In the Path of God/Allah'ın Yolunda (New York: Basic Books, 1983), 8. Bölümden bir kesit, "Muslim Anomie/Müslüman Anomi," sayfa 176-82
Bu analizin bir özeti için, "Female Desire and Islamic Trauma," The New York Sun, 25 Mayıs 2004 tarihli makalemi görebilirsiniz.
İslam'ın özel hayata ilişkin birbiriyle çelişen gelenekleri Müslümanların Avrupa'ya ve çağdaşlığa karşı olan tutumlarını da etkiledi. Batıda oldukça yaygın olan (antinomianism) ahlak kurallarının gereksizliği felsefesinin pek çok kuralı geçersiz kılması Müslümanların içine şöyle bir korku saldı: cinsiyetler arasındaki ilişkilerde Batılı etkiler hakim olacak ve Müslümanlara özgü gelenekçi toplumsal bağlarını zayıflatacak. Siyasi alanda olduğu gibi bu alanda da iki uygarlık neredeyse tamamen uyumsuzdu ve Avrupa ve Amerika'nın yaptığı etkiler İslam aleminde çok özel bir kaygıya neden oldu. İslamileşmiş uygarlıklar cinsel ilişkiyi doğrudan doğruya kamusal alanın bir parçası olarak gördükleri için bu kaygı kritik siyasi bir ehemmiyete sahipti.
Yakın zamana kadar, Hıristiyan Batı'da erkeklerin ve kadınların cinsel ilişkiyi farklı deneyimlediği farz ediliyordu. Kadının cinsel ilişkiden haz almadığı sadece katlandığı düşünülürken erkeğin avcılık, baştan çıkarma ve saldırganlık özelliklerini aktif olarak yüklendiği kabul ediliyordu. Sadece son zamanlarda, Batı Hıristiyan kültürden uzaklaştıkça kadınların da aktif cinsel arzulara sahip olduğu düşüncesi rağbet görmeye başladı. Müslümanlığın çağdışılık konusundaki namı dikkate alındığında, İslamileşmiş uygarlıkların kadını sadece cinsel arzuya sahip biri olarak tanımlamaması ve kadını erkekten çok daha tutkulu olarak görmesi ironiktir. Nitekim gelenekçi İslam aleminde kadının yerini bu anlayış belirlemiştir.
İslamileşmiş görüşe göre, erkekler ve kadınlar cinselliğin paydaşlarıdırlar. İki cinsiyet te bedenlerini benzer aşamalardan geçirerek beraberinde benzer fiziksel zevk ve hazzı getiren cinsel birleşmeyi arzularlar. Batının cinsel ilişkiyi erkeğin kadın üzerinde egemenlik kurduğu bir savaş alanı olarak gördüğü gelenekçi görüşünün aksine, Müslümanlar cinsel ilişkiyi içinde şefkat barındıran ortak bir zevk olarak görürler. İslamileşmiş uygarlığın temel düşünürlerinden biri olarak görülen Ebu Hamid el-Gazali (1050-1111) cinsel hazzı "cennette erkeklere vaat edilen hazların bir ön tadımı" ve "erkekleri tahrik etmek için güçlü bir motivasyon ... cennete ulaşmak için Allah'a tapmak" diyerek göklere çıkarmıştır. Cinsel tatmin uyumlu bir sosyal düzen ve gelişen ilerleyen bir uygarlığa doğru götürür.
Kadınların seksten hoşlanmadığını savunan geleneksel Batı düşüncesinin aksine, Müslümanlar kadınların arzularının erkeklerinkinden çok daha güçlü olduğuna inanırlar. Müslümanlar çoğunlukla "kadını avcı ve erkeği" kadının tutkularının "pasif bir kurbanı" olarak görmektedirler, cinsel ihtiyaçları kadını "akılsızlığın ve yozlaşmanın sembolü, doğanın kutsal olmayan bir kudreti ve şeytanın müridi" yapar. Bu görüş kadının güçlü fiziksel kapasitesinden kaynaklanıyor ve kökü Muhammed'in deneyimlerine kadar gidiyor olabilir. Ancak, kökeni ne olursa olsun, kadın cinselliğinin toplum için gerçek bir tehlike teşkil edecek kadar güçlü olduğu düşünülmüştür. Aynı zamanda İslamileşmiş uygarlık cinsel tatmini teşvik eder ve serbest kadınları Allah'ın emirlerini (erkekler çok daha ağır dini yükümlülükler taşıdıkları için) yerine getirmeye çalışan erkeklerin karşı karşıya olduğu en büyük sorun olarak da görür. Azgın arzuları ile bir araya gelen dayanılmaz çekicilikleri kadınlara erkekler üzerinde Allah ile rekabet eden büyük bir güç verir.
Kendi başlarına bırakıldıkları zaman, erkekler rahatlıkla kadınların kurbanı olabilir ve Allah yolundan ayrılabilirler. Bu durum inananlar arasında fitneye ve sivil karmaşaya neden olacaktı. Fitnenin Müslüman yöneticiler arasında yarattığı bu sıkıntılı durumun Müslümanların siyasete karşı tutumlarını belirlemesi gibi fitne korkusu da özel hayat üzerinde ağırlığını koyar. "Cinsellik uyumlu bir şekilde ifade edildiği ve engellenmediği sürece İslam ve cinsellik arasında herhangi bir sorun yoktur. İslam'ın negatif ve toplum düzenine aykırı olarak gördüğü şey kadındır ve fitneyi kadının gücünün yarattığını düşünür." Daha açıkçası, "bir erkek ne zaman bir kadınla karşılaşsa fitne ortaya çıkacağından" dolayı Arapça'da fitne güzel kadınlar için de kullanılan bir terimdir. Müslümanların kadının arzularının anarşiye yol açacağı korkusu Fatima Mernissi'nin kadınları düşmanla aynı kefeye koymasına yol açar: "Müslüman toplumsal düzen iki tehdit ile karşı karşıyadır: dışarda kafir ve içerde kadın." İnananların cinsel eylem konusunda az da olsa bu tür bir sıkıntı hissetmelerinin nedeni kadınların yarattığı tehlikelere kafayı takmış olmalarıdır. "Tüm Müslüman sosyal yapı kadın cinselliğinin yıkıcı gücüne karşı bir saldırı ve savunma olarak görülebilir."
Bunu modern zamanlar için çok önemli olan iki husus takip eder. İlki, İslamileşmenin cinsel eylem üzerindeki kısıtlamaları ahlaki kaygılardan ziyade toplumsal dokuyu koruma kaygısı tarafından motive edilir. İkincisi, İslamileşmiş toplum kadın cinselliğini "kadının güçlü ve tehlikeli olduğu varsayımına dayanan ... bütün bir sistem" baskı altına almak için bir dizi kurumsal mekanizmalar geliştirmiştir. Bu mekanizmaların temel unsuru kadınları erkeklerden uzak tutmak, romantik aşkı engellemek ve kadını güçsüzleştirmekti. İslamileşmiş uygarlıklar işe kadınların müsait olan her erkeği baştan çıkaracakları varsayımı ile başlar ve toplumu cinsler arasındaki teması azaltarak ve cinsler arasına mesafe koyarak bunun gerçekleşmesini engelleyecek şekilde düzenler. Şeriat'a göre yalnız bırakılan bir erkek ve bir kadının cinsel ilişkiye girecekleri varsayılmalıdır; bu nedenle, bunun gerçekleşmesini engellemeye yönelik her şey yapılmalıdır. (Tabii ki, bunlar olması beklenen beklentiler, cinselliklerini kontrol edemeyeceklerini düşünen Müslümanlar hiç denemeyebilirler bile. )Böylece cinsler arasındaki fiziksel ayırım İslam alemindeki günlük hayatı belirler; her erkek ve kadın potansiyel olarak birbirine cinsel çekicilik hissedeceğinden birbirlerinden ayrı tutulmalıdır.
İslamileşmiş uygarlık kadınların evde kalmasını teşvik eder ve hizmetçileri olan, evde her türlü olanağa ve sosyal saygınlığa sahip, yıllarca evin dışına çıkması gerekmeyen ideal kadını el üstünde tutar. Bütün bunları yapabilecek imkana sahip her erkek kadınlarını evde tutar. Evin kendisi kadını akrabası olmayan erkeklerden uzak tutmak üzere planlanmıştır. İslamileşmiş evlerin dış duvarları vardır, pencereler iç avlulara açılır ve böylelikle mahremiyet artar. Evin içinde, harem kadınları binanın içinde erkeklere ait, akraba olmayan erkeklerin girebileceği alanlardan uzak tutar.
Peçe—"sokaktaki kadının görünmez olduğunun bir ifadesi—dışarısı erkeklere ait olduğu için kadını içinden geçtiği erkek alanından siler ki, kadın bu alanda izinsiz olarak vardır:
Kadın erkeğe ait alandan daima izinsiz geçen biridir çünkü kadın doğası gereği bir düşmandır. Bir kadının erkeğe ait alanı kullanmaya hakkı yoktur. Eğer kadın bu alana girerse erkeğin düzenini ve huzurunu bozuyordur. Olmaması gereken bir yerde olarak erkeğe karşı saldırganca bir eylemde bulunuyordur. Geleneksel olarak erkeğe ait alandaki bir kadın erkeği zina yapmaya teşvik ederek Allah'ın emirlerine karşı gelir. Bu karşılaşmada her şeyini, huzurunu, kararlılığını, Allah'a olan bağlılığını ve sosyal prestijini kaybedecek olan erkektir.
Kadınların sadece alışveriş, banyo veya akrabaları ziyaret etme gibi belirli nedenlerle dışarıya çıkmaları gerekir.
Evli çiftler arasındaki romantik aşk evli olmayan erkekler ve kadınlar arasındaki gündelik iletişim tehdidi ile eş değerdedir. Karısına tutku ile bağlı bir erkeğin Allah'a olan görevlerini ihmal etmesi mümkündür. "Heteroseksüel bağlılık, gerçek aşk aşılması gereken bir tehlikedir"; böylece İslamileşmiş hayat karı-koca arasında güçlü duygusal bağların gelişmesini engeller. İlgi alanlarını kesin çizgilerle ayırarak aralarındaki teması azaltır; erkekler din ve iş hayatı ile kadınlar ise ev ve aile ile ilgilenirler. Kadın genellikle ne kocası ile yemek yer, ne kocasına evin dışında eşlik etmez, ne de birlikte çocukları ile zaman harcarlar. Kocanın kadının üzerindeki geniş yetkileri ilişkilerinde dengesizlik yaratır; kadın çoğunlukla bir eşten ziyade bir hizmetkardır. Erkek kadını haber vermeden boşayabilir veya başka bir kadınla evlenebilir. Çok karılık kadın ve erkek arasında güçlü bir bağ geliştirme olasılığını azaltır. Özellikle yaşlı erkekler ile genç kızlar arasındaki anlaşmalı evlilikler karı koca arasında kuvvetli bağların oluşma olasılığını azaltır. Anne ile oğul arasındaki güçlü duygular karı ve koca arasındaki ilişkiyi zorlaştırır. Eşiyle ilişki kuramayan kadın dolu dolu bir duygusal bağ için oğluna döner. İslam'ın etkisi o kadar geniştir ki, eşlerin beraber neredeyse çok az zaman harcamalarına ve aralarındaki duygusal bağın azalmasına neden olur.
Güçsüzlük kadının toplumun temellerini tehdit etme yetisini engelleme görevi de görmektedir. Bir koca istediği zaman karısını boşayabilir; ama kadın kocasını boşayabilmek için önce davasını erkek bir hakime götürmek ve kendisi kocasına karşı dava açamayacağından hakimi kendisini kocasından boşaması için ikna etmek zorundadır. Kadın babası, kocası, erkek kardeşi ya da başka bir erkek akrabasının hamiliği aracılığı ile harekete geçebilir. Kadın kendi başına seyahat edemez ya da çalışamaz. Evlenmek için bile hamisine bağımlıdır; pek çok İslami düğün töreninde birbirlerine karşılıklı olarak sözleri erkek ve kadın değil, damat ve gelinin hamisi olan iki erkek verir. Hami kadının izni olmadan evlilik sözleşmesini fesih edebilir. Şeriat bir kadının mahkemedeki şahitliği yarım bir erkek şahitliğine eş değer bulur (bu da kadını köleler ve Müslüman olmayanlar ile aynı kefeye koyar.) Kocanın oyunlarının kadını bunalttığı, erkek çocukların ve fiziksel babalığın önemine yoğunlaştığı kocanın ailesinin yanına taşınma geleneği de güçsüzlüğün diğer işaretleri arasındadır. Böylece, "tüm cinsel kurumlar (çok eşlilik, boşama, cinsel ayrımcılık vb.) [kadının] gücünü engellemek için kullanılan birer strateji gibi algılanabilir."
Genel olarak, Müslümanlar erkek-kadın ilişkilerinde İslami ideallere göre davrandılar; ve İslami ideallere göre çalıştılar. Cinselliği ilgilendiren konularda "Müslüman ideoloji ile Müslüman gerçeklik arasındaki geleneksel ahenk" özel hayatı ilgilendiren konularda ümmete kamu hayatında olmayan bir tatmin verdi. Erkekler genel olarak kendilerini Allah'a kadınlardan daha fazla adadılar. Ancak bu da, kadınların kendilerini bu kısıtlamalardan kurtarıp erkekleri Şeriat'ın yolundan uzaklaştırabilecekleri ve böylelikle toplumu yıkabilecekleri korkusu daima var olduğundan sürekli bir tetkikte olma durumunu da ortaya çıkardı. İslam alemi Avrupa'nın kontrolüne girdiği zaman bu korkular ikiye katlandı.
Son yüzyıllarda erkek-kadın ilişkilerindeki Batılı kalıplar İslam aleminin kalıpları ile neredeyse sürekli çatıştığından İslami idealler ve Müslüman gerçeklik arasında bir uçurum yarattı. Batılılar dünyayı erkeklerin ve kadınların alanları olarak iki bölmüyorlar: kadınlar erkeklere görünüyorlar, bütün bir evi paylaşıyorlar ve caddeye bakan pencerelerden kaçmıyorlar. Erkekler ve kadınlar beraberce sosyal ortamlarda bulunuyorlar ve yetişkinler çoğu zaman bu tür ortamlarda kendilerini karşı cinsten biriyle yalnız kalmış buluyorlar. Kadınları evde tutmak bir amaç değil ama karı-koca arasındaki güçlü bağı cesaretlendiren romantik aşk bir amaç. Tek eşlilik, ağır boşanma kuralları, çekirdek aile ve aynı yaştaki çiftlerin hayatlarını birleştirmesi evlilik birimini cesaretlendiriyor. Batılı kadınlar erkekler ile aynı yasal hakları, istedikleri gibi yaşama, çalışma, seyahat etme ve evlenme haklarını yavaş yavaş kazandılar. Batıdaki son gelişmeler İslamileşmiş yolla doğrudan zıtlık içindedir; İslam aleminde yalnız seyahat eden kadınlar, İslam alemindeki otel ve tatil köylerinde kadın-erkek karışık yüzme, açık saçık mayolar, reklamlardaki cinsel çağrışım, kitap, film ve video kasetlerdeki pornografi. Her iki tarafta karşı tarafın eylemlerini barbarca görme eğiliminde: eğer Batının hafif meşrepliği Müslümanları korkutuyorsa, Suudi Arabistan kralı Abdülaziz'in üç karısının olması Batı için daha az şok edici değil. Bunlar gelişigüzel farklılıklar değiller, bunlar Hıristiyan ve İslami dinler arasındaki temel zıtlıktan kaynaklanırlar: ahlaka verilen önem karşısında hukuk kurallarına verilen önem. Cinsel eylem üzerindeki denetlemeler doğrudan bu farkı yansıtır.
Batı seksi öncelikle ahlak standartlarını erkekler ve kadınlara telkin ederek sınırlar ve "sosyalleşme sırasında cinsel yasakların güçlü içselleştirilmesi" yoluyla cinsel kısıtlamaları güçlendirir. Hıristiyanlar uzun süre cinselliği günahkarlık ile ilişkilendirdiler. "Evlilik öncesi iffetin ve evlilik sonrası sadakatin içselleştirilmesi önlerine bir fırsat çıktığında evlilik dışı ilişki ya da zina yoluyla özgürlüklerini ihlal etmeyi önlemeleri için yeterli olacaktır." Eski ahlak kuralları Batılılar arasında artık geçerli değildir, bunların yerini yeni ahlaki ve kişisel etmenler almıştır; bu etmenler daha rahat olmasına rağmen genellikle küçük bir oranda cinsel aktiviteyi sınırlamaktadır.
Müslümanlar ise aksine, cinsiyetleri dizginlemek için "dış ihtiyatı önlemlere" bağımlıdır, "evlenmemiş kızları eve kapatma ya da dışarı çıktıklarında onlara başka koruyucu refakatçılar sağlama, tesettür, haremde gözden uzak tutma ve sürekli gözetim gibi harici metotlarla ile zinayı kontrol etme." Görüldüğü üzere, İslam içselleştirilmiş ahlaki prensipler telkin etme yerine cinsiyetleri birbirinden ayrı tutmak için fiziksel sınırlamalar koyar, günahı sert bir şekilde cezalandırır, özellikle kentsel bölgelerde karşı cinsten evlenmemiş kişilerin buluşmasını oldukça zorlaştırır. Batı uygarlığı hataları engellemek için kişisel suçluluk duygusuna güvenirken İslam alemi toplumsal ayıp duygusuna dayanmaktadır.
Bu fark günlük hayatta yolunu bulmak için dini kurallardan medet uman insanlar için, içselleştirilmiş ahlaki standartlarla karşılaştıklarında yönlerini çok sık kaybetmelerinden dolayı sorunlar yaratır. Şeriat'ın sayısız kuralına alışkın Müslümanlar çevreleri tarafından kontrol edilmeyi beklerler. Beklendiği gibi, kendilerini Batılı koşulların içinde bulan her iki cinsiyetten Müslümanlar temel kuralları yanlış anlarlar ve oradaki özgürlüğü canları ne isterse onu yapabilme olarak algılarlar; bu da istenmeyen davranışlara yol açabilir. Böylece, Müslüman bir erkek Batılı kadınların görünüşteki müsaitliğini yanlış anlayabilir ve kadının sarkıntılığa karşı verdiği kızgın tepkiler karşısında şaşkınlığa düşebilir.
Batının davranış şekli Batılı hemcinsleri gibi haklara ve özgürlüklere sahip olmak isteyen kadınlar ve kadınlarla mekânsal ve ruhsal anlamda çok daha yakından ilişkiye girmenin heyecanını duyan erkekler de dahil olmak üzere bazı Müslümanların sürekli olarak ilgisini çeker. (Ancak Müslüman erkeklerin kendi eski güçlerini aynı şekilde korumak istediklerinin de altını çizmek gerekir.) Diğerleri Batının etkisinin yaratacağı sonuçlardan çok korkarlar: aşırı tutucular için farklı cinsiyetleri yanyana getirmek erkeğin Şeriat'a uygun yaşama yeteneğini tehdit eder; aşırı tutucu olmayanlar sorunu daha ayrıntılı, İslamileşmiş bir yönden görürler—ancak hepsi için erkek ve kadın arasında düzenlememiş bir iletişim toplumsal yaşamın temellerini tehdit teşkil eder. Batılı etkilere direnme ahlaki korkulardan çok İslamileşmiş toplumu yok edebilecek zincirlerinden kurtulmuş güçlere karşı duyulan korkudur. Batılı yolu kabul etme isteksizliği çoğunlukla siyasi kaygılardan kaynaklanır ve Müslümanlar "erkek-kadın ilişkilerindeki her hangi bir değişikliği ümmetin gücüne yönelik bir tehdit [olarak]" görürler. Cinsiyetler arasındaki ilişkinin siyasi boyutları ile ilgili endişeler Müslüman hayatın ta içine işler. Bu yüzden, Faslı bir adam 1971 yılında bir danışmanlık hizmetine sevdiği kadınla evlenmesinin önünde duran zorlukları anlatan bir mektup yazdı: "Hayatımı bu kadın olmadan düşünmek artık imkansız ve eğer ondan ayrılmayı denersem kendimi sadece benim için değil bütün Müslüman ümmet ve hatta Müslüman dini için de tehlikeli bir durumun içinde bulabilirim." Fabrikada çalışan kızların çektirdiği çıplak fotoğraflar ile ilgili skandal gündeme geldiğinde Malezya'nın Selangor eyaletinin bakanı meseleyi "komünizm kadar tehlikeli ve suçluların yarattığı bir tehdit" olarak nitelendirdi.
Batının cinsiyetler arasındaki ilişkiler üzerinde yarattığı tesir kişisel hayattan çok daha fazlasını etkiler; İslamileşmiş düzeni zayıflatarak pek çok Müslümanın Batı ve çağdaş yaşamla ilintili her şeyden herhangi bir siyasi ideolojiden korktukları kadar korkmasına neden olurlar. Batı sadece kafirler gibi dış bir tehdit teşkil etmez, aynı zaman içsel bir tehdidi olan kadınla mücadele eden İslamileşmiş mekanizmaları zayıflatır.
Batının ahlak kurallarını reddetmesi özel hayatın diğer alanlarında da benzer etkilere sahiptir, Şeriat'ın domuz eti, alkol, uyuşturucu, kumar ve faiz ile ilgili koyduğu yasaklarını zayıflatıyor. Kuralları çiğneyen Müslümanlar yerine kişisel bir ahlak kodu koymazlar ve kendilerini zincirlerinden kurtulmuş bir hazzın etkisine bırakırlar. Özgürlükleri ve kişisel ahlakı bağımlılık ile karıştıran bazı yanılgılı Müslümanlar güven, saygı ve dürüstlük gibi en temel ahlaki kuralları bile umursamamaya başlarlar. Bu alışkanlıklar çok anlaşılır bir şekilde Batılı adetlere kötü bir ün vermektedir. Kurallara uymayan Müslümanların ahlak kavramlarının gelişmemiş olması dindar Müslümanların katı bir şekilde Şeriat kurallarına göre yaşama kararlılığını onaylar. Bu durum Müslüman toplumları aşırı tutucular ve Batılılar, dindarlar ve dindar olmayanlar, ahlaklılar ve ahlaksızlar, kendine hakim olanlar ve hazcılar olarak ikiye ayırır. Sadece bir kaç kişi (bunların çoğu da üst sınıflardan gelir) kendilerine Batı-stili ahlaki fakat dindar olmayan davranışın merkezinde bir yer bulurlar. Müslümanların reformculuğun puslu ortak paydasında karar kıldığı siyasi alanın aksine, özel biçemler ümmeti kutuplara ayırır, böler ve istikrarsızlaştırır.