Bugün İslam ve Batı konusunu tartışmak için çok elverişli bir tarih, çünkü klasik hesaplamayla bugün, tam 200 yıl 1 gün önce İslam'ın modern öncesi döneminin aniden sona erdiği tarih. Yarın, 1 Temmuz 1798'de Napolyon Mısır'a ayak bastı. Bu Müslüman dünyanın Avrupa'yı daha çok farkına vardığı tarihti ve bu tarihten sonra Avrupa Müslüman dünya üzerinde her zamankinden çok daha dramatik ve doğrudan bir etkiye sahip oldu. Eğer herhangi bir tarih yeni bir çağın başlangıcını tanımlayacaksa, o tarih bu tarihtir.
Bize "İslam Batı medeniyeti ile uyumsuz mu?" sorusu yöneltildi. Bu soruya kolaylıkla "hayır" diyebilirim. İki din ya da iki dine dayalı medeniyetlerle ilgili uyuşmayan hiçbir şey yoktur. Her ikisi de çok engin konulardır ve pek çok gerginlik noktasına sahiplerdir, böyle bir genelleme seviyesinde tartışırsak oldukça gereksiz bir saat harcamış oluruz.
Bunun yerine, fikirlerin ve ideolojilerin çatışmasına odaklanmak istiyorum. Bu çatışma Ayetullah Humeyni'nin Salman Rüşdi ile ilgili çıkardığı fetvanın ardından açıkça görüldü. Popüler beklentilerin aksine, 1989 yılındaki hatlar Müslümanlar ile Batılılar arasında değil, Ayetullah'ı destekleyenler ya da bir şekilde ona sempati duyanlar ile ona karşı olanlar arasında çizilmişti. Her iki tarafta da pek çok Müslüman ve Batılı bulunabilir. Bu da dinin değil fikirlerin önemli olduğunun göstergesidir.
Bu bağlamda en fazla önem taşıyan fikirler köktenci İslam olarak bilinen İslamcılığın fikirleridir. Bu nedenle, bana sorulan soruyu biraz adapte etme ve "İslamcılık Batı medeniyeti ile uyumsuz mu?" sorusuna dönüştürme özgürlüğümü kullanacağım. Şimdi cevap olarak "evet" diyebilirim. İslamcılık ve Batı arasında çok zor ve düşmanca bir ilişki var. Bu noktayı biraz daha detaylı incelemek için üç konuya hızla değinmek istiyorum: (1) İslam (2) İslamcılık (3) Amerikalılar ve ABD hükümeti tarafından İslamcılığa verilecek uygun bir yanıt.
İslam
İslam söz konusu olunca, bugün bir milyara yakın mensubu olan geleneksel İslam'ın derin ve baki cazibesini anlamakla işe başlamak gerekir. İslam'a mensup olanların dinlerine olan sadakatleri inanılmaz: Neredeyse hiçbir Müslüman inancını başka bir inanç için asla terk etmiyor. Akademisyen Patricia Crone "erkeklerin ve ailelerinin dünyasının" oldukça cazip olduğunu söylüyor. Benzer bir şekilde, Ayetullah Muhammed İmam Kashani, "İslam'ı gerçekten anlayan bir Batılı Müslümanların hayatına gıpta edecektir" demiştir. Ben, kendim iki sene önce Kahire'de Şeyh Ahmet Hasan el Baquri'den ders aldım ve kurslar boyunca dinin bugüne kadar derlenmiş bilgelik, mantık ve cazibesi hakkında doğrudan bilgi sahibi oldum.
Ancak bizim ele almamız gereken sorunlar 200 sene önce başladı. İslam dini aslında bir başarı dinidir; kazananların dinidir. Muhammet Peygamber Mekke'den M.S. 622'de kaçtı ve bu tarihten sadece sekiz sene sonra 630 yılında bu kez Mekke'nin hükümranı olarak geri döndü. Müslümanlar Arabistan'da gizli bir grup olarak ortaya çıktılar ve bir asır içinde İspanya'dan Hindistan'a kadar bir bölgeye hükmettiler. 1000 yılında, dünyevi başarı dizininin neresine bakılırsa bakılsın—sağlık, zenginlik, okur-yazarlık, kültür, iktidar gibi—İslam her zaman en baştaydı. Bu ilişki alışılmış ve beklenilir hale geldi: Müslüman olmak Allah'ın sevgili kulu yani kazanan olmak demekti.
200 sene önce başlayan modern tarih travması başarısızlığa da sahipti. Başarısızlık Napolyon İskenderiye'ye ayak bastığında başladı ve o zamandan beri neredeyse hayatin her alanında—sağlık, zenginlik, okur-yazarlık, kültür ve iktidar—devam etti. Müslümanlar artık en tepede yer almıyorlar. Kudüs müftüsünün birkaç ay önce belirttiği gibi, "Önceden dünyanın efendisiydik ve şimdi kendi camilerimizin bile efendisi değiliz." Wilfred Cantwell Smith'in kırk yıl önce çığır açan Islam in Modern History [Modern Tarihte İslam] isimli kitabında işaret ettiği gibi büyük travma buradan kaynaklanıyor.
Bu travmaya üç temel tepki verildi—bir şeyleri düzeltmek için üç temel çaba gösterildi: apaçık bir şekilde Batıdan etkilenen ve İslam'ı özel alana indirgemek anlamına gelen sekülarizm; Batının gücünü Müslümanlardan çalmak suretiyle elde ettiğini ve bu yüzden Müslümanların gücü geri alabileceğini söyleyen Batıdan alıp kendine mal etme anlamına gelen orta yolcu yenilikçilik; ve İslami yola geri dönülmesini vurgulayan ama belki bunu yapmayı çok istemese de büyük oranda ve üstü kapalı bir şekilde Batı'dan etkilenen İslamcılık.
İslamcılık
İslamcılık insanın İslam'ın kutsal hukukuna tam olarak biat etmesini gerektiren ve bazı istisnalar dışında (askeri ve tıbbi teknolojilere erişim gibi) dışardan gelen etkileri mümkün olduğunca reddeden bir ideolojidir. Gayrimüslimlere karşı derin bir kin ile doludur ve Batı'ya karşı özel bir düşmanlığı vardır. Bir din ve medeniyet olan İslam'ı bir ideolojiye dönüştürme anlamına gelir.
"İslamcılık", faşizm ve milliyetçilik gibi bir "izm" olduğu için kullanılması oldukça uygun bir terimdir. İslamcılık, İslam'ın içindeki siyaset, ekonomi ve askeri sorunlara yönelik ufak tefek konuları sürekli ve sistematik bir programa dönüştürür. Müslüman Kardeşler'in liderinin bir kaç yıl önce belirttiği gibi, "Müslümanlar ne sosyalist ne de kapitalistlerdir; Müslümanlardır." Müslümanları Hıristiyan ya da Yahudilerle değil sosyalist ve kapitalistler ile karşılaştırmasını oldukça çarpıcı buluyorum. İslamcılık devlet gücüne yaklaşmanın ve gücü kontrol etmenin bir yolunu sunar. Mecburi amaçlar için devletin gücüne açık ve net bir şekilde güvenir.
Bir diğer deyişle, yirminci yüzyılın bir diğer radikal ütopik projesi İslamcılıktır. Marksizm-Leninizm ya da faşizm gibi devleti kontrol etmenin, toplumu yönetmenin ve insanı yeniden yaratmanın yöntemini sunar. Totaliterliğin İslam ile tatlandırılmış bir versiyonudur. Elbette ayrıntılar daha önceki versiyonlardan farklıdır ama nihai amaç çok benzerdir.
İslamcılık aynı zamanda geleneksel İslam'ın tam manasıyla dönüştürülmesidir; yenilikçiliğin bir aracı olarak hizmet eder. İdeoloji çiftçilerin geleneksel endişeleri ile değil, kentsel yaşamın, çalışan kadınların ve diğer en modern sorunlar ile uğraşır. Fransız bilim adamı Olivier Roy'un dediği gibi, "İslamcılık Müslüman toplumların modernleşmesine bir tepkiden ziyade bunun bir ürünüdür." İslamcılık bir ortaçağ programı değil, yirminci yüzyılın stresine ve gerginliklerine yanıt veren bir programdır.
Bununla birlikte İslamcılık geleneksel İslam'dan oldukça değişiktir. Bir örnek: Geleneksel İslam'da kutsal hukuk bir Müslümanın nerede olursa olsun takip etmesi gereken kişisel bir hukuk iken, İslamcılık yaşanılan yere bağlı olarak Batı tarzı coğrafi bir hukuku uygulamaya çalışır. Geleneksel olarak bir Hıristiyan'ın Müslüman olmadığından dolayı alkol içme hakkına sahip olduğu Sudan örneğini ele alalım. Ancak mevcut rejim alkolü tüm Sudanlılar için yasakladı. İslamcılık Batı toplumu böyle bir mekanizmayla çalıştığı için İslam hukukunun bölgesel olduğunu varsayar.
Ayrıca İslamcılığın zenginlik ya da yoksulluk ile ilişkisinin az olduğunu, yoksunluğa bir cevap olmadığını söylemek isterim. Gelir ve İslamcılık arasında belirgin bir bağlantı yoktur. Hareket daha çok modern hayatın pürüzleri ve karışıklıkları ile mücadele eden yetkin insanlar tarafından yönetilir. İdeoloji öncelikle modern insanlara hitap etmektedir; pek çok İslamcı liderin (örneğin Türkiye ve Ürdün'de) mühendis olmasına daima hayranlık duyduğumu belirtmek isterim.
İslamcılık şu an itibariyle muhteşem bir güçtür. İran, Sudan ve Afganistan'da hükümetleri yönetiyor. Cezayir, Mısır, Türkiye, Lübnan ve Filistin Otoritesi içinde. önemli bir muhalif güçtür. (Benim anladığım kadarıyla Suudi Arabistan ve Libya İslamcı değiller.) Dünya çapında Müslüman nüfusun yüzde 10'unun İslamcı olduğunu tahmin ediyorum. Ancak oldukça aktif bir azınlık ve sayılarına göre daha büyük bir erişime sahipler. İslamcılar burada, Amerika Birleşik Devletleri'nde de bulunuyorlar ve çarpıcı derecede Amerikan İslam'ın söylemine yön veriyorlar.
İslamcıların İran, Sudan ve Afganistan'da gösterdikleri başarı başka yerlerde de iktidara gelerek yönettikleri halklar ve Amerika Birleşik Devletleri için devasa sorunlar yaratacaklarını gösteriyor. Ulaşabilecekleri güç ekonomik küçülmeye, kadınların baskı altına alınmasına, korkunç insan hakları ihlallerine, silahlanmanın yayılmasına, terörizme ve Amerikan karşıtı ideolojinin acımasızca yayılmasına neden olacaktır. Kısaca, haydut devletler önce kendi vatandaşları sonra da dış dünya için tehlikeli hale gelecektir.
Politik Çıkarımlar
Büyük bir savaş Müslüman dünyanın ruhunda seyir halinde. Bu savaş Batı ile Müslüman dünya arasında değil, bu savaşta biz Batılılar sadece görgü tanıklarıyız. Savaş özünde Müslümanlar arasında, Humeyni ile Atatürkçü eğilimler arasında. Hangisinin kazanma olasılığı var? Kemalist Türkiye'deki hararetli yeni düşünceler İslamcı iken, İslamcı İran'daki hararetli yeni düşüncelerin seküler olduğunu gözlemlemek çok garip. Bu da Müslüman dünyada var olan kargaşaya ve dinamik gelişmelere işaret ediyor.
Batı'nın bu savaştaki seyirciliğine rağmen çıkarlarımızı korumalıyız. En başta İslamcılığa yönelik strateji geliştirirken çok belirgin ve aralıksız olarak İslam ile İslamcılık arasındaki ayırımı yapmamız gerekiyor. Ben İslam'a değil İslamcılığa karşı bir politika geliştirilmesinden bahsediyorum. Devletler dine yönelik politikalara sahip değillerdir ama ideolojilere tepki verirler. Amerikan hükümeti ve Amerikan halkı bu ayrım konusunda net olmalıdır.
Bunu belirttikten sonra, ABD hükümetinin atması gereken bazı adımlar var:
- İslamcıları kontrol altında tutan devletleri destekleme ve teşvik etme. İslamcıları iktidardan uzak tutmak hem onların ve hem de bizim çıkarımızadır.
- Hali hazırda İslamcı olan devletlere kendi halklarına ve diş dünyaya yönelik saldırganlıklarını azaltmaları için baskı yapma.
- İslamcılara karşı koyan cesur insanları övme ve destekleme.
- Terörizm ile meşgul olan İslamcı grupları yaftalama.
- İslamcılarla işbirliği yapmayarak onları cesaretlendirmeme. İslamcılarla diyalog kurmak önemlerini artırma eğilimine neden olmaktadır.
- Seçimlere zorlama konusunda çok dikkatli olma. Demokrasinin yayılması elbette ki, kalıcı bir Amerikan arzusudur. Ancak bu durum oy pusulasından çok daha fazlasını kapsıyor. Seçimler etkili bir hukukun üstünlüğü, azınlık hakları, ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü ve daha fazlasını içeren genellikle uzun vadeli ve derin bir değişim süreci için bir kapaktır. Cezayir'de olduğu gibi zamansız bir seçim yapmak kimsenin çıkarına değildir. Tam teşekküllü bir demokrasinin ortaya çıkabilmesi için 10, 20, 30 yıllık bir evrim gerektirir. Bir anlamda, bu süreç yüzyıllar boyunca ilk demokratik ülke İngiltere'de olan olayları özetler.
Vatandaşlık haklarının tanınması zaman aldığından ABD hükümeti demokratikleşmeyi önce sivil toplum düzeyinde, bu oluşturulduktan sonra siyasi liderler düzeyinde teşvik etmelidir.