AVRUPA 1930'ların dehşetine geri mi dönüyor? Max Holleran New Republic dergisinde anlık bir durum değerlendirmesi olarak "son on yılda yeni sağcı siyasi hareketler geçmişte alarm zilleri çaldıracan siyasi ideolojileri normalleştirerek Neo-Nazi koalisyonlarını ana-akım serbest piyasa muhafazakarları ile bir araya getirdi" diye yazıyor. Holleran bu eğilimin "yabancı düşmanlığı popülizminde" bir artış yarattığını düşünüyor. Politico dergisinden Katy O'Donnell da Holleran'ın fikrine katılıyor: "İtalya'dan Finlandiya'ya kadar her yere adım atan milliyetçi partiler kıtanın 20.nci yüzyılın ilk yarısında felakete yol açan politikalara doğru yöneldiği korkusunu uyandırıyorlar." Avrupa Yahudi Birliği başkanı Menachem Margolin gibi Yahudi liderler "Avrupa'daki popülist hareketleri çok büyük bir tehdit" olarak algılıyorlar.
Özellikle 2017 seçimlerinden sonra, Almanya Alternatif partisinin (AfD) yüzde 13 ve Avusturya Özgürlük Partisi'nin (FPÖ) yüzde 26 oy alması doğal olarak en büyük endişeyi Nasyonal Sosyalizmin doğduğu yer olan Almanya ve Avusturya'da uyandırdı. Almanya'nın anti-Semitizm ile mücadele eden delegesi Felix Klein AfD'nin "anti-Semitizm'in yeniden uygun bir düşünce olarak görülmesine yardımcı olduğunu söylüyor. Avusturya Yahudi Toplulukları başkanı Oskar Deutsch ise FPÖ'nün Nazi geçmişi ile arasına "asla mesafe koymadığını" iddia ediyor.
Bu doğru bir değerlendirme mi? Ya da bu isyan, Avrupalıların yaşam biçimlerini göç furyasından ve İslamlaşmadan korumak için verdikleri sağlıklı bir tepkiyi mi yansıtıyor?
ÖNCELİKLE, üzerinde tartışılan bu olguyu nasıl adlandırmak gerekiyor? Söz konusu partiler aşırı sağ olarak adlandırılma eğilimindeler ama (kültüre odaklanan) sağcı ve (ekonomiye odaklanan) solcu politikaların bir karışımını sundukları için bu doğru bir adlandırma değil. Örneğin, Fransa'nın Ulusal Cephe partisi ulusal bankaların kamulaştırılmasını istediğinden solun desteğini de alıyor. Gerçekten de bu desteğin kilit unsurunu eski komünistler oluşturuyorlar; örneğin, Fransa'nın en hararetli Ulusal Cephe yanlısı kentleri arasında olan Hénin-Beaumont daha önce en komünist kentler arasındaydı.
Der Spiegel dergisinden Charles Hawley "tüm bu partilerin özünde milliyetçi" olduklarını iddia ediyor ama bu tarihsel olarak yanlış. Bu partiler vatanseverler ama milliyetçi değiller, savunmacılar ama saldırgan değiller. Askeri zaferleri değil futbol takımlarını destekliyorlar. Britanya imparatorluğuna değil İngiliz geleneklerine, Alman soyuna değil bikiniye değer veriyorlar. Ne eskinin imparatorluklarını arzuluyorlar ne de ulusal üstünlük iddiasında bulunuyorlar. Klasik milliyetçilik güç, servet ve zafer ile ilgiliyken onlar töreler, gelenekler ve kültür üzerine odaklanıyorlar. Bu partiler neo-faşist ya da neo-Nazi olarak adlandırılmalarına rağmen kişisel özgürlüğe ve geleneksel kültüre prim veriyorlar, "Tek Millet, Tek Devlet, Tek Lider" gibi kavramlar çok az ilgilerini çekiyor.
Kültürel önceliklerine dayanarak bu partileri "medeniyetçi" olarak adlandırmak çok daha doğru, çünkü yaşam tarzlarının kayboluşunu izlerken büyük bir rahatsızlık hissediyorlar. Avrupa'nın ve Batı'nın geleneksel kültürüne değer veriyorlar ve solun yardım ettiği göçmenlerin saldırılarından korumak istiyorlar. ("Medeniyetçi" terimi Yunanistan'ın neo-Nazi Altın Şafak gibi Batı medeniyetinden nefret eden partileri dışlamak gibi bir ek yarara da sahip.)
Medeniyetçi partiler popülistler, göç ve İslamlaşma karşıtılar. Popülist sisteme yönelik dertler ile ilgilenme ve bu endişeleri görmezden gelen ya da inkar eden seçkinlerden şüphe duyma anlamına geliyor. Bu seçkinler 6P denilen polis, politikacılar, basın, papazlar, profesörler ve savcılardan oluşuyor. 2015'deki göç depreminin zirvesinde Alman Şansölyesi Angela Merkel kontrolsüz göçten endişe eden bir seçmene Avrupa'nın hataları ile ilgili tipik bir azar ve kilise servislerine daha sık katılma konusunda dondurucu bir tavsiye ile yanıt verdi. Avrupa göç komisyonu üyesi Dimitris Avramopoulos Avrupa'nın "göçü durduramadığını ve durduramayacağını" açıkça ifade etti ve vatandaşlarına öğüt verdi: "Duvarlar inşa edildiği takdirde toplumlarımızın homojen kalacağını ve göç almayacaklarını düşünmek saflık olur. ... yeni norm olarak göçü, hareketliliği ve çeşitliliği kabul etmeye hazır olmamız gerekiyor." Eski İsveç başbakanı Fredrik Reinfeldt göçün daha fazla sayılarda olması gerektiğini savundu. "Sık sık İsveç'in kırsal kesimlerinin üzerinde uçuyorum and diğerlerine de aynısı yapmalarını tavsiye edeceğim. Ucu bucağı olmayan tarlalar ve ormanlar var. Hayal edebileceğinizden çok daha fazla alan var."
Bunların üçünün de Avrupa'da muhafazakar olarak kabul edildiklerine dikkati çekmek gerekiyor. Diğerleri ise Fransa'nın Nicolaz Sarkozy ve Britanya'nın David Cameron'u gibi sert konuşuyor ama yumuşak davranıyorlar. Göç karşıtı olan duyguları kibirli bir şekilde reddetmeleri Avrupa'nın pek çok yerinde medeniyetçi partiler için bir fırsat yarattı. Saygın FPÖ'den (kuruluş 1956) Hollanda'nın Demokrasi için yeni Forum'una kadar (kuruluş 2016) hepsi seçim ve toplum ile ilgili bir boşluğu dolduruyorlar.
İtalyan İttifak'ının önderlik ettiği ve son on yıldaki özellikle Müslüman ve Afrikalı göçünü kontrol etmeyi, azaltmayı ve hatta aksine çevirmeyi isteyen medeniyetçi partiler göç karşıtılar. Medeniyetçiler "İslamofobi" veya ırkçılık gibi önyargılardan dolayı değil bu grupların en zor asilime olan yabancılar olmalarından, çalışmama ve suç oluşturan faaliyetler gibi bir dizi sorunun onlarla özdeşleşmesinden ve Avrupa'ya kendi yaşam biçimlerini empoze edecekleri korkusundan dolayı öne çıkıyorlar.
Son olarak bu partiler İslamlaşma karşıtılar. Avrupalılar İslami hukuk (Şeriat) hakkında fikir sahibi oldukça İslam'ın kadınlar üzerindeki nikap, burka, çok eşlilik, taharrüş (cinsel saldırı), namus cinayetleri ve kadın sünneti gibi konulardaki rolüne odaklanıyorlar. Diğer endişeleri ise Müslümanların Müslüman olmayanlara yönelik Hristiyanlık ve Yahudilik fobisi, cihat şiddeti ve İslam'ın diğer dinler arasında ayrıcalıklı bir statüye sahip olduğu konusundaki ısrarlarını içeren tutumlarla ilgili.
Senegal'den Fas, Mısır, Türkiye ve Çeçenistan'a kadar Müslümanların Avrupa'nın etrafında coğrafi zar oluşturarak çok sayıda potansiyel göçmenin kara ve deniz yoluyla zorlanmadan gelmesini sağladığını belirtmek gerekiyor. Mesafeler Arnavutluk'tan İtalya'ya 75, Tunus'tan İtalya'daki küçücük Pantelleria adasına 60, Cebelitarık Boğazı yoluyla Fas'tan İspanya'ya 14, Anadolu'dan Yunan adası Samos'a 1.6 kilometre, Meriç nehri yoluyla Türkiye'den Yunanistan'a 100 metreden daha az ve Fas'tan İspanyol yerleşim bölgeleri Ceuta ve Melilla'ya ise 10 metre.
Sayıları gittikçe artan göçmen adayları giriş noktalarının etrafında dolanıyor, bazı durumlarda içeriye zorla girmek için şiddete başvuruyorlar. 2015 yılında Avrupa Birliği genişleme komisyonu üyesi Johannes Hahn "Avrupa kapılarında bekleyen 20 milyon mülteci" olduğunu tahmin etti. "Bu büyük bir rakam gibi gelebilir ama ekonomik nedenlerle göç edenleri bu karışıma eklediğinizde rakamlar daha da artıyor; özellikle su sıkıntısı Orta Doğuluları anavatanlarından uzaklaştırırken göçmen adayları 740 milyonluk Avrupa nüfusuna yanaşmaya başlayabilirler.
NEREDEYSE İSTİSNASIZ tüm medeniyetçi partiler derin sorunlardan mustaripler. Çoğunlukla acemilerle dolu kadrolar rahatsız edici sayıda saplantılı insanı da barındırıyor: Yahudi ve Müslüman karşıtı aşırı uçlar, ırkçılar, güce tapan tuhaflar, komplo teorisyenleri, tarihi revizyonistler ve Nazilerin özlemini çekenler. Otokratlar partilerini demokratik olmayan bir şekilde yönetiyorlar ve meclisleri, basını, yargıyı, okulları ve diğer kilit kurumlara hükmetmek istiyorlar. Amerika'ya yönelik bir öfke barındırıyor ve Moskova'dan para alıyorlar.
Avrupalılar kin kusan partiler ve hırçın fikirlere oy vermeye karşı direndiklerinden bu eksiklikler genellikle seçim zayıflığı anlamına geliyor. Anketler Alman seçmenlerinin yüzde 60'ının İslam ve Müslümanlardan endişe duyduklarını gösteriyor ama bunların sadece beşte biri AfD'ye oy vermiş durumda. Medeniyetçi partilerin seçimlerde yükselmek ve potansiyellerine ulaşmak için seçmenlerini hükümet edebilecekleri konusunda ikna etmeleri gerekiyor. Kişisel kavgaların, parti bölünmelerinin ve diğer dramaların gösterdiği gibi FPÖ gibi eski partiler değişiyorlar; ancak ne kadar karmakarışık ve itici olsa da bu süreç hem gerekli ve hem de yapıcı.
Çoğu medeniyetçi partiyi gayri meşrulaştıran ve sert tartışmalara yol açan anti-Semitizm sorunu özel dikkat gerektiriyor. Partilerin kökeni çoğu zaman şüpheli, faşist elementler içeriyor ve anti-Semitik sinyaller veriyor. Dolayısıyla, Avrupa'daki Yahudi liderler medeniyetçileri kınıyorlar ve medeniyetçi partiler iktidarda olsalar ve İsrail ile onlar uğraşmak zorunda kalsa bile İsrail devletinin de kendileriyle aynısını yapması konusunda ısrar ediyorlar. Avusturya Yahudi toplumunun onursal başkanı Ariel Muzicant FPÖ'yü boykot etmediği takdirde Kudüs'ü tehdit etti: "Kesinlikle İsrail hükümetinin aleyhine konuşacağım."
Ancak üç nokta bu kaygıları hafifletiyor: İlki, medeniyetçi partiler olgunlaştıkça kendileriyle Yahudi saplantıları arasına mesafe koyuyorlar. Jean Marie Le Pen'in müzmin bir Semitizm karşıtı olması nedeniyle kızı Marine Le Pen 2015 yılında babasını 1972 yılında kurduğu Ulusal Cephe partisinden kovdu. Geçen Aralık Macaristan'da bugüne kadar açıkça anti Semitik olan Jobbik eski yöntemlerini terk etti.
İkincisi, medeniyetçi liderler İsrail ile iyi ilişkiler kurmaya çalışıyorlar. İsrail'i ziyaret ediyorlar, Yad Vashem'de saygılarını sunuyorlar ve Çek cumhurbaşkanı ve Avusturya şansölye yardımcısı durumunda olduğu gibi ülkelerinin büyükelçiliklerini Kudüs'e taşıyarak İsrail'e destek oluyorlar. Medeniyetçi Fidesz partisi tarafından yönetilen Macaristan hükümeti Avrupa'da İsrail ile en yakın ilişkilere sahip parti. Bu durum doğal olarak İsrail'in dikkatini çekiyor; örneğin Likud Partisi'nden Gideon Sa'ar medeniyetçi partileri "İsrail'in doğal dostları" olarak nitelendiriyor.
Son olarak, medeniyetçiler Yahudiler ile ne sıkıntılar yaşarsa yaşasın, solun azgın anti-Semitizm ve anti-Siyonizm'inin yanında solda sıfır kalıyor, özellikle İspanya, İsveç ve Britanya'da. Bu eğilimi temsil eden İngiltere İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn; Yahudileri öldürenlerini dostu olarak adlandırıyor ve onlarla açıkça işbirliği yapıyor. Medeniyetçi liderler anti-Semitizm bir kenara bırakmak için mücadele ederken siyasi muhaliflerinin pek çoğu doğrudan bu pisliğin içine dalıyorlar.
YİRMİ YIL İÇİNDE, medeniyetçi partiler neredeyse konu bile edilmezken Avrupa ülkelerinin yarısında önemli bir güç haline gelmeye başladılar. Bu yükselişin belki de en çarpıcı örneği İsveç Demokratlarının her dört yılda bir oylarının iki katına çıkardığı İsveç'ten geliyor: 1998'de yüzde 0.4, 2002'de 1.3, 2006'da 2.9, 2010'da 5.7 ve 2014'de 12.9. 2018'de oyların sadece 17.6'sını alarak bu yükseliş oranını koruyamadılar ama bu oran İsveç siyasetinde önemli bir güç haline gelmelerine yetti.
Başka hiçbir medeniyetçi parti matematiksel olarak bu kadar gelişmedi ama oylar ve anket araştırmaları destek kazanacaklarını öngörüyor. Hollanda medeniyetçi parti lideri Geert Wilders'ın belirttiği üzere: "Avrupa'nın doğu kısmında İslamlaşma ve kitlesel göç karşıtı partilerin popüler desteğinde bir artış görüyorlar. Direniş Avrupa'nın batısında da büyüyor." Medeniyetçi partilerin iktidara gelmek için üç farklı yolları var.
(1) Kendi başlarına: Medeniyetçi partiler Macaristan ve Polonya'da iktidardalar. Bağımsızlıklarını sadece bir nesil önce kazanan ve Batı Avrupa'daki gelişmeleri şaşkınlık içinde izleyen bu iki eski Varşova Paktı ülkesinin nüfusları kendi yollarında ilerlemeye karar verdiler. Her iki başbakan kurallara uyan Müslümanlara kapıları açık tutarken yasadışı Müslüman göçmenleri açıkça reddettiler. Diğer Doğu Avrupa ülkeleri aynı yolu daha tereddütlü bir şekilde izlediler.
(2) Eski muhafazakar partilere katılmak: Eski muhafazakar partiler seçmenlerini medeniyetçilere kaptırmış olmaya göç ve İslamlaşma karşıtı politikaları kabul ederek ve medeniyetçilerle güçlerini birleştirerek yanıt veriyorlar. Şimdiye kadar, bu sadece Avusturya Halk Partisi ile FPÖ'nün beraberce oyların yüzde 58'ini aldıkları ve 2017 Aralık ayında koalisyon kurdukları Avusturya'da gerçekleşti ama bu tür işbirliklerinin başka yerlerde de olması muhtemel.
Fransa'da 2017 yılı Cumhuriyetçi cumhurbaşkanı adayı medeniyetçiliğe yöneldi ve halefi Lauren Wauquiez de aynı yolu izledi. İsveç'te sözde muhafazakar Ilımlılar partisi İsveç Demokratları ile şimdiye dek hayal bile edilemez olan bir işbirliği yönünde ilerledi. Almanya'nın Özgür Demokratik Partisi medeniyetçiliğe yöneldi. Merkel hala Almanya'nın şansölyesi olabilir ama hükümetindeki bazıları, özellikle iç işleri bakanı ve sert göç politikaları telaffuz eden ve hatta İslam'ın Almanya'da işi olmadığını söyleyen müttefik parti başkanı Horst Seehofer onun umarsız göç politikasını reddettiler.
(3) Diğer partilere katılmak: Haziran ayında İtalya'nın eksantrik, anarşist, öyle ya da böyle solcu Beş Yıldız Hareketi hükümeti oluşturmak için medeniyetçi Birlik ile beraber hareket etti. İsveç Sosyal Demokratları gibi bazı solcu partiler medeniyetçilerin ilerlemesini engellemek için dişlerini sıkarak da olsa belli belirsiz bir şekilde göç karşıtı politikalar benimsiyorlar. Daha dramatiği Danimarka'da Sosyal Demokratik Partisi liderleri Mette Frederiksen Avrupa'nın dışında göç başvurunda bulunanların mültecilik başvuruları incelenene kadar kalabilecekleri kabul merkezleri kurarak "Danimarka'ya gelebilecek Batılı olmayan yabancıların sayısını" sınırlama hedefini ilan ettiğinde bu yönde bir adım atmış oldu; çarpıcı olan eğer kabul edilseydi mülteciler Avrupa dışında kalacaklar ve masrafları Danimarkalı vergi mükellefleri tarafından ödenecekti. Daha geniş bir ifadeyle, solcu siyasi teorisyen Yascha Mounk "tek ırklı kimlikleri olan ülkeleri gerçek anlamda çok ırklı uluslara dönüştürme girişimi tarihsel olarak benzersiz bir deneyim" olduğunu iddia ediyor. Anlaşılır bir biçimde, bunun "şiddetli bir dirençle karşılaştığını" belirtiyor.
MEDENİYETÇİ PARTİLER destek ve güç kazandıkça, göç ve İslam'ın getirdiği zorluklarla ilgili olarak diğer partilerin gözlerini de açtılar. Ticari destekçileri ucuz işgücünden faydalanan muhafazakarlar bu sorunlardan uzak durma eğilimindeydiler. Solcu partiler genellikle göçü teşvik ediyorlar ve İslam ile ilgili problemleri de görmezden geliyorlar. Büyük Britanya ve İsveç'i karşılaştırırsak, kültürel olarak saldırgan ve canice şiddet uygulayan göçmenler karşısında en gevşek olan iki Avrupa ülkesi medeniyetçi partilerin rolünü net bir şekilde sergiliyor.
Birincisinde öyle bir parti yok bu yüzden bu meseleler ele alınmıyor; Rotterdam ve başka yerlerde, İngiltere'deki Müslüman toplumlarda yıllarca seks odaklı çetelerin (aslında tecavüz çeteleri) faaliyet göstermelerine izin verildi ve hatta elitler on yıllar boyunca gözlerini başka tarafa çevirdiler. Bunun aksine İsveç Demokratları ülkenin politikalarını öyle değiştirdiler ki, sağ ve sol parlamenter bloklar medeniyetçilerin nüfuz kullanmasını engellemek için büyük bir koalisyon kurdular. Bu manevra kısa vadede çalışsa da, İsveç Demokratlarının varlığı yasadışı göçmenlerin erişimini zorlaştırma gibi politika değişikliklerine neden oldu.
Benzer şekilde eski Sovyet uydu devletleri eski NATO üyelerini rahatsız ediyorlar. Bu anlamda Avrupa'nın sorunlarını derinlemesine incelemesi ve Avrupa Birliği'ni yeniden yapma arzusu ile Macaristan başbakanı Viktor Orbán dikkat çekiyor. Genelde Orta Avrupa ve özellikle Macaristan göçe ve İslamlaşmaya karşı duruşları yüzünden emsali görülmemiş bir etki elde ediyorlar.
Burada iki temel nokta belirlemeyi umuyorum. İlki medeniyetçi partilerin amatör, ham ve hataya eğilimli ama tehlikeli olmadıkları ve iktidara gelmelerinin Avrupa'yı 1930'ların "aşağılık namussuz yıllarına" geri götürmeyeceğidir. İkincisi, karşı durulmaz bir şekilde büyüdüklerinden yirmi yıl içinde hükümette geniş çapta hizmet verecekler ve hem muhafazakarları hem de solcuları etkileyecek olduklarıdır. Ortadan kaybolacaklarını umarak medeniyetçi partileri reddetmek, marjinalleştirmek, dışlamak ve görmezden gelmek başarısız olacaktır. Bu tür adımlar onların güce ulaşmalarını engellemeyecek tam aksine onları daha popülist ve radikal yapacaktır.
6P elitleri medeniyetçileri meşru kabul etmeli, onlarla çalışmalı, aşırılık yanlısı unsurları bir tarafa atmaları için cesaretlendirmeli, pratik deneyim kazanmalarına yardım etmeli ve iktidara hazırlanmaları için onlara rehberlik etmelidirler. Ancak bu tek yönlü bir yol değil, geleneksel yolları koruma ve Batı medeniyetini sürdürme konusunda gerçekçi anlayışa sahip oldukça medeniyetçilerin de elitlere öğretecekleri bir şeyler var.
Orta Doğu Forumu'nun başkanı Daniel Pipes (DanielPipes.org, @DanielPipes), geçtiğimiz yıl boyunca on Avrupa ülkesinde göç ve İslam konusunu araştırdı.