75 yılı aşkın bir süredir İsrail Devleti, hem kendi vatandaşlarını hem de dünya genelindeki Yahudileri korumakla övünmüştür. Ancak günümüzdeki antisemitizm dalgası, bu çift yönlü vaadin çöktüğünü göstermekte ve diaspora liderlerini Kudüs'teki ilgisiz karar vericilere karşı daha kararlı bir tutum benimsemeye mecbur bırakmaktadır.
Yahudi devletinin Temel Yasası, diasporanın refahını bir öncelik olarak belirler: "Devlet, Yahudi kimliği veya vatandaşlığı nedeniyle sıkıntı içinde ya da esaret altında bulunan Yahudi halkının ve vatandaşlarının refahını güvence altına almak için çaba gösterecektir." Ayrıca yasa, "Diasporadaki Yahudiler arasında Yahudi halkının kültürel, tarihî ve dinsel mirasını koruma" taahhüdünde bulunur.
Bunlar boş sözler değildir. Geçmişte Kudüs bu vaatleri sıklıkla yerine getirmiştir. Bazı girişimler küçük çaplıydı: Örneğin İsrail parlamentosu, Avrupa hükümetlerine helal etin yasaklanmaması için lobi yaptı. Diğerleri daha büyük çaplıydı: İsrailli diplomatlar, Sovyetler Birliği ve Suriye gibi düşman ülkelerde "esaret altındaki" Yahudilerin göç hakkını kazandı. En iddialı olanı ise İsrail uçaklarının Yemen, Irak ve Etiyopya gibi ülkelerde "zorluk içindeki" Yahudileri kurtararak Siyon'a havayoluyla taşıdı. Kısacası, İsrail'in varlığı diasporayı güçlendirmişti.
Ancak Filistinlilerin Arap devletlerinin yerini İsrail'in baş düşmanı olarak almasıyla bu durum değişti. Bunun sonucunda, İsrail karşıtı anlatılar Batı'da çok daha fazla yankı buldu. Irak diktatörü Saddam Hüseyin'in nutukları sınırlı bir etki yaratırken, Bella Hadid gibi modeller veya Kneecap müzik grubunun üyeleri geniş kitlelere ulaşıyor; İsrail karşıtı siyasetçiler öne çıkıyor ve büyük medya kuruluşları Filistinci söylemlere sempatiyle yaklaşıyor. "Özgür Filistin" kampanyaları, üniversite işgalleri ve İsrail'e yönelik boykotlar, —doğruluğu tartışmalı olsa da— İsrail'in terörist bir devlet olarak Filistinlileri işgal edip eziyet ettiği, işkence yaptığı ve emperyalist-etnik temizlik hedefler güttüğü algısından besleniyor.
Şok edici bir örnek, demokratik bir ülkenin (İspanya) seçilmiş başbakanının bir başka demokrasiyi (İsrail) "soykırım" ile suçlamasıdır. Benzer biçimde, bir Yahudi ABD senatörü (Bernie Sanders) de aynı iddiayı dile getirdi.
Daha geniş bir düzlemde, bir Quinnipiac anketi, Gazze savaşı nedeniyle ABD'de kayıtlı seçmenler arasında İsrail'e verilen desteğin tarihte eşi görülmemiş en düşük seviyelere indiğini ve hatta az farkla Filistinlilerin desteğinin biraz gerisinde kaldığını ortaya koydu. Daha çarpıcı olan, ankete katılanların yarısının —ve Harvard-Harris anketinde de aynı oranın— İsrail'in soykırım yaptığına inandığıdır. Aynı ankette, 18-24 yaş grubundakilerin yüzde 60'ı Hamas'ı, yüzde 40'ı ise İsrail'i desteklemektedir.
Anti-Siyonizm antisemitizme karıştıkça Temel Yasa'daki vaatler de boşa çıktı. İsrail'in eylemleri artık, diaspora Yahudilerinin yüzde 98'inin yaşadığı demokrasilerde geniş çapta kınanıyor. İsrail ve Filistin haberleri gündemden düşseydi, bugün Yeni Zelanda'dan Kanada'ya, Fransa'ya kadar yayılan antisemitizm dalgası bu denli şiddetli olmazdı. İftira ve İnkarla Mücadele Birliği'nin yıllık 2024 raporuna göre, ABD'deki antisemitik olayların çoğu ilk kez doğrudan İsrail veya Siyonizm'e atıfta bulunmuştur.
Her ne kadar sonuçta aynı düşmanlığı doğursa da bu iki "izm" farklı kökenlere dayanır: anti-Siyonizm, İsrail'in olumsuz eylemlerine yöneliktir; antisemitizm ise Yahudilere atfedilen olumsuz özelliklere. Dolayısıyla Yahudi karşıtı duygulardaki artış esasen İsrail'e duyulan öfkeden kaynaklanmaktadır, diasporadaki Yahudilere yönelik düşmanlıktan değil. İsrail ile özdeşleştirilmeye sessiz kalan apolitik Yahudi toplulukları İsrail'in günahlarının bedelini ödemektedirler.
Batılılar İsrail'e ya da yurtdışındaki çıkarlarına doğrudan saldırmakta zorlandıkları için, çevrelerindeki "yumuşak hedefleri" vuruyorlar: Bu hafta İngiltere'de olduğu gibi koşer restoranlar, sinagoglar; veya—İsrail'i destekleyen yürüyüşlere katılan, üniversiteye giden, kipa takan ya da otobüsle seyahat eden Yahudilere saldırıyorlar. Böylece diasporadaki Yahudiler, Gazze savaşının "ikincil zararı" haline geldiler.
Ancak: İsrail'in Hamas'a karşı savaşına bu açıdan bakıldığında, diasporadaki Yahudilerin rolü, oyuna dahil olmayan sinir bozucu bir izleyiciden, yüksel bedel ödemesi söz konusu olan bir ortağa dönüşüyor. Bu nedenle, diasporadaki Yahudilerin – özellikle nüfus, örgüt ve kaynak bakımından domine eden Amerikalı Yahudiler – kendi çıkarlarını savunmakla yükümlüdür. Bu süreç üç adımdan oluşur.
İlk olarak, İsrail'in eylemlerinin artık diasporanın "refahını güvence altına almaktan" çok onu tehlikeye attığı hoş olmayan gerçeğiyle yüzleşmek gerekir. dünya çapındaki Yahudi öğrenciler arasında yapılan bir ankete göre öğrencilerin %78'i dini kimliğini, %81'i ise İsrail'e desteğini gizliyor.
İkincisi, diasporadaki Yahudilerin çenelerini kapalı tutup cüzdanlarını açık tutmaları gerektiği şeklindeki eski İsrail atasözünü reddedilmelidir. Yitzhak Rabin, 1995 yılında başbakan olarak bu tutumu bir şekilde dile getirerek, Filistinlilerle barış anlaşması yapma çabalarına karşı çıkan Amerikalılara uyarıda bulunurken, bu yaklaşımı benimseyen tek kişi değildi. "İsrail halkının, savaş ve barış konusunda hangi yöne gideceğine çok demokratik bir şekilde karar vermesine müdahale etme hakları yoktur. Bize karşı konuşma hakları var, ama hiçbir şekilde İsrail hükümetinin politikasına karşı Amerikalılar olarak hareket etme hakları yok" dedi ve ekledi: "İsrail ordusunda görev yapan kızı veya oğlu olmayanların savaş ve barış konularına müdahale etme veya bu konularda hareket etme hakkı yoktur." Bu iddia otuz yıl önce meşru olsa bile, bugün İsrail'in eylemlerinin diasporanın refahını ve güvenliğini tehlikeye atarken artık geçerliliğini yitirmiştir.
Üçüncü olarak, İsrail hükümetine baskı yapmak için örgütlenin ve kritik kararlar alırken diasporanın sesini dikkate almasını talep edin. Diasporanın kabinede koltuk sahibi ya da politikalar ile ilgili oy hakkı talep etmesi mümkün olmasa da haklarını savunabilir ve savunmalıdır. Bu, "orduda görev yapan kız veya oğulları" olan ebeveynlere daha az saygı gösterilmesi anlamına gelir. Süreç ahlaki ikna ile başlar; bu başarısız olursa, daha sert taktiklere geçilir. "Bizi dinleyin, endişelerimize kulak verin, yoksa İsrail'in eylemlerinden uzaklaşır, hatta belki de onları reddederiz." Böyle bir açıklama Kudüs'ün dikkatini çekecek ve diasporanın ihtiyaçlarına odaklanılmasını sağlayacaktır.
Daniel Pipes (DanielPipes.org, @DanielPipes) Orta Doğu Forumu'nun kurucusu ve Israel Victory: How Zionists Win Acceptance and Palestinians Get Liberated (Wicked Son) dahil olmak üzere çok sayıda kitabın yazarıdır. © 2025 Daniel Pipes. Tüm hakları saklıdır.

