalan Müslümanları kınamıştır. Bu, onun sözlerinden ilham alan Yukarı Mısır'daki köktendinci düşüncesizlerin bir konser salonunu basıp müzik aletlerini kırmasına ve tutuklanmalarına neden oldu.
Bu gibi tutumlar yaygınlaştıkça, Batı müziğinin Müslümanlar arasındaki uygulayıcılarının çok az başarı elde etmiş olması şaşırtıcı değil. Tarihçi Bernard Lewis'in belirttiği gibi, "Müslüman ülkelerden, özellikle Türkiye'den bazı yetenekli besteciler ve sanatçılar batıda oldukça başarılı olmasına rağmen, kendi ülkelerinde onların müzik tarzlarına verilen tepki nispeten hala zayıftır." Kendi ülkelerinin dışında meşhur ya da nüfuzlu olmanın keyfini çıkaramıyor ve hatta kendi ülkelerinde bile azınlık olarak kalıryorlar.
Japonya
Oysa Japonya ne kadar farklı! Doğru, Japonya'da Batı müziğine verilen ilk tepkiler olumsuzdu; 1860 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin ilk Japon elçilik üyesi olan Norimasa Muragaki Hawaii'de bir çocuk şarkısı duyunca çıkan sesi "gecenin geç saatinde uluyan köpeğin" sesine benzetti. Ancak bir kaç yıl içinde Japonlar Batı müziğine çok daha fazla bir hoşnutlukla bakmaya başladılar ve müzik içlerinden bazılarını Batı dinine çekecek noktaya kadar geldi. 1884 yılında Shoichi Toyoma "Hıristiyanlık, öncelikle müzikteki ilerlemenin faydasından dolayı, ikincisi insan oğluna duyulan merhametin, ahenkli bir işbirliğinin ve üçüncü olarak da erkekler ve kadınlar arasındaki sosyal ilişkilerin gelişmesi için adapte edilmelidir" diye savundu. Onun müziği listenin en başına koymuş olmasına dikkat edin.
Kısa bir süre sonra, Japonlar Batı müziğinin, duygularını kendi geleneklerine oranla çok daha iyi ifade ettiğini keşfettiler. İleri gelen Japon yazarlardan Nagai Kafu (1879-1959) Fransız topraklarını terk ederken Fransız kültürünün güzelliği ile ilgili olarak şöyle düşünmüştür:
Batı şarkılarını söylemeyi ne kadar çok istediysem de, hepsi çok zordu. Japonya'da doğmuş olduğum için Japon şarkıları söylemekten başka bir seçeneğim yok mu? Benim şu andaki—Fransa'da kendini aşka ve sanata adayan ama şimdi monoton yaşamını sadece ölümün takip edeceği Doğu'nun en uç noktasına geri dönecek olan olan bir yolcunun—duygularımı ifade eden bir Japon şarkısı var mıydı? ... Kendimi tamamen terkedilmiş hissettim. Kabaran ve acı dolu duyguları ifade eden müziğin olmadığı bir ulusa aitim.
Kafu burada Müslümanlara tamamen yabancı olan duyguları tanımlıyor.
Japonya'nın yerel müzik geleneği Batı müziği ile yoğun bir alışveriş içindedir. Geleneksel bir Japon enstrümanı olan tahta kalıplar standart bir caz vurmalı çalgısıdır. Geleneksel Japon müziği pek çok Batılı besteciyi etkiledi. Bunlardan John Cage olasılıkla en doğrudan etkilenenidir. Geleneksel ezberci Japon tekniklerini keman öğrenen çocuklara uygulayan Suzuki Metodu Batı'da önemli sayıda takipçi kazandı. Dünyanın en büyük müzik aletleri üreticisi olan Yamaha senede 200,000'in üzerinde piyana satıyor.
Diğer taraftan Avrupalı klasik ve Amerikalı popüler müzik Japonya'nın bir parçası haline geldi. Dokuz profesyonel orkestra ve üç operaya sahip olan Tokyo dünyadaki en büyük Avrupalı klasik müzik yeteneklerine sahip. Boston Senfoni Orkestrası'nın müzik direktörü Seiji Ozawa dünyanın en ünlü Japon orkestra şefi olarak gösterilmektedir. Geniş üne sahip klasik sanatçılar arasında Aki ve Yugi Takahasi ve perküsyonist Stomu Yamashita da yer alıyor.
Japon bestecileri Japonya dışında henüz çok az tanınsalar da, etkinlik hızları oldukça büyük. Tını, doku ve günlük sesler keşfetme konusunda uzmanlaşmış olan Toru Takemitsu belki de enternasyonal olarak Avrupa ve Japon medyasındaki en ünlü kişidir. Akira Miyoshi klasik Batı müziği besteler. Toshi Ichiyanagi, Jo Kondo, Teruyaki Noda ve Yuji Takahashi avangart tarzda yazarlar. Shinichiro Ikebe, Minoru Miki, Makato Moroi ve Katsutoshi Nagasawa geleneksel Japon enstrümanları için müzik yazıyorlar. Klisofonist Keiko Abe en bilinen klasik Japon ve Toshiko Akiyoshi ise caz müzisyenlerindendir.
Avrupa klasik müziği Japonya'da yabancı müzik niteliğinden çıkararak tamamıyla yerli hale geldi. Burada Japonya neredeyse tüm klasik müziğini ithal eden diğer bir ülkeye Amerika Birleşik Devletleri'ne benzemektedir. Amerikalıların müziği kendi zevk ve geleneklerine göre adapte edişi gibi—örneğin 4 Temmuz'da Uvertür çalmak—Japonlar da aynısını yaptılar. Bu yüzden Beethoven'in Dokuzuncu Senfonisi Noel ve Yeni Yıl mevsimi için yapılmış bir marş görevi görüyor. Ülkenin önde gelen orkestraları senfoniyi Aralık ayı boyunca sadece çalmakla kalmıyorlar aynı zamanda devasa korolar (10,000 katılımcıya kadar çıkan) Ode to Joy'u halka açık söylemeden önce aylarca prova yapıyorlar.
Pop müziğe gelince, Japonlar—neredeyse tüm dünya gibi Amerikan pop yıldızlarını taparcasına seviyor ve kendi yerel yeteneklerini de yetiştiriyor. Ama daha dikkat çekici olan Japonların caza olan yoğun ilgileridir. Japon caz pazarı o kadar büyük ki, Amerika Birleşik Devletleri'nde üretilen müziği bile etkiliyor. Japonya'da (en ileri teknolojik ekipmanlarla müzik çalan) caz kafeleri hızla çoğalmış ve her sene sayısız caz festivaline ev sahipliği yapmış durumda. Japon Swing Journal (her ay 110,000 satan en bilinen Amerikan dergisi Downbeat ile karşılaştırın) her ay 400,000 satıyor ve Amerikan caz albümlerinin yaklaşık yarısı Japonlar tarafından satın alınıyor. Gerçekten de, Amerikan müzik yapımcısı, Blue Note Records'dan Michael Cuscuna'ya göre, "1970'lerin sonlarında Japonya caz plak piyasasını neredeyse tek başına ayakta tuttu. Japon pazarı olmasa pek çok bağımsız caz plak şirketi iflas edecek ve en azından yeni plakların yayını durdurulacaktı." Bu kaybedilecek o kadar büyük bir market ki, Amerikan ve diğer sanatçıların Japonların zevklerini giderek daha çok dikkate almaları gerekiyor.
Japon yaratıcılığına gelince, bugüne kadar çıkan sonuçlar mütevaziydi—besteciler ve müzisyenler yabancıların tarzını taklit etmenin ötesinde çok az şey yaptılar—ama büyük ve giderek gelişen iç pazarın varlığı Japon müzisyenler için deneyleyebilecek ve önderlik edebilecekleri verimli bir zemin sunuyor. Geleneksel Japon müziğini caz ile birleştirme girişimleri başladı; bu iki tarzı birleştirenler büyük olasılıkla cazı da mimariyi ve giysileri etkiledikleri kadar etkileyeceklerdir. Japonların cazda büyük bir güç haline geleceğini öngörmek tehlikesiz görünüyor.
Japonlar başka şekillerde de müziğe katkıda bulunuyorlar. Karaoke aletleri popüler şarkıların enstrümantal versiyonlarını çalıyor ve bir bar müşterisinin sanki başarılı bir şarkıcıymış gibi müziğe eşlik etmesine izin vererek herkesin iyi zaman geçirmesini sağlıyor. Karaoke dünya çapında başlı başına bir eğlence olmakla kalmadı kendine özgü Japon tarzı barlar (garsonları, patronu ve Karaoke mikrofonu ile) Batı'da hızla çoğaldı. Karaoke aletleri Sears ve Roebuck gibi mağazalarda satılıyor ve büyük, neşeli ve biraz çakır keyif takipçiler kazanıyor.
Sonuç
Müslümanların ve Japonların Batı müziğine gösterdikleri tepki daha büyük ölçüde Batı medeniyeti ile olan karşılaşmalarını da temsil ediyor. Tarihsel olarak Müslümanlar Batı'ya ihtiyatla ve kimliklerini kaybetme korkusu ile yaklaşmışlardır. Bu onların Batılı öğrenime dalmalarını ve teknoloji ve iş alanında gerekli olan becerilerini kazanmalarını engellemiştir. Japonlar Batı'dan birbiri ardına gelen etki dalgaları ile başa çıkarken Müslümanlar kalıcı biçimde Batı'nın gerisinde kalıyor, Batı'ya hiç ayak uyduramıyor ve Batı'nın üzerinde neredeyse hiçbir etki yaratmıyorlar.
Japonlar ise her şeyi farklı yapıyorlar. Öncelikle yeni konunun içine kimliklerini kaybetme korkusu olmadan samimiyetle dalıyorlar. İkincisi, kendi oyununda Batı ile eşleşen ve hatta yenen beceriler geliştiriyorlar; Toyota ve Nissan araba için ne ise Tokyo orkestraları müzik için odur. Üçüncüsü, Japonlar ya kendi geleneklerine (karaoke) dayanarak ya da farklı kültürleri birleştirerek (Yeni Yıl için Beethoven'in Dokuzu) kendi orijinal geleneklerini yaratıyorlar. Son olarak, Batılıların adapte teknikleri geliştiriyorlar; müzikte Suzuki Metodu araba üretimindeki tam vaktinde üretim sistemi ile paraleldir. Batı uygarlığını tümüyle özümseyerek ilgilerini çekmeyen ögeleri atıp, çekenleri adapte ederek o alanlarda ustalaştılar.
Dolayısıyla, Batı müziğine verilen tepki bir medeniyetin modernite ile olan deneyimini tam olarak örneklendiriyor. Bu deneyimin eksikliği onu başarının bir göstergesi olarak daha da gerekli olduğunu gösteriyor. Bu bağlantının nedeni ne? Çünkü, Lewis'in gözlemlediği gibi, "Müzik, bilim gibi Batı kültürünün iç kalesinin bir parçasıdır, yeni gelenlerin iç kaleyi geçebilmek için elde etmeleri gereken son paroladır." Müzik modernitenin zorluklarını temsil eder: bu alanda yeterlilik sahibi olmak Batı ne servis ederse etsin bununla başa çıkma yeteneği anlamına gelir. Japonlar iç kaleye girmişken Müslümanların Batı müziğini kabul etmeye karşı direnci Batı'ya karşı daha büyük bir isteksizliğin temsilcisidir. Kısacası, kim gelişmek istiyorsa Beethoven'i Batılılar kadar iyi çalmak zorundadır.