Bilgisayar terimleriyle konuşursak, eğer İran İslam devriminin lideri Ayetullah Humeyni, Kaide lideri Usame Bin Ladin ve ABD'nin Fort Hood 13 kişiyi öldüren binbaşı Nidal Hasan İslamcılık 1.0 versiyonunu temsil ediyorsa, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Mısır kökenli akademisyen Tarık Ramadan ve ABD Kongresi'nin ilk Müslüman üyesi Keith Ellison İslamcılık 2.0 versiyonunu temsil ediyor. İlk versiyon daha fazla insan öldürüyor, fakat ikincisi Batı uygarlığına daha büyük bir tehdit yöneltiyor.
1.0 versiyonu, küresel bir halife tarafından yönetilen ve tamamen şeriatla düzenlenen bir toplum oluşturma hedefinin önünde engel olarak gördüğü şeylere saldırıyor. İslamcılığın totaliter yönetimden mega-terörizme kadar uzanan orijinal taktikleri sınırsız zalimliği içeriyor.
Tek bir saldırıda 3 bin kişi ölüyor. Bin Ladin'in atom silahı peşinde koşmasıysa, bu kanlı sayının 100, hatta 1000 kat daha artabileceğini gösteriyor.
Devrim de sürekli olamadı
Ancak, İslamcılığın önemli bir siyasi güç haline geldiği son 30 yıla bakıldığında, tek başına şiddetin nadiren işe yaradığı görülüyor. Terörizme maruz kalanlar nadiren radikal İslam'a boyun eğiyor - Mısır'da Enver Sedat'ın 1981'de suikasta uğramasının, 11 Eylül saldırılarının, 2002'de Bali, 2004'te Madrid ve 2005'te Amman'da meydana gelen bombalı saldırıların veya İsrail, Afganistan ve Pakistan'daki terörist saldırıların ardından böyle bir şey gerçekleşmedi. Terörizm fiziksel zarara ve ölümlere yol açıyor, korku saçıyor, fakat var olan düzeni nadiren değiştiriyor. Katrina kasırgasına veya 2004'teki tsunamiye İslamcıların yol açtığını farz edin; bu olaylarla neyi başarabilirlerdi ki?
Şeriatı getirmek için terör içermeyen şiddet ortaya koymanın da daha iyi bir iş çıkardığı söylenemez. Geniş kapsamlı bir sosyal başkaldırı anlamında devrim İslamcıları sadece bir kez tek bir yerde iktidara getirdi, bu da 1978-79'da İran'da yaşandı. Benzer biçimde bir darbeyle sadece bir kere, 1989'da Sudan'da iktidara geldiler. İç savaş için de, 1996'da Afganistan'da yaşananlar bağlamında aynısı söylenebilir.
İslamcılık 1.0 versiyonunun uyguladığı şiddet şeriatı ilerletmekte nadiren başarılı olurken, İslam 2.0 versiyonunun sistem içinde çalışma stratejisi daha çok işe yarıyor. Kamuoyunun gönlünü kazanma yeteneğine sahip olan İslamcılar, Fas, Mısır, Lübnan ve Kuveyt gibi Müslüman çoğunluklu ülkelerde ana muhalefet güçlerini temsil ediyorlar. İslamcılar 1992'de Cezayir'de, 2001'de Bangladeş'te, 2002'de Türkiye'de ve 2005'te Irak'ta seçimleri kazandı. Bir kere iktidara geldikten sonra da ülkeyi şeriata doğru götürmeye başlayabiliyorlar. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad ülke sokaklarının büyük öfkesine maruz kalırken ve Bin Ladin bir mağarada korkudan sinmişken, Erdoğan halk desteğinin tadını çıkarıyor, Türkiye Cumhuriyeti'ni yeniden şekillendiriyor ve dünyadaki İslamcılara ayartıcı bir model sunuyor.
Kaide teorisyeni bile 'döndü'
Kaide'nin bir zamanlar önde gelen teorisyeni olan Seyyid İmam el Şerif bu şablonun farkına vararak, terörizmi açıkça reddedip siyasi araçları benimsedi. Dr. Fadıl adıyla da tanınan Şerif, Enver Sedat suikastına yardım etmekle suçlanmıştı. 1988'de de Batı'ya karşı sürekli, şiddet içeren cihadı savunduğu bir kitap yayımlamıştı. Fakat Şerif zaman içinde şiddet içeren saldırıların işe yaramadığını gözlemledi; bunun yerine devletin içine sızmaya ve toplumu etkilemeye yönelik bir stratejiyi savunmaya başladı.
Kısa süre önce yazdığı bir kitapta Müslümanlara ve hatta Müslüman olmayanlara karşı şiddet kullanılmasını şu cümlelerle kınıyordu: "Afganistan ve Irak'ta akıtılan her damla kan Bin Ladin, Zevahiri ve onların takipçilerinin sorumluluğu"; "Düşmanlarınızdan birinin binalarını yerle bir etmeniz ve onun da sizin ülkelerinizden birini yerle bir etmesi ne işe yarıyor? Onun halkından bir kişiyi öldürmeniz ve onun da sizden bin kişiyi öldürmesinin yararı ne?"
Şerif'in terörizm teorisyenliğinden yasalar çerçevesinde dönüşümün avukatlığına doğru geçirdiği evrim, çok daha geniş kapsamlı bir değişimin göstergesi; yazar Lawrence Wright'ın da belirttiği gibi, Şerif'in ihaneti Kaide'ye 'korkunç bir tehdit' yöneltiyor. Cezayir, Mısır ve Suriye'de bir zamanlar şiddete başvuran başka İslamcı kuruluşlar da yasalar dahilinde ortaya konulan İslamcılığın taşıdığı potansiyelini teslim ettiler ve büyük ölçüde şiddetten vazgeçtiler. Batılı ülkelerde de paralel bir değişikliği gözlemleyebilirsiniz; Ramazan ve Ellison filizlenmekte olan bir eğilimi temsil ediyor.
2.0 özgürlüğü tehlikeye atıyor
Sert ve yumuşak araçlarla iç ve dış yaklaşımların bir bileşiminden oluşan, İslamcılık 1.5 diye adlandırabileciğiniz strateji de işe yarıyor. Bu yöntem, hayatlarını yasal çerçevede sürdüren İslamcıların düşmanı yumuşatmasını, ardından şiddet kullanan unsurların iktidara el koymasını içeriyor. Hamas'ın Gazze'yi ele geçirmesi böyle bir bileşimin işe yarayabileceğini kanıtladı: 2006'da seçimleri kazandılar, 2007'de şiddetli bir ayaklanmayı sahneye koydular. Pakistan'da da benzer süreçler yaşanabilir. Britanya'ysa, şiddetin siyasi bir açılım yaratabileceği türden aksi yönde bir süreçten geçiyor olabilir.
Nihayetinde faşistler veya komünistler değil, sadece İslamcılar kaba kuvvet kullanmanın ötesine geçip halkın desteğini kazanmayı ve 2.0 versiyonunu geliştirmeyi başardı. İslamcılığın bu versiyonu geleneksel değerlerin altını oyup özgürlükleri yok ettiği için, uygar yaşamı 1.0 versiyonunun zalimliğinden bile daha fazla tehdit edebilir.