Tanrı'nın İzinde: İslam ve Siyasi İktidar 1983, sayfa 48-49, 57-58'den alıntıdır.
İslam'ın idealleri çeşitli ve nettir; ancak uygulamada nasıl çalışırlar, inananlar bunları bütünüyle nasıl hayata geçirdiler? ... İslam'ın özele ve kamuya dönük emirleri arasında bir ayrım yapılmalıdır. Modern öncesi Müslümanlar genellikle İslam'ın özel hayatı ilgilendiren kurallarına uygun yaşama konusunda kendilerini başarılı buldular. Dünyanın her tarafında birbirinden farklı muazzam sayıda insan, hatta İslam'ın örf ve adetlerle çatıştığı yerlerde bile, Şeriatın katı yasaklarını kabul etti. Çoktanrıcılar tektanrıcı, tekeşliler çokeşli, anayerliler babayerli, anaerkiller babaerkil, öküze tapanlar etobur oldular, drahomanın yerini başlık parası ve alkolün yerini ise meyve suyu aldı.
Yerel örf ve adetler nadiren tümüyle terk edildi, ancak Müslümanlar evlilik töreleri, tatil kutlamaları ve kasaplık teknikleri gibi İslami uygulamaları büyük ölçüde paylaştılar. Uyulan şeri adetler genellikle daha az özeldiler, örneğin faize getirilen yasak veya mirası bölme gibi. Özel alanı düzenleyen emirlerin başarısı İslam'ın bireysel müminler üzerindeki gücüne büyük ölçüde yardımcı oldu. Sonuç olarak, İslam'ın ilgi çekiciliği büyük anlamda [Patricia Crone ve Michael Cook'un dediği gibi] "aile içinde erkeklerin dünyası" olmasında yatıyor; dini hukuk özel ihtiyaçları karşılayarak bütün bir yaşam şekli ile yakından özdeşleşmiş oluyor.
Ancak, Müslümanlığın kamu emirleri ile deneyimi başka bir konuydu. Modern öncesi tarihte herhangi bir dönem ya da bölge ile ilgili araştırma Müslümanların kendi mutlulukları için kamu ile ilgili düzenlemelere sürekli olarak uymakta başarısız olduklarını gösterir. Yedinci yüzyıl halifeliğinden 18. Yüzyılın köktendinci hareketlerine, İslam devletinin zorluğu kanıtlandı. Modern öncesi Müslümanlar Şeriatı kısa dönemler boyunca orada burada katı bir biçimde uygulayabildilerse de, genel deneyimleri hayal kırıklığı idi; genellikle şeri kamu idealleri ümmettin uzağında kaldı. Özele dair emirlerin uygulanması ile kamu emirlerinin uygulanmaması arasındaki dramatik karşıtlık, Şeriat tarihinin önde gelen isimlerinden Joseph Schacht'ın şunları yazmasına yol açtı:
Üç farklı yasal konunun ayırdına varabilmekteyiz ... derecesine göre Şeriatın hangi ideal teorisi kendisini uygulamada empoze etmeyi başardı. Aile hukuku (evlilik, boşanma, koruma ve c.) miras hukuku ve dindar vakıflar en güçlü olduğu alanlardı; ceza hukuku, vergi, anayasa hukuku ve savaş hukuku en güçsüz ve bir anlamda hiç var olmadığı alanlardı; sözleşmeler ve yükümlülükler hukuku ise tam ortada bir yerlerde duruyor.
…
Şeriatın uygulanmaması Müslümanları biri muhafazakar diğeri radikal iki yanıttan birini seçmekle karşı karşıya bıraktı: İçinde yaşadıkları mükemmel olmayan şartlara teslim olup ve statükoyu onaylayıp insanın zaaflarını kabul edebilirlerdi ya da Müslüman toplumu İslamcı ideallerle aynı çizgiye getirerek ve şeri bir ütopya yaratarak başarısızlıklarını bastırmak için ölümüne mücadele edebilirlerdi. İkinci opsiyon var olan hükümetlere başkaldırma ve onları şiddet yoluyla devirme, şiddetli ayaklanmalara neden olma ve büyük olasılıkla İslami hayat tarzını yok etme anlamına geldiği için Müslümanlar çoğu zaman meseleleri olduğu gibi kabul ederek nadiren bu rotayı seçtiler. Müslüman tarihin büyük bir kısmı boyunca, dinsiz hükümetlere karşı isyan etme isteği fitneyi önleme amacıyla reddedilmişti. [H.A.R Gibb'in açıkladığı gibi], "Seküler hükümetler İslam'ın sosyal kurumlarına müdahale etmediği ve Şeriatı resmen tanıdığı sürece, müminlerin vicdanı kızdırılmamış olacak ve istikrarlı ve evrensel bir Müslüman toplum inşa etme görevi devam edebilecekti."
Şeri hedefler ve insana dair gerçekler arasında bir denge oluştu ki, ben bunu birçok kıtada ve yüzyıllar boyunca kabul görmüş, ideal hedeflerin ve pragmatik eylemlerin son derece istikrarlı ve cazip kombinasyonu olan ortaçağ sentezi olarak tanımlıyorum. Bu mükemmel olmayan koşulları kabul etmek isteği geleneksel İslam olarak anılacaktır. Ortaçağ sentezini tatmin edici bulan gelenekçi Müslümanlar dini hukuku tümüyle uygulamaya kalkışmadılar. Onlar için Müslüman toplumun korunması hukukun tam olarak uygulanmasının yanında önceliğe sahipti. İyileştirmeler için baskı yaptılar, ama dikkatli ve kademeli bir şekilde, daha iyisinin peşinde giderken katlanılabilir bir durumu berbat etmemekten de emin oldular.
Gelenekçi tavrın merkezinde ulemanın, dini hukukun koruyucularının kısmi uygulamaya riayet etme isteği vardır. Müslümanlığın gereklerinin minimalist yorumuna göz yumarak ve uygulanamaz oldukları zaman kuralları eğip bükerek ideal ile gerçek arasındaki farkı katlanılabilir hale getirdiler. Müslümanlar arasında faiz yasağı açıkça pratik değildi; Müslümanlar ulemanın onayı ile şeri hukukun yükümlüklerini yerine getirirken faiz ödemelerine izin veren yasal hilelere başvurarak bu yasaktan kaçındılar.
Kamu düzeyinde de, bir bütün olarak Kuran'ın öğretilerini veya Hadis-i şerifleri etkileyecek ciddi bir girişimde bulunulmadı. Müslümanlar ümmetin geri dönülmez bir şekilde bölündüğünü, şeri onaylı vergilerin yeterli olmadığını, sadece bir halife değil bir çok kralın hüküm sürdüğünü ve daha bir dolu gerçeği kabullendiler. Kutsal kitaplar "kollektiviteyi bireyciliğin önüne koymak ve tek tek müminlere eşit davranmak konusunda güçlü bir eğilime sahip olabilirler" [buna Elle Kedourie dikkat çekiyor] ama "bu eğilimler genel olarak geleneksel İslam'da siyasi veya ekonomik sonuçlara sahip değiller." Özellikle zenginlik ile ilgili olarak, "Müminlerin Kardeşliğini ekonomik terimlere dönüştürecek ciddi ve sürekli bir girişim yapılmadı."
[Bernard Lewis'in işaret ettiği gibi], siyasette, ulema hemen hemen her hükümdarı kabullendi:
Hukuk uzmanları birbiri ardına kötüleşen bir gerçeklikle sonunda hukuki anayasa kuramının bütün sistemi zımnen terkedilene ve etkili herhangi bir otoritenin prensiplerine dayalı yeni bir yaklaşım tasarlanana kadar [muhtelif] düzenlemeler yaptılar ki, ister elde edilmiş ya da ister denenmiş olsun kontrolsüz özel şiddetten daha iyiydi. "Zorbalık anarşiden daha iyidir" sözü hukukçuların favori bir teması oldu.
Bu kaçınılmaz olarak Müslümanların hükümetlerine yönelik yaygın bir tutumu haline geldi. Darülharp'ta yaşayan Müslümanlar arasında benzer gerçekçi tutumlar gelişti ve isyan etmekten daha ziyade kafir iktidara katlandılar.
Uygulamama o kadar evrensel hale geldi ki, bir Müslüman dini kuralın kendi başına taşıdığı değeri anladıkça uygulanmasını daha az bekler oldu. Snouck Hurgronje göre, "Müslüman toplumun bütün sınıfları uygulamada dini kurallara teoride gösterdikleri saygıya eşit ölçülerde topyekun bir aldırmazlık gösterdiler." Hukuk hakkında bilgili oldukları kadarıyla ulema "son karşı çıkılacak olandı", genel farkındalıkları Şeriatın "hiçbir zaman uygulamaya konmamış" olduğu idi, buna karşılık "onlar tarafından yorumlanan kuralların sadece çağdaşlarından daha iyi bir toplum için uygun olduğu gerçeğini" vurguladılar ve tümüyle şeri bir toplumu uzak bir geleceğe havale ettiler. Kanunlar ile ilgili tartışmalar "ideal ve gerçek arasında giderek daha genişleyen ayrılma üzerine iç geçirmeler ve umutsuzlukla doludur", ama yine de Müslüman hukukçular bu durumu normal ve doğal kabul ettiler.
Ortaçağ sentezinin kabulü, ister Darülislam ister Darülharp'ta olsun, Müslümanlar, şeri bakış açısından bakıldığında genellikle her ne kadar yetersiz kalsalar da var olan hükümetlerin kontrolüne teslim oldular. Şeri hedefler istikrar ihtiyacı yüzünden önemsizleştikçe, siyasi otoriteye itaat bir norm oldu ve statükonun korunması karşı konulmaz bir şekilde muhafazakar bir siyasi ortam yaratarak kendi içinde sonuç haline geldi.