Winston Churchill, 1946'ının Mart ayında Missouri eyaletinin Fulton şehrinde yaptığı ünlü "Demir Perde" konuşmasında, İkinci Dünya Savaşı sırasında gelişen Amerika-İngiltere bağlarını tanımlamak için "özel ilişki" terimini kullanarak popülerleştirdi. Zamanla, Kanada, Panama, Porto Riko ve Virgin Adaları, İrlanda, Almanya, Liberya, Suudi Arabistan, Tayland, Filipinler, Çin ve Japonya da dahil olmak üzere diğer yabancı devletler ABD ile ilişkilerinde özel bağ kavramına başvurdular.
Bu devletlerden her biri kendi açısından özelken, şüphesiz hem politikacıların hem de analistlerin kabul ettiği üzere en özel ilişki İsrail ile olan ilişkidir. "Özel ilişki" terimi iki ülke arasında son yarım asırdan fazladır var olan ilişkilerin sadece diplomatik ve askeri bağlantıların olduğu kesif bir orman değil, aynı zamanda benzersiz bir ekonomik, akademik, dini ve kişisel bağlar yelpazesini da içerdiği anlamına geliyor. Karşılaştırmalı bir bakış açısına göre, Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail uluslararası siyasette en olağanüstü bağa sahip olabilir.
Elbette ilişkiler her zaman olumlu seyretmiyor. 1956'da İsrail'in Süveyş operasyonuna katılması, 1981'de Suudi Arabistan'a AWACS satılması üzerine yapılan tartışmalar, 1982'de Lübnan'ın Sabra ve Şatilla kamplarında Filistinlilerin katledilmesi ve intifada gibi olaylar gerginliği yükseltti. Başbakan Menaşem Begin'in İsrail'in bir "muz cumhuriyeti" olmadığını ilan ettiği ve George Bush'un kendisini "bazı kuvvetli politik güçler" ile karşı karşıya kalan "yalnız bir adam" (İsrail lobisine bir gönderme) olarak tanımladığı zamanlarda olduğu gibi bazen politikacılar rahatsızlıklarını açıkça ortaya koyuyorlar. Fakat bir bütün olarak ABD-İsrail ilişkilerinin hali sadece oldukça olumlu değil, aynı zamanda çok da derin.
DIŞ POLİTİKA
Öncelikle, iki devlet çeşitlilik gösteren uluslararası konularda şaşırtıcı şekilde dengeli bir işbirliği yapıyorlar. Elbette, Amerika Birleşik Devletleri İsrail-Mısır barışını sağlamlaştırmak ve İsrail'in dünya çapında kabul görmesini teşvik etmek için milyarlar ödeyerek İsrail'e muazzam güçlü bir hami olarak hizmet ediyor. (Ancak bazen bu çetrefilli yollardan gerçekleşebiliyor: Washington 1993 Aralık ayında Vatikan'ın İsrail ile diplomatik ilişkiler kurması için şiddetle çabaladı ve iki ay sonra ise Kırgız hükümetinden ısrarla Kudüs'te bir elçilik açma niyetini yerine getirmemesini istedi.) Ayrıca, İsrail Washington'da önemli bir etkiye sahip. 1980 ortalarında İrangate olarak da bilinen Washington'un İran ile ilişkileri iyileştirme girişimi bir İsrail projesi olarak hayata geçti. İsrail'in Türkiye ile iyi ilişkileri Türkiye'nin Amerika Birleşik Devletleri'nde Avrupa'dan çok daha fazla bir saygınlığa sahip olmasının nedenini açıklıyor.
İsrail'in dikkat çekici bir Amerikan müttefik olduğunu gösteren nicel bir endeks var: Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'ndaki oy kayıtları. Uzun yıllardan beridir İsrail Amerika Birleşik Devletleri ile sıklıkla aynı oyu kullanma anlamında diğer devletlerden çok daha önde gelmiştir. ABD hükümeti tarafından derlenen rakamlara göre, 1996'da İsrail Washington ile tüm önemli oyların yüzde 95'inde hem fikirdi ki, bu sayı bu anlamda önde gelen iki diğer devletin (Letonya yüzde 81) ve Amerika'nın oldukça yakın müttefiki İngiltere (yüzde 79), ardından sırasıyla Fransa (yüzde 78), Kanada (yüzde 73) ve Japonya'nın (yüzde 72) çok önünde. Buna karşılık, en yakın Arap ülkesi Kuveyt sadece oyların yüzde 45'inde Amerika Birleşik Devletleri ile aynı oyu kullandı. Tipik olarak, oylamalarda sadece bir ya da iki devlet Washington ile birlikte aynı çizgide olduğunda bu devletlerden biri mutlaka İsrail'di. Örneğin, 1992 Kasım'ında Birleşmiş Milletler (Küba ile ticaret yapan Amerikan şirketlerinin yabancı iştiraklerini yasaklayan) Toricelli Tasarısını 79 çekimser ve 59 kabule karşı 3 ret oyu ile kınadığında yalnızca İsrail ve Romanya Amerika Birleşik Devletleri'ne katıldı.
STRATEJİK İŞBİRLİĞİ
Yıllarca ABD-İsrail arasında askeri bir bağ yoktu. 1948'de İsrail kuruluşundan 1960'ların ortalarına kadar Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon yetkilileri Arapların Sovyetler ve Çin'den daha fazla silah istemelerine yol açacağı ve dolayısıyla Orta Doğu'da silahlanma yarışını teşvik edeceği endişesiyle İsrail'e Amerikan silahları sağlama fikrine karşı çıkıyorlardı. Ayrıca talihsiz Bağdat Paktında (1955'de Batı yanlısı rejimlerin ittifakı) olduğu gibi Orta Doğu'nun geri kalanını Sovyetler Birliği'ne karşı örgütlemeyi umut ediyorlardı. ABD politikası 1962'de Kennedy yönetimi Dışişleri Bakanlığının itirazı üzerine HAWK uçaksavar füzelerini İsrail'e satışını onayladığında değişmeye başladı. 1967'deki Altı Gün Savaşı'ndan önce yapılan askeri satışlar bölgede herhangi bir devletin diğerleri üzerinde askeri bir avantaj sahibi olmasını engelleme amacını taşıyordu.
ABD politikası 1967 savaşından sonra kökten değişti: zaman İsrail'e komşuları üzerinde niteliksel bir üstünlük kazandırma zamanıydı. Lyndon Johnson'un 1968'de imzaladığı İsrail'e Fantom jetlerinin satılması anlaşması bu değişikliğe işaret ediyordu ve ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri bu dönemde İsrail'i başlıca silah tedarikçisi olarak belirledi. Yine de bu satışlar ABD'nin kendi güvenlik çıkarlarının değerlendirilmesinden değil, İsrail'in ihtiyaçlarını göz önünde tutmaktan ve içeriye yönelik politik değerlendirmelerden kaynaklanıyordu. Amerikan yetkilileri İsrail'in NATO'nun sınırlama politikasına destek olacak askeri kudretten yoksun olduğunu ve bu nedenle Batıyı savunmada bir rolü olmadığını düşünüyorlardı.
Bu algı 1970'de Nixon yönetimi Ürdün Kralı Hüseyin'i desteklemek için İsrail'e çağrı yaptığında değişti. Bundan kısa bir süre sonra, Orta Doğu'da Batının savunmasına hiçbir Arap devletinin katkıda bulunmayacağı netleşti, Carter yönetimi İsrail'in Amerika Birleşik Devletleri'ne askeri teçhizat satmasına izin vererek ve sınırlı ortak askeri tatbikatlar düzenleyerek örtük bir stratejik işbirliği uygulamaya başladı. Ronald Reagan İsrail'i soğuk savaşın potansiyel bir iştirakçisi olarak görerek bir ilki gerçekleştirdi. Seçimden önce yazdığı gibi: "İsrail Devleti'nin stratejik hesaplarımızda oynadığı kritik rolü tamamıyla takdir ederek Moskova'nın güvenliğimiz ve ulusal refahımız için önem taşıyan bölgeler ve kaynaklar üzerindeki tasarımlarını engellemeye zemin hazırlayabiliriz." İki Reagan yönetiminin politikaları bu görüş ile büyük ölçüde uyum içindeydi.
Dışişleri Bakanı Alexander Haig Orta Doğu'da Sovyet yayılmacılığına karşı bir "stratejik fikir birliği" yaratmaya çalıştığında, Arap devletleri (en büyük problemlerinin komünizm değil Siyonizm olduğunu vurgulayarak) uzak dururken İsrailliler hevesle katıldılar. Kudüs bu yaklaşımın avantajlarından 31 Kasım 1981'de Washington ile "stratejik işbirliği" olarak adlandırılan Mutabakat Zaptını (MOU) imzaladığında yararlanmaya başladı. Tüm sınırlamalarıyla (ortak askeri tatbikatları veya düzenli işbirliğinin olmaması) MOU ilk defa İsrail'i Amerika Birleşik Devletleri'nin stratejik bir müttefiki olarak resmi olarak tanıdı.
İki yıl sonra yeni bir MOU iki ayrı grup yarattı: Sovyet kaynaklı tehditlere karşı koyma araçlarını tartışmak için Ortak Politik-Askeri Grup (JPMG) ve güvenlik yardımını denetlemek için Ortak Güvenlik Yardım Planlama Grubu (JSAP). 1987 yılında Kongre İsrail'i NATO üyesi olmayan başlıca müttefiki olarak belirlediğinde İsrailli sanayiciler askeri mallar üretme sözleşmeleri için NATO ülkeleri sanayicileri ile eşit olarak rekabet edebildiler. Bir sonraki yıl yeni bir MOU daha önceki tüm anlaşmaları kapsadı. Reagan'ın ikinci döneminin sonunda Amerika Birleşik Devletleri İsrail'de önceden yerleştirilmiş teçhizata sahipti, düzenli olarak ortak askeri tatbikatlar düzenleniyordu, Arrow Anti-Taktik Balistik Füzenin ortak olarak geliştirilmesine başlanmıştı ve bir dizi diğer askeri çabaların içinde işbirliğini barındırmaya angaje olunmuştu.
Bu stratejik bağlar geçtiğimiz sekiz yılda daha da büyüdü. Pentagon ve İsrail Savunma Bakanlığı arasında bir acil yardım hattının yanısıra 1996'da Terörle Müşterek Mücadele Grubu hayata geçti. 1997'nin başlarında İsrail düşman füzeleri konusunda gerçek zamanlı uyarı sağlayan ABD füze uyarı uydu sistemine bağlandı. ABD hükümeti İsrail silah sistemleri ve askeri teçhizatlarının araştırılması ve geliştirilmesi için finans sağlamaya devam ediyor.
Bu anlaşma bolluğu kurumsallaştırılmış ordudan orduya temaslara eklendiğinde karşılıklı savunma anlaşması olmayan iki devlet için benzersiz olağanüstü bir bağlantı ağı anlamına geliyor.
EKONOMİK BAĞLAR
Yardım programlarının, ticaretin, ortak çabaların ve İsrail'in ekonomik sistemine Amerikan müdahalesinin büyümesi Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail'i dikkat çekici derecede birbirine bağımlı hale getirdi.
İlişkiler ekonomik alanda da yavaş başladı. 1949 ve 1973 arasındaki 25 yıl boyunca ABD hükümeti İsrail'e toplam 3.2 milyar dolar yardım sağladı; 1974'den sonraki 23 yıl boyunca neredeyse 75 milyar dolar alması İsrail'in diğer ülkelerden kat kat daha büyük kişisel gelire sahip bir ülke haline getirdi. İsrail kişisel gelir anlamında İngiltere'ye rakip zengin bir ülke haline geldi, bu nedenle Amerika'nın İsrail'e yardım sağlama isteği artık sadece ihtiyaca bağlı değil. Aksine, bugünkü yardım barış süreci ile yakından ilintili; herhangi bir azalmanın iması bile İsrail'in güvenliğini tehlikeye düşüreceği ve barış için riskler alma istekliliği nedeniyle dirençle karşılandı. Bu da ABD'nin İsrail'e yardımını benzersiz bir hale getiriyor. Özellikle her iki ülkenin muhafazakarları arasında giderek artan sayıdaki bazı sesler yardımın devam etmesi ile ilgili şüpheciliklerini ifade etseler de, yardım iki ülkenin ilişkilerinin dayanak noktası olmaya devam ediyor.
İkincisi, ABD hükümeti ilk serbest ticaret anlaşmasını (FTA) 1985'de—elbette İsrail ile—imzaladı. Bu benzeri görülmemiş anlaşma gümrük vergilerini yavaş yavaş kaldırarak tüm ABD pazarını İsrail'e açtı. Dahası FTA Kanada ve Meksika ile yapılan müteakip anlaşmalar için bir model teşkil etti. Açıkçası, son iki ülke siyasi muhalefetle karşılaşırken (özellikle tartışmalı Güney Amerika Serbest Ticaret Anlaşmasının bir parçası olan Meksika ile yapılan anlaşma) İsrail hiçbir muhalefetle karşılaşmadı; nitekim Senato anlaşmayı oybirliği ile onayladı. Pek çok ticari anlaşma gibi, İsrail ile imzalanan FTA ticari ihtilaflar yarattı ama aynı zamanda ticaret hacmini artırma amacına da ulaştı: toplam iki yönlü ticaret son on yılda ABD'inin İsrail'e olan ihracatının iki katına çıkmasıyla 1987'de 4.7 milyar dolar ve 1995'de 11 milyar dolara ulaştı. Ekonomik işbirliği FTA ile de bitmedi. Örneğin, iki devlet 1996 Kasım'ında tarımsal bir ticaret anlaşması imzaladı.
Üçüncüsü, hükümetler müşterek araştırma ve geliştirmeyi teşvik etmek için kurumlar yarattılar. 1977'de her ülkeden gelen 55 milyon dolar ile kapitalize edilen İki Uluslu Endüstriyel Araştırma ve Geliştirme Vakfı (BIRD) bilgisayar yazılımı, enstrümantasyon, iletişim, tıbbi cihazlar ve yarı iletkenler gibi yenilikçi, savunma amaçlı olmayan teknolojik ürünlerin geliştirilmesi ve ticarileştirilmesi için kurulan müşterek ABD-İsrail ekiplerini finanse ediyor. BIRD dört-yüzden fazla müşterek ileri teknoloji Ar&Ge projesine finansman sağladı; bu girişimlerden geliştirilen ürünlerin toplamda 4.5 milyar doların üzerinde satış ve sadece Amerika Birleşik Devletleri'nde 200 milyon dolardan fazla vergi geliri sağladığı ve Amerika'da yaklaşık 20,000 iş yarattığı tahmin ediliyor. BIRD tarım, ileri teknoloji ve Ürdün gibi konularla uğraşan çeşitli müşterek kurumlara da model oluşturdu.
Son olarak, 1984'de, İsrail'de yaşanan ekonomik sıkıntı sırasında (yıllık yüzde 450 enflasyon, büyük bir dış borç, yetersiz dış rezervler, yüksek işsizlik) Dışişleri Bakanı George Shultz İsrail'in ekonomik zorlukları üzerine çalışma yapması için Amerikan-İsrail Ortak Ekonomik Geliştirme Grubu'nun (JEDG) kurulmasının önerdi. JEDG bütçe kesintileri, para arzının daha sıkı kontrolü ve şekelin [İsrail parası] devalüasyonu da dahil olmak üzere İsrail'in iddialı ve başarılı ekonomik istikrar planının oluşturulmasında çok önemli bir rol oynadı. İsrail bu ve diğer adımları attığında, Reagan İsrail ekonomisini çökmekten kurtaran ve enflasyonu üçlü hanelerden düşük çift hanelere indiren bir iyileşmeyi canlandıran 1.5 milyar dolarlık bir acil yardım programını onayladı. Bu adımlar İsrail'in on yıl sonra dünyanın en hızlı büyüme oranına sahip ülkelerden biri olmasının temelini attı. İsrail ile 1984'de başlayan diyalog bugün de devam ediyor; örneğin, 1996'da İsrail ekonomisinin hızla özelleştirilmesini sağlamak ve sermaye piyasasını geliştirmenin yollarını değerlendirmek için ortak çerçeveler oluşturmak üzere anlaşmalara varıldı.
Amerika Birleşik Devletleri'nin diğer uluslara ekonomilerini (yakın tarihli Meksika örneğini ele alın) nasıl istikrara kavuşturmaları gerektiği konusunda talimat vermesi alışılmadık bir durum değil, ancak İsrail olayı finansal yardımı Dünya Bankası ya da Uluslararası Para Fonu değil ABD Hazinesi sağladığı için olağandışıydı. Daha da şaşırtıcı olan, (3 milyar dolarlık acil olmayan ekonomik ve askeri yardım ile birlikte) ödeme gerçek bir muhalefetle karşılaşmadı (Senato oyu 75-19, Meclis oyları ise devam eden bir kararın parçasıydı.) İsrail, makro-ekonomik politikasının geliştirilmesi konusunda Amerika Birleşik Devletleri ile istekli bir şekilde işbirliği yapan tek ülke olabilir.
ENTELEKTÜEL BAĞLAR
İsrailli aydınlar benzersiz bir şekilde Amerika Birleşik Devletleri'ndeki kültürel ve entelektüel düşünce biçimine alışmış durumdalar. Belki de Amerika Birleşik Devletleri'ndeki önemli yazarlar arasında Abba Enan, Amos Oz ve David Grossman gibi yazarlar da dahil olmak üzere ana dili İngilizce olmayan ülkelere nazaran daha fazla İsrailli yazar görünüyor. İncil araştırmaları ve Orta Doğu Araştırmaları gibi belirli alanlarda İsrailli bilim adamları diğer yabancı uyruklulardan daha büyük bir rol üstlenmekle kalmıyor aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri'ndeki araştırma gündemini de belirliyorlar. Bir Cizvit kurumu olan Georgetown Üniversitesi de dahil olmak üzere bazı üniversiteler konuk İsrailli bilim adamları için düzenli bir yere sahipler—ki, bu da benzersiz bir durum olabilir.
Pek çok ABD üniversitesi İsrailli üniversitelerle karşılıklı olarak öğrenci ve öğretim üyesi değişim programlarına sahipler ve bazıların da ise müşterek derece programları var. Bütün üniversite bölümlerinin çoğunlukla Amerikalı öğrencilere hizmet vermek için var olduğu İsrail'de sayısız Amerikalı öğrenci var, örneğin, Kudüs İbrani Üniversitesi Denizaşırı Öğrenciler için Rothberg Okulu. Bağlantı Yahudi Amerikalılar ile de sınırlı değil, olağandışı bir programda, Birleşik Siyahi Koleji Fonu olarak bilinen Kolej Fonu/UNCF Yahudi ve İsrailli kurumlarla işbirliği içinde siyah Amerikalı öğrencileri yaz aylarında İsrail'e kolektif çiftlikler de çalışmaları, yoksul İsraillilere bir ay İngilizce öğretmeleri ve İbrani Üniversitesi'nde bir ay eğitim görmeleri için var olan UNCF/İsrail Değişim Programını idare ediyor.
Akademik ilişkilerin bir de hükümeti ilgilendiren bir tarafı var. İki devlet 1972'de iki ülkedeki bilim adamları arasında işbirliğini desteklemek için İki Uluslu Bilim Vakfı'nı (BSF) kurarak geniş çaplı stratejik olmayan ilişkiler için bir zemin hazırladı. Bağış yoluyla100 milyon dolarlık bir gelire sahip olan BSF, 300'den fazla Amerikan araştırma kurumundan yaklaşık 2,000 bilim adamını içeren 2,000'den fazla burs vermiştir. BSF'nin başarısı çorak ve yarı çorak bölgelerde sorunları ve çözümleri araştırmak üzere kurulan bağımsız ve kar gütmeyen Uluslararası Çorak Arazi Konsorsiyumu gibi diğer kurumların da ortaya çıkmasına neden oldu.
MÜŞTEREK ÖZDEĞER GİRİŞİMLERİ
ABD-İsrail işbirliği anlaşmaları 19 Şubat 1950'lere kadar gitse de, resmi yayınların değişiminin sayısı ve kapsamı neredeyse her bir ABD hükümet kurumunun İsrailli benzerleri ile anlaşmalar imzaladığı Reagan yönetimi boyunca ciddi anlamda genişledi. Böylece ABD Orman Servisi Yahudi Ulusal Fonu ile yangınla mücadele, koruma ve arazi yönetimi alanlarında işbirliği için bir kaç MOU imzaladı. Enerji Bakanlığı İsrailli benzeri ile gelecek vaat eden teknolojilerin ticarileştirilmesine odaklanmak için olan anlaşmasını yeniledi. Bu tür bir dolu anlaşma imzalanmaya devam etti: 1996'da Menkul Kıymetler Komisyonu ve İsrail'in Menkul Kıymetler Kurumu her iki ülkenin menkul kıymetler düzenlemelerinin uygulanmasında işbirliği yapma konusunda anlaştı. 1996'de FBI Tel Aviv'de bir ofis açma planını ilan etti. Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi, Çevre Koruma Kurumu, Çalışma, Tarım ve Sağlık ve İnsan Hizmetleri Bakanlıkları gibi diğer kurumlar da anlaşmaları olan kurumlar arasındadır. Bu MOU'ların pek çoğu basit bir kağıt parçasından daha fazla bir anlam taşıyor ise bu önemli bir şeyi sembolize ettiklerinden: Çıkarlar konusunda Amerika Birleşik Devletleri ile diğer ülkelerle olandan daha geniş ve daha derin bir işbirliği.
Daha da alışılmadık olan, Amerikalılar ve İsrailliler devlet ve yerel düzeyde pek çok hazır bekleyen düzenlemeye sahipler. Valiler rutin bir şekilde iş adamlarından, eğitimcilerden ve kültürel alandaki görevlilerden oluşan delegasyonların İsrail'e gidişlerinde liderlik ediyorlar. Buradaki ana dönüm noktası Teksas-İsrail Değişimi, Teksas Tarım İdaresi ve İsrail Tarım Bakanlığı arasında projeleri teşvik etmek için ortaya çıktığı 1984'de yaşandı. En azından 19 eyalet ticareti, turizmi, araştırma ve kültürü artırmak için anlaşmalar yaparak bu eğilimi takip etti. Örneğin Kuzey Karolina 1993'de üç sene içinde her iki tarafta da Kuzey Karolina-İsrail Kalkınma Merkezleri, İsrail'de Kuzey Karolina modeline dayanarak otizmliler için bir merkez, İsrail dışında sergilenecek en büyük İsrail görsel sanatlar sergisi ile sonuçlanacak sanat değişimi, İbrani Üniversitesi tarafından geliştirilen bir akran eğitim programının devletin üçüncü büyük okul bölgesinde kurulması gibi projelerin ortaya çıkmasına yol açan geniş kapsamlı bir anlaşma imzaladı.
DİNİ BOYUT
Yahudilerin İsrail'e iyi bilinen özel bir ilgileri var ama aynı şey Hristiyanlar için de geçerli. Hristiyan Amerikalıların büyük bir çoğunluğu sürekli olarak sadece diğer bir ülke olarak değil, müşterek Yahudi-Hristiyan mirasının kilit kaynağı olarak gördüğü İsrail'e sempati besliyor.
İsrail'e yönelik bu özel duygu doğrudan doğruya politikaya dönüşüyor. ABD kamuoyu genelde dış yardımdan hoşlanmamakla birlikte anketler "Amerikalıların çoğunun" İsrail'e ekonomik ve askeri yardımı "şiddetle desteklediğini" gösteriyor.
Birbirlerinin ilişkilerine müdahale etmeyen devletlerle ilgili genel kural bu aile benzeri ilişkilerde ortadan kalkıyor. İzak Rabin 1972'de Gerald Ford'u ve 1992'de George Bush'u destekledi. Kendi adına Bill Clinton Şimon Peres'in yeniden seçilmesine yardımcı olmak için sanal müşterek bir kampanyada gözükme de dahil yapabileceği her şeyi yaptı. 1992'de Dışişleri Bakanı James Baker İsrail'de parlamento seçimlerini hızlandırdı: ve Lubavicher Rebbe o sırada bu seçimin sonucuyla ilgili önemli bir söze sahipti. İlginç şekilde iki taraf ta bu müdahaleyi çok sorunlu görmedi. 1989'da Amerika'nın İşçi Partisi'ni Likud ile yapılacak bir koalisyon hükümetinde tutma çabalarını öğrenen ismini vermeyen bir İsrailli yetkili sakince şöyle tepki verdi:
Ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin yoğunluğu ve samimiyetinden dolayı, bu tür müdahalelere alıştık ve bunu iç işlerimize karışma olarak görmüyoruz.
Başka bir ülkede bir yetkilinin böyle bir beyanda bulunacağını düşünmek hayal gücünü zorlamak demektir.
Zaman zaman İsrailliler iç politikalarını sarsması için Amerika'ya müdahale etmesi için yalvarıyorlar. 1982'de Başbakan Begin'i eleştirenler, başbakanın Batı Şeria'daki politikalarını değiştirmenin bir yolu olarak, Amerikan yardımının kesilmesi için Amerikan yönetimine başvurdu. 1988'de İsrail'in en bilinen dört yazarı (Yehuda Amichai, Amos Elon, Amos Oz ve A. B. Yehoshua) Amerikan Yahudilerine ve "İsrail'in Amerika Birleşik Devletleri'ndeki tüm dostlarına" İsrail'in Batı Şeria'daki politikalarına karşı seslerini yükseltmeleri çağrısında bulunan bir metin yayınladı. Daha dikkat çekici olan, "[Amerikan Yahudileri] sessizlikleriyle İsrail'in siyasetine büyük ölçüde müdahale ediyorlar" dediler. 1992'de önde gelen bir İsrail gazetesi "tüm [barış] sürecin ilerlemesinin en önemli şartı" olarak İsrail üzerinde sürekli baskı yapılması çağrısında bulunan bir köşe yazısı yayınladı.
ABD-İsrail arasındaki bu istisnai bağ İsraillilerin Amerika Birleşik Devletleri'nde etkili olmak için bazı büyük beklentiler geliştirmelerine izin veriyor. 1994'de İsrail Sağlık Bakanı Ephraim Sneh Amerikan hükümetine İsrail'in Amerika'nın Araplarla olan ilişkilerinde nelere tahammül edeceği konusunda talimat verme küstahlığına sahipti: "Amerika Birleşik Devletleri İsraillilere güvenilir ve sadık bir ortak olduğunu kanıtlamıştır: İsrail ile barış görüşmelerinde gerçek bir gelişme göstermeden Arap devletleri ile ilişkilerini ileriye götürmeyecektir." 1995'de ölümünden kısa bir süre önce İzak Rabin Amerikalı Yahudilere vatandaşlıklarının verdiği bir hak olarak Kongre'de uygun gördükleri gibi lobi faaliyetinde bulunmama talimatı verdi: "Amerikan Kongresini İsrail'in demokratik olarak seçilmiş hükümetin politikalarına karşı etkilemeye çalışma hoş görülmeyecek bir şeydir."
Daha da çarpıcı olan, İsrail liderler bazen ABD fonlarını elden çıkarma hakkına sahip olduklarını düşündüler. 1994'de İsraillilerin Golan Tepelerinden çekilmek için 5 milyar dolar tazminat istediğini ve Suriyelilerin aynı miktarı istediğini tahmin eden raporlar ortaya çıktı. Diğer zamanlarda İsrailliler Suriye için de bir tazminat beklediklerini açıkça belirttiler. Nitekim, İsrail'in Mısır müzakerecilerinden biri olan Abraham Tamir, "Eğer Clinton ve Amerika Birleşik Devletleri İsrail ve Suriye arasında gerçekten barış istiyorlarsa bunun parasını ödemek zorunda kalacaklar" dedi.
ABD-İsrail ilişkileri o kadar güçlü ki, İsrail'e beddua edenler veya aralarındaki daha ılımlı olanları taşı gediğine koymak için İsrail yanlısı bir dil benimsiyorlar. Dallas'ın liberal milletvekillerinden John Bryant 1991 yılında Batı Şeria'daki yerleştirmeler durmadığı takdirde İsrail'e verilecek fonların kesilmesini önerdi. Bryant bu tasarıyı haklı göstermek için İsraillileri Likud hükümetinin "aşırı politikalarında korumak" istediğini iddia etti. İsrail'in Amerika Birleşik Devletleri'ndeki en kararlı düşmanlarından biri olan Talcott Seelye, neredeyse benzer bir dil kullanarak Likud politikalarına Amerika Birleşik Devletleri'ne zarar verdiği için değil, bu politikaları "İsrail'in uzun vadeli çıkarları için ahlaki' bulmadığı için karşı olduğunu açıkladı. İsrail karşıtı güruh aynı zamanda İsrail'e yönelik eleştirilerinin Yahudi devletine olan saygılarının derinliği gösterdiğini iddia ederek başka bir manevra benimsediler. George McGovern "Eğer İsrail ve kendi ülkem için diğerlerinden daha yüksek bir standart koyarsam, bu iki ulusu alttan destekleyecek değerlere saygı için bir ölçü var" diyerek İsrail'in sürekli olarak eleştirilmesini olumlu bir şeye dönüştürmek istedi. 1987'de Norman Podhoretz'in gözlemlediği gibi, "bugünlerde İsrail'in cezalandırılmasına devamlı olarak eşlik eden protestolara bakarsak bu kadar sevgi dolu dostluklarla kutsanan başka hiçbir ülke olmadı."
SONUÇ
Bunlar iki ülke arasındaki en görünür bağlantılardan sadece bir kısmı: bir dolu diğer bağlantı daha var. Örneğin, İsraillilerin büyük bir yüzdesinin Amerika'da diğer ülkelerin vatandaşlarından daha çok yakın akrabaları var, bu da Amerika'yı İsrailliler için oldukça tanıdık bir yer haline getiriyor. İsrail Amerikalıların kendi ülkelerinin vatandaşlıklarını koruyup kamu görevi yapabilecekleri tek ülke. 1992'de Clinton'un geçiş ekibi ile yabancı bir temsilci arasındaki ilk iletişim İsrail büyükelçisiyle oldu. Orta Doğu politikaları Amerikan kamuoyuna ve özellikle New York'a çok derinden sinmiş durumdadır.
Bazen insan gazete başlıklarını okuduğunda New York'un Orta Doğu'nun bir bölümü olarak kabul edilmesi gerektiği izlenimine kapılıyor. Diğer zamanlarda, Orta Doğu—ya da her halükarda İsrail şehrin bir bölümü gibi görünüyor.
Bu yaygın bağlar mevcut politikanın çoğu aşırılıklarını emen dayanıklı bir kaynak oluşturuyor. 1996 Mayıs'ında Binyamin Netanyahu'nun İsrail başbakanı olarak seçilmesi ABD-İsrail ilişkilerinde bir bozulmaya neden olmuş olabilir. Netanyahu'nun barış sürecindeki platformu Amerikan politikası ile çelişiyordu. Netanyahu'nun kazandığı haftalar içinde ilişkilerin her zaman olduğu kadar yakın olduğu ortaya çıktı. Netanyahu Clinton'u büyüleyerek, Kongrenin ortak oturumunda konuşarak ve Manhattan caddelerinde trafik sıkışıklığına neden olarak Amerika Birleşik Devletleri'ni neredeyse bir zafer turundaymış gibi ziyaret etti. İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri liderlerinin arasındaki farklılıklar nispeten dardır ve bunlar da temelde orta amaçlara yönelik olarak kullanılacak araçlarla ilgili anlaşmazlıklardır. Kudüs'te tek taraflı İsrail eylemleri ve yerleşim yerleri inşa etmek gibi belirli meseleler sürekli olarak gerginliğe neden oldu—en son olarak Har Homa'daki bina gibi. Bu ağız dalaşları kamuoyunda ve özelde karşılıklı suçlamalara neden oluyor ama genelde ilişkiyi fazla etkilemiyor.
En kötü durumda, Amerikan yönetimi İsraillere baskı uygulayabilir ve hatta işbirliği düzeyini azaltabilir (örneğin, silah teslimatlarını askıya alarak ya da stratejik işbirliğini azaltarak) ama bugün bağlar o kadar geniş ve derin ki, ittifakın çatlaması pek olası değil. 1956-57 yıllarında Dwight Eisenhower'ın aksine bugün hiçbir başkan Kongre böyle bir eylemi desteklemeyeceğinden dolayı mantıklı bir şekilde yardımı kesmekle tehdit edemez. Ekonomik, akademik ve iki ülkenin vatandaşları arasındaki kişisel ilişkiler büyük oranda kestirilemeyen siyasi olaylara bağışıklık kazanmış durumdalar. Bu olağanüstü ilişkinin daha da gelişmesi yavaşlamış olabilir ama tersine çevrilemez.