İlk olarak 4 Kasım 1923 yılında Rusça yayınlandı. 26 Kasım 1937'de The Jewish Herald gazetesinde (Güney Afrika) İngilizce olarak yayınlandı. Bölüm başlıkları Daniel Pipes tarafından eklendi.
Giriş
Mükemmel olan sadede gelme kuralının aksine, bu makaleye kişisel bir giriş ile başlamalıyım. Bu satırların yazarı Arapların sınır dışı edilmeleri gibi konuları destekleyen bir Arap düşmanı olarak görülmektedir. Bu doğru değil. Araplara olan duygusal bağım diğer insanlara olan duygusal bağımla aynı—nazik bir ilgisizlik.
Siyasi ilişkilerim iki prensiple karakterize edilir. Birincisi: Arapların Filistin'den sınır dışı edilmeleri ne şekilde olursa olsun imkansızdır. Filistin daima iki ulustan oluşacaktır—ki, Yahudilerin çoğunlukta olması koşuluyla bu benim için yeterince kabul edilebilir bir durumdur. İkincisi: Helsingfors Programını formüle eden grubun bir üyesi olmaktan gurur duyuyorum. Bu programı sadece Yahudiler için değil tüm halklar için formüle ettik ve temelini tüm ulusların eşitliği oluşturur.
Bu eşitliği asla yok etmeyeceğimize ve Arapları asla kovmaya veya baskılamaya kalkışmayacağımıza kendimiz ve soyumuz adına yemin etmeye hazırım. Okurların görebileceği gibi bizim amentümüz tamamıyla barışçıl. Ancak barışçıl amaçlarımıza barışçıl yollarla ulaşmanın mümkün olup olmadığı tamamıyla başka bir konu. Bu bizim Araplarla olan ilişkimize değil, tamamıyla Arapların Siyonizm ile ilişkisine bağlıdır.
Filistin'de Yahudi Çoğunluğa Yönelik Arap Muhalefeti
Bu girişten sonra sadede gelebilirim: İsrail Ülkesi Araplarının bizimle isteyerek bir anlaşmaya varmaları konusu şu andaki ve öngörülebilir bir gelecekteki tüm umutların ve hayallerin ötesinde. Bu içsel inancımı kategorik olarak ifade etmemin nedeni Siyonist kamptaki ılımlı hiziplerin canını sıkmak için değil, tam tersine onları böyle bir can sıkıntısından kurtarmak istediğim içindir. Çocukluğundan beri adeta "kör" olanların dışında kalan bütün ılımlı Siyonistler uzun zamandan beridir "Filistin'in" Yahudi çoğunluğa sahip bir ülke olmasını İsrail Ülkesi Araplarına kabul ettirmeye dair en ufak bile bir umut olmadığını anladılar.
Her okuyucunun yerleşmiş olduğu ülkenin erken tarihi hakkında bir bilgisi vardır. Okuyucunun ülkesi ile ilgili bilinen tüm örnekleri hatırlayacağını öngörüyorum. Eğer okuyucu, yerleşimcilerin o ülkede doğmuş olanların rızası ile ülkeyi ele geçirdiğini gösteren bir örnek bulmaya kalkarsa bunu başaramayacaktır. Yerliler (ister medeni ister vahşi olsunlar) her zaman inatçı bir mücadele sergilemişlerdir. Dahası yerleşimcilerin nasıl davrandığının bir önemi ve etkisi yoktur. Meksika ve Peru'yu fetheden İspanyolların ya da Hz. Yuşa zamanında atalarımızın çapulcu gibi davrandığını söylenebilir. Kuzey Amerika'nın ilk gerçek "büyük kaşifleri" olan İngilizler, İskoçlar ve Hollandalılar yüksek ahlaki standarda sahiptiler; sadece Kızılderililere huzur vermeyi değil aynı zamanda bir sineği bile incitmemek isteyen bu insanlar tüm samimiyet ve masumiyetleriyle bu bakir ormanlarda ve geniş ovalarda hem beyaz hem de kırmızı adam için yeterince geniş bir yaşam alanının olduğuna inanmışlardı. Ancak yerliler hem barbar hem de medeni yerleşimcilere aynı derecede bir zalimlikle direndiler.
Yerliler üzerinde hiçbir etkisi olmayan diğer bir nokta yerleşimcinin yerlileri topraklarından atmayı arzuladığı ile ilgili bir şüphenin var olup olmasıydı. ABD'nin engin genişlikteki bölgeleri bir ya da iki milyondan daha fazla kızılderiliye sahip değildi. Yerliler beyaz yerleşimcilerle topraklarına el koyulacağı korkusundan değil, sadece herhangi bir yerde ve zamanda yerleşimcileri kabul etmiş yerlilerle ilgili başka örnek olmadığından mücadele ediyordu. Her yerli halk—ister medeni ister barbar olsun—ülkesini her zaman efendisi olacağı milli yurdu olarak görür. Gönüllü olarak yeni bir efendiye hatta ortağa izin vermeyeceklerdir.
Aynı şey Araplar için de geçerli. Aramızdaki tavizciler Arapların hedeflerimizin yumuşatılmış bir formülasyonu ile kandırılabilecek aptallar ya da kültürel ve ekonomik kazanımlar için doğuştan kazanılan hakları olan Filistin'i terk edecek para avcıları olduklarına bizi inandırmaya çalışıyorlar. Filistinli Araplar ile ilgili bu tespiti kesinlikle reddediyorum. Kültürel olarak bizim 500 sene gerimizdeler, manevi olarak bizim dayanıklılığımıza ya da irade gücümüze sahip değiller ama bu içsel farklılıkların hepsini tüketiyor.
İyi niyetimiz hakkında istediğimiz kadar konuşabiliriz; ancak kendileri için neyin iyi olmadığını bizim kadar onlar da biliyorlar. Filistin'e bir Azteklinin Meksika'ya ya da bir Siu kızılderilisinin toprağına baktığı bir sevgi ve gerçek şevkle bakıyorlar. Arapların kültürel ve ekonomik çıkarlar sunmamız karşılığında Siyonizm'in gerçekleşmesini gönüllü bir şekilde kabul edeceklerini düşünmek çocuksudur. Bizim "Arap-severlerimizin" bu çocukça fantezisi Arapları bir nevi hor görmeden, demiryolu ağı için anavatanını rüşvetle satmaya hazır olduklarına dair temelsiz bir görüşten kaynaklanıyor.
Bu bakış açısı tamamıyla temelsizdir. Tek tek Arap bireyler belki satın alınabilirler ama bu İsrail Diyarındaki Arapların hepsinin Papualıların bile ödün konusu yapmayacağı vatanseverliklerini satmaya hazır oldukları anlamına gelmez. Her yerli halk yabancı yerleşimci tehlikesinden kendisini kurtarma umuduna sahip olduğu sürece yabancı yerleşimlere karşı koyacaktır. Filistin Araplarının yaptığı da budur, içlerinde "Filistin'in" "İsrail Ülkesine" dönüşmesini engelleyebileceklerine dair bir umut kıvılcımı kaldığı sürece mücadeleye devam etme konusunda ısrar edeceklerdir.
Siyonist İllüzyonlar
Bazılarımız Araplar ile aramızdaki yanlış anlamanın Araplar bizim niyetlerimizi anlamadıkları için meydana geldiğini hayal ettiler, bize karşı çıktılar, ancak arzularımızın ne kadar mütevazı ve sınırlı olduğunu net bir şekilde ifade etseydik o zaman kollarını bize barış içinde uzatırlardı. Bu da pek çok kez kanıtlanmış bir yanılgıdır. Bir olayı hatırlatmam gerekiyor. Üç yıl önce buraya yaptığım bir ziyaret sırasında [Nahum] Sokolow bizim mülklerine el koyulma, ülkelerinden kovma ya da baskılama niyetlerine niyetine sahip olduğumuz Arapların ne kadar büyük bir hata yaptığını kanıtlamak için sert bir dille bu "yanlış anlama" hakkında harika bir konuşma yaptı. Durum kesinlikle öyle değildi. Bir Yahudi devleti bile istemiyorduk. Tüm istediğimiz Birleşmiş Milletler'de bir rejim temsilcisinin olmasıydı.
Bu konuşmaya bir cevap Arap gazetesi Al Carmel'de yayınlanan ve burada belleğimden bulup çıkardığım ancak kesinlikle doğru anımsadığıma emin olduğum bir yazıyla verildi. Yazar, "Siyonist asilzadelerimiz gereksiz yere endişeliler" diye yazıyordu.
Yanlış anlaşılma yok. Sokolow'un Siyonizm adına iddia ettikleri doğrudur. Ancak Araplar bunu zaten biliyorlar. Besbelli ki, Siyonistler bugün için Arapları kovmayı ya da bastırmayı ve hatta bir Yahudi devleti oluşturmayı hayal edemiyorlar. Açıkçası, şu dönemde sadece bir tek şeyle—Arapların Yahudi göçüne müdahale etmemesi ile ilgililer. Dahası, Siyonistler ülkenin soğurgan ekonomik kapasitesine uygun olarak göçü kontrol altında tutmayı taahhüt ettiler. Ancak, başka hiçbir koşul göç olasılığına izin vermediğinden Araplar yanılsama içinde değiller.
Gazetenin editörü İsrail Diyarının bu soğurgan kapasitesinin çok büyük olduğuna ve pek çok Yahudi'nin tek bir Arap bireyi bile etkilemeden yerleşeceğine inanmaya bile razı.
Siyonistlerin istediği Arapların istemediği şey tam da bu. Bu yolla Yahudi iradesi ufak ufak çoğunluk haline gelecek ve Yahudi devleti kendiliğinden kurulacak ve Arap azınlığın kaderi Yahudilerin iyi niyetine bağlı olacaktır. Ama azınlık olmaktan "memnun" olduklarını söyleyen Yahudilerin kendileri değil miydi? Hiçbir yanlış anlama yok. Siyonistler tek bir şey istiyorlar—göç özgürlüğü—bizim istemediğimiz ise Yahudi göçüdür.
Editörün kullandığı mantık oldukça basit ve açıktır ki, bizim tarafımızdan ezberlenmeli ve Arap sorusu ile ilgili nosyonumuzun önemli bir parçası olmalıdır. Faaliyetlerimizi haklı çıkarmak için Herzl ya da Herbert Samuel'den alıntılar yapıp yapmamamızın bir önemi yok. Kolonileşmenin kendisi her Arap ve Yahudi tarafından da anlaşılmış olan kendi bütünsel ve kaçınılamaz açıklamalarına sahiptir. Kolonileşme tek bir amaca sahip olabilir. Filistin Arapları için bu kabul edilemez bir amaçtır. Bu şeylerin doğasında var. Bu doğayı değiştirmek imkansızdır.
Pek çok Siyonist'i cezbeden bir plan şöyle: Siyonizm'in Filistinli Araplar tarafından onaylanması mümkün değilse, o zaman bu onay Suriye, Irak, Suudi Arabistan ve belki de Mısır'daki Araplardan alınmalıdır. Bu mümkün olsa bile, temel durumu, İsrail Ülkesindeki Arapların bize yönelik tutumlarını değiştirmeyecektir. Yetmiş yıl önce, İtalya'nın birleşmesi Avusturya'dan Trent ve Trieste'nin alınmasıyla sağlanmıştı. Ancak bu kentlerin yerlileri bu durumu reddetmekle kalmadılar Avusturya'ya karşı ikiye katlanmış bir kuvvetle mücadele ettiler. Filistin'i sanki küçük ve önemsiz bir sınır bölgesiymiş gibi Bağdat ve Mekke'nin Arapları ile tartışmak mümkün olsa bile (ben bu konuda şüpheliyim), Filistin Filistinliler için bir sınır bölgesi olarak değil, doğum yerleri, milli varlıklarının merkezi ve temeli olarak kalmaya devam edecek. Bu nedenle kolonileşmeyi şu anda da var olan bir durum olarak Filistinli Arapların iradesine rağmen yapmak gerekiyor.
Ancak İsrail Ülkesinin dışında kalan Araplarla yapılan bir anlaşma da yanılsamadır. Bağdat, Mekke ve Şam'daki ulusalcıların böyle masraflı bir katkıyı kabul etmeleri için (gelecekteki "federasyonlarının" ortasında yer alan bir ülkenin Arap karakterini muhafaza edeceğinden vazgeçmeyi kabul etmek) bizim onlara değerli bir şey sunmamız gerekiyor. Sadece iki şey sunabiliriz: ya para ya da siyasi yardım ya da ikisi birden. Ancak ikisini de sunamıyoruz.
Para söz konusu olduğunda, İsrail Ülkesine yetecek kadarına sahip olmazken Irak ya da Suudi Arabistan'ın gelişmesini finanse edebileceğimizi düşünmek gülünçtür. Arap siyasi arzuları için siyasi yardım yapma fikir on katı daha büyük bir yanılsamadır. Arap milliyetçiliği 1870'den önceki İtalyan milliyetçiliği ya da 1918'den önceki Polonya milliyetçiliği ile aynı amaçlara sahiptir, birlik ve bağımsızlık. Bu arzular Mısır ve Irak'ta İngiliz etkisinin tüm izlerinin silinmesi, İtalyanların Libya'dan kovulması, Suriye, Tunus, Cezayir ve Fas'ta Fransız hakimiyetinin tümüyle yok edilmesi anlamına geliyor. Bizim böyle bir hareketi desteklememiz intihar ve ihanet olacaktır. Balfur Deklarasyonunun İngiltere tarafından imzalandığı gerçeğini göz ardı etsek bile Fransa ve İtalya'nın imzaladığını unutamayız. İngilizlerin Süveyş Kanalı'ndan çıkarılması, Arap toprakları üzerinde Fransız ve İtalyan sömürge iktidarının kaldırılması ile ilgili kumpas kuramayız. Böyle bir ikili oyun hiçbir koşulda dikkate alınamaz.
Demir Duvara Olan Gereksinim
Bu nedenle İsrail Ülkesinin Araplarına ya da diğer Arap ülkelerine hiçbir söz veremeyiz. Gönüllü bir anlaşmanın olması söz konusu değil. Dolayısıyla, yerlilerle anlaşmanın Siyonizm için vazgeçilmez olduğunu savunanlar şimdi "hayır" diyebilir ve Siyonizm'den ayrılabilirler. Siyonist kolonileşme, en sınırlı haliyle bile, ya tamamıyla terkedilmeli ya da yerli nüfusun iradesine karşı koyarak gerçekleştirilmelidir. Kolonileşme böylelikle devam edebilir ve yerel halktan bağımsız bir gücün koruyuculuğu—yerel nüfusun geçemeyeceği bir demir duvar--altında gelişebilir. Toplamda Araplara yönelik politikamız budur. Bunu farklı bir şekilde formüle etmek sadece iki yüzlülük olur.
Biz itiraf etsek de etmesek de, sadece böyle olmak zorunda değil. Balfur Deklarasyonu ve Manda bizim için ne ifade ediyor? Aslında tarafsız bir gücün [yani İngiltere] yerel halkı bizim çabalarımıza müdahale etmekten vazgeçirecek bu tarz güvenlik koşulları yaratmaya kendisini adaması gerçeğidir.
İstisnasız hepimiz, sürekli olarak bu gücün yükümlülüklerini yerine getirmesini talep ediyoruz. Bu anlamda " militaristlerimiz" ve "vejetaryenlerimiz" arasında anlamlı bir fark yoktur. Biri Yahudi süngülü bir demir duvarı, diğeri İngiliz süngülü bir demir duvarı tercih ediyor, Bağdat ile anlaşma öneren üçüncüsü Bağdat süngülerinden—tuhaf ve bir şekilde riskli—oluşan bir demir duvardan memnun görünüyor, ancak sonuçta hepimiz gece-gündüz bu duvarı alkışlıyoruz. Eğer bir anlaşmanın gerekliliğini ilan edip Kaçınılmazın zihnini demir duvar değil sonsuz görüşmeler inancıyla doldurursak nedenimizi yok ederiz. Bu nedenle bu tür konuşmaları açığa çıkarmak ve bunların bir tuzak ve aldatmaca olduğunu kanıtlamak kutsal görevimizdir.
Siyonist Ahlak
İki kısa ve öz görüş: İlk olarak, bu bakış açısının ahlaksız olduğu itirazını yapan biri varsa, cevabım: Bu doğru değil; Siyonizm ne ahlaki ve adaletli ya da ne ahlakız ve adaletsiz değildir. Ancak bu Siyonist olmadan önce cevap vermemiz gereken bir sorudur. Gerçekte bu soruyu cevapladık ve cevap olumlu. Siyonizm'in ahlaki ve adil olduğunu düşünüyoruz. Ahlaki ve adil olduğundan Joseph, Simon, İvan ya da Ahmet buna inansa da inanmasa da adalet yerini bulmalıdır.
Başka bir ahlak söz konusu değildir.
Tüm bunlar herhangi bir anlaşmanın mümkün olmadığı anlamına gelmez, sadece gönüllü bir anlaşma mümkün değildir. Filistinli Arapların bizden kurtulabileceklerine dair bir umut ışığı olduğu sürece bu umutları tatlı sözler ya da lezzetli lokmalar için satmayacaklar, çünkü lime lime de olsalar ayaktakımı değiller hala yaşayan bir uluslar. Yaşayan bir halk vahim sorular karşısında böyle büyük ödünler ancak hiçbir umudu kalmadığı zaman verir. Demir duvarda tek bir gedik bile görülmediğinde, ekstrem gruplar kontrolü kaybettiğinde ve kontrol ılımlı gruplara geçtiğinde. Ancak o zaman bu ılımlı gruplar karşılıklı tavizler için teklifler ile gelirler. Ve ancak o zaman ılımlılar taviz için sınır dışı etme, ya da eşitlik ve ulusal özerklik gibi pratik sorular üzerine öneriler sunacaklar.
Gerçekten tatmin edici güvenceler verileceği ve her iki halkın, iyi komşular gibi barış içinde yaşayacağı konusunda iyimserim. Ancak böyle bir anlaşmaya giden tek yol demir duvardır, bu da Filistin'de bir hükümeti hiçbir Arap etkisi olmadan güçlendirmek, yani Arapların karşı koyacağı savaşacağı bir şey yapmak demektir. Diğer bir deyişle, bizim için gelecekte anlaşmaya gitmenin tek yolu şimdi anlaşmak için yapılan her girişimin mutlak reddidir.