Editöre:
Michael Mandelbaum'un dikkatleri küresel barışı için tehdit oluşturan üç devlete çektiği—Rusya, Çin ve İran—ve bu devletlerin rejimlerini değiştirme çağrısı yaptığı harika "In Praise of Regime Change"/"Rejim Değişikliği Övgüsü" isimli makalesi ile ilgili iki yorumumu sunabilir miyim?
İlk olarak, Sayın Mandelbaum Ukrayna'nın işgal edilmesini Güney Çin Denizini kontrol etme girişimi ve dört Arap başkentinde "saldırgan milliyetçilik" hakimiyeti kurma girişimi olarak nitelendiriyor, ancak bunlara emperyalizm dense daha iyi olmaz mı? Daha kapsamlı bir biçimde yabancı halkları yönetme olan "saldırgan milliyetçilik" her zaman emperyalizm değil mi? Bu ayrım akılda tutulması gereken önemli bir nokta.
İkincisi, ABD hükümetinin bu otokrasileri demokrasiye dönüştürmek için yapabileceklerine gelince Sayın Mandelbaum oldukça sıkıcı çevreleme, onları "marjda" zayıflatma ve Amerikalıların "çekici bir karşı örnek" sağlamasından oluşan bir üçleme sunarak bu konuda pek tereddütlü davranıyor.
Bahsetmediği şey tiranlıkların meşruiyetine meydan okumak ve belki de düşmanlarına yardım etmek. Çin ve Rusya'nın büyük bir titizlikle ele alınması gerekir ancak Xi Jinping ve Vladimir Putin'in başkalarına saldırma cezasından muaf olamayacakları ve bu şekilde davranarak meşruiyet ve istikrar anlamında bir bedel ödeyecekleri konusunda uyarılmaları gerekiyor.
Buna karşılık İran'ın Amerika Birleşik Devletleri'ne yönelik bitmek bilmeyen ("Amerika'ya Ölüm" sloganıyla sembolize olan) düşmanlığından dolayı kontrol edilmesi kolay olacaktır. Amerika'nın politik ve özellikle maddi desteğinin mollaların on binlerce düşmanı için nasıl teşvik edici olacağını hayal edin. Bunun mollaları nasıl korkutacağını da hayal edin. İran İslam Cumhuriyeti'nin 40 yıllık iktidarından sonra Washington'un bir rejim değişikliği çağrısı yapma zamanıdır.
Daniel Pipes
Orta Doğu Forumu
Michael Mandelbaum'un yanıtı:
Bu oldukça ilginç iki yorumundan dolayı Daniel Pipes'a teşekkür ederim. İlk olarak, Rusya, Çin ve İran'ın dış politikalarına saldırgan milliyetçiliğin örnekleri olarak atıfta bulunuyorum çünkü bu rejimler bu politikaları demokratik olmayan bir şekilde yönettikleri hedef kitlelerinin milliyetçi hassasiyetlerine dayandırarak meşrulaştırıyorlar. The Rise and Fall of Peace on Earth/Dünyada Barış'ın Yükselişi ve Düşüşü isimli yeni kitabımda bahsettiğim üzere bu gerçeğin kanıtı üçünün de (yanlış bir biçimde) söz konusu politikalarının doğasında savunma amaçlı olduğunu ve ülkelerini Amerika Birleşik Devletleri öncülüğündeki Batı'nın açgözlü komplolarından korumak faaliyeti olduğunu iddia etmeleridir. Bunlar ülkelerinin tehlike altında olduğunu iddia ediyorlar. Yine de emperyal değerlendirmeler bu üç durumda konuyla ilgilidir. Her bir diktatörlük dış politikasını kendi bulunduğu bölgedeki haklı egemenliğini restore etmek için sarf edilen gerekli çabalar olarak gerekçelendirir, eğer başarılı olunursa komşularının isteklerine karşı ve komşularına rağmen gerçekleşecektir bu emeller. Dahası, Çin ve İran fırsat verildiği takdirde ayrılmayı seçme ihtimali olan azınlık ulusların bir araya geldiği çok uluslu devletlerdir ve Rusya çok yakın bir tarihte dünyanın en büyük, Vladimir Putin'in bazen yeniden yaratmaya taahhüt ettiği, çok uluslu imparatorluğunun çekirdeğini oluşturuyordu.
Diktatörlüklerin meşruiyetini zor kullanarak sorgulama konusuna gelince iki potansiyel zorluk görüyorum. İlki, diktatörlük hükümetleri bu gibi çabaları kesinlikle rejimden çok uluslarına yönelik fiili saldırılar olarak resmedecekler ve böylelikle ülkelerinde güçlerini kuvvetlendirmeyi başaracaklardır. İkincisi, Amerika Birleşik Devletleri'nin bu tür başarılı bir kampanya için gerekli gördüğü müttefikler bunun bir parçası olmayı reddebilirler. Rusya ve Çin'in saldırgan davranışlarına maruz kalma konusunda endişeli olmalarına rağmen Avrupalılar ve hatta Doğu Asyalılar bu iki ülke ile ticari bağlarını tehlikeye atacak herhangi bir şey yapma konusunda isteksiz davranıyorlar. Bununla birlikte bu devletlerin üçü de şu andaki durumdan daha fazla sonuç getirecek bir istismar konusu olma konusunda belirli bir kırılganlığa sahipler. Rusya, Çin ve İran'ın yöneticileri dibine kadar yozlaşmış durumdalar. Demokrasiler bu yolsuzluğun ayrıntılarını duyurmak ve dile getirmek için daha fazla şey yapabilirler ve bunu sehven destekleyen Batı politikalarını değiştirebilirler ki, bu konuda Washington merkezli Cleopatra Girişimi önemli çalışmalar yapıyor.