"Suudi-Amerikan ilişkileri söz konusu olduğunda Beyaz Saray'a "Beyaz Çadır" denmeli."
- Mohammed Al-Khilewi, Amerika Birleşik Devletleri'ne iltica eden bir Suudi diplomatı
ABD-Suudi ilişkilerinde bir liderin diğer ülkenin liderini ziyaret etmesine ilişkin iki sembolik anı düşünün. Kasım 1990'da Başkan George H. W. Bush Şükran Gününde eşi ve üst düzey kongre liderleriyle Irak'ı işgalden korumak için gönderdiği ve Suudi Arabistan'da bulunan 400,000 askeri ziyaret etmek için İran Körfezi bölgesine gitti. Suudi yetkililer başkanın şenlikli bir Şükran Günü yemeğine başlamadan önce masada dua etmeye niyetli olduğunu öğrendiklerinde karşı çıktılar; Suudi Arabistan sadece tek bir dini tanıyor ve o da İslam dediler. Bush bu durumu kabul etti ve o ve beraberindekiler bayramı uluslararası sularda demirlemiş olan yüzergezer kargo gemisi U.S.S Durham'da kutladılar.
2002 yılının Nisan ayında ülkenin etkili yöneticisi Veliaht Prens Abdallah, Başkan George W. Bush'u Teksas'da ziyaret etmek için yola çıkmadan önce bir grup Waco'daki (Başkan'ın Crawford'daki çiftliğine hizmet veren havaalanı) havaalanın müdürü ile konuşup "rampada ve uçakla iletişim kuranlar arasında hiçbir kadın istemediklerini" söylediler. Waco'daki Federal Havacılık İdaresi (FAA) bu talebi yerine getirdi ve isteği prensin rotası üzerindeki FAA istasyonlarına da bildirdi. Daha sonra, bu konuda sorgulandıklarında hem FAA hem de Dışişleri Bakanlığı Suudi dışişleri bakanına katılarak Suudilerin sadece erkek denetleyiciler yolunda bir talebi olduğunu reddettiler.
Bu olayların verdiği bilgi oldukça açık: Suudi Arabistan'daki Amerikalı yetkililer Suudi geleneklerine boyun eğiyor ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Amerikalı yetkililer de aynısını yapıyorlar. Bu sadece seyahat normları ile ilgili bir konu değil; enerji, güvenlik, din ve kişisel statü gibi konularda benzer bir Amerikan yağcılığı görülebilir. Suudiler rutin olarak ikili ilişkilerin şartlarını belirlediler. Onlarca yıl boyunca, ABD devlet kurumları istenmeyen ve gereksiz tavizler vererek Suudi isteklerine karşı o kadar tutarlı bir şekilde saygı göstermişlerdir ki, her iki taraf da kimin büyük güç kimin küçük olduğunu unutmasıyla bir değişimin gerçekleştiğini düşünebilir. Önce bu iddiayı belgeleyeceğim ardından da bir açıklama sunacağım ve bir politika önerisi ile bitireceğim.
Küçük Ölçekli Yalakalık
ABD hükümetinin Suudi normlarını kabulü özellikle kadınlar, çocuklar, dini bütün Hıristiyan ve Yahudiler söz konusu olduğunda ortadadır.
KADINLAR
ABD hükümeti aksi kesinlikle kabul edilmeyeceğinden Suudi Arabistan söz konusu olduğunda kadınlara yapılan eşitsiz muamelesiyi kabul ediyor. İki güncel örnek bunu açıklıyor.
1991'den itibaren ABD ordusu Suudi Arabistan'da konuşlanmış kadın personelinin baştan başa kara çarşaf giymesini istedi. (Bu Suudi Arabistan'ı ABD askeri personelinin dini olarak zorunlu bir giysi giymesinin beklendiği tek ülke haline getirmektedir.) Dahası, üssün dışına çıktıklarında araçların arka koltuğuna binmek zorundalar ve yanlarında bir erkeğin eşlik etmesi gerekiyor.
1995 yılında ABD Hava Kuvvetleri'nin en üstü düzey kadın savaş pilotu Yüzbaşı Martha McSally bu ayrımcı muameleyi sona erdirmek için sistem içinde bir çaba başlattı. Onun anlatımıyla, "Liderlik pozisyonunda olabiliyor ve düşman topraklarında savaş uçakları uçurabiliyorum, ancak üsten ayrıldığımda anahtarlarımı pozisyon olarak benim alt seviyemdeki erkeklere teslim etmem, arkada oturmam ve Müslüman bir giysi giymem çok aşağılayıcı ve küçük düşürücü." Sistem içinde başarılı olamayan McSally 2002'nin başlarında dava açtı. Şikayetleri özgür ifadenin ihlal edildiğine, din ve devlet ayrılığına ve cinsiyet ayrımcılığına işaret etti. (Erkek askeri personel için sadece onlar üzerinde uygulanan benzer gereklilikler yok ayrıca özellikle Suudi kıyafeti giymeleri yasak ve ABD hükümeti için çalışan askeri olmayan personelin çarşaf giymesi beklenmiyor.)
McSally dava açmasına Savunma Bakanlığı kadınların üssün dışında çarşaf giymeleri şartını değiştirerek cevap verdi; daha sonra diğer iki konuya ilişkin politikaları (arabanın arka koltuğunda oturma ve beraberinde bir erkeğin olması) yürürlükten kaldırdı. Ancak bunlar büyük ölçüde yüzeysel değişikliklerdi, kadınlar "ev sahibi ülkenin duyarlıklarını" göz önüne alarak hala eski kurallara sıkı sıkıya bağlı kalmaya "teşvik edilmekteydiler." ABD hükümeti çarşaf almaya ve dağıtmaya devam etmekte. McSally ordunun çarşafı "şiddetle teşvik etmesinin" Suudi kıyafeti giymeyen kadınların kariyerlerine zarar verdikleri korkusu duymalarına ve giymeye devam etmelerinden dolayı rejimin etkili bir şekilde devam ettiğini iddia etti. En sonunda 2002 Mayıs'ında Temsilciler Meclisi Pentagon'un "resmi ya da gayri resmi" olarak asker kadınları çarşaf giymeye ikna etmesini yasaklamaya oybirliği ile karar verdi ve Pentagon'un kadın askerler için çarşaf satın almasını yasakladı. (Senato henüz bu konuda bir faaliyet göstermiş değil.)
Yürütmenin kadın haklarıyla ilgili zayıf politikasının kadınlara karşı ayrımcılık yapan özel sektör kurumları üzerinde de bir etkisi var. Dışişleri Bakanlığı Denetleme Dairesi Başkanlığına ABD Senatosu'nun rızası olmadan hiçbir anlaşma hükmünün yürürlüğe giremeyeceğinden, böyle bir protokolün varlığının yasadışı faaliyetin bir göstergesi olduğunu açıkladım.
ABD hükümetinin Yahudileri boykotunun sonuçları zaman zaman ortaya çıkıyor. 1975'deki kongre oturumları ABD Ordusu Mühendisleri ve onun taşeronlarının Yahudileri (ve siyahları) Suudi Arabistan'daki projelerin haricinde tuttuğu gerçeğini ortaya çıkardı. Hazine Bakanlığı ABD işletmelerinin yasalaştırılan boykot karşıtı hükümleri aşmalarına yardımcı olmak üzere kılavuzlar yayınladı. Daha yakın bir zamanda, Boeing Corporation tarafından açılan bir davada ABD hükümeti kendini savunmak için aylarca sürebilecek Suudi Arabistan'daki belgeleri mikrofilme alınması işlemini yapması için Virginia merkezli CACI Inc. isimli bir taşeron firmayı işe aldı. Kasım 1991'de Hava Kuvvetleri'nin çağrısıyla yapılan bir toplantıda Hava Kuvvetleri Levazım Komutanlığı'nın baş avukatı Albay Micheal J. Hoover Adalet Bakanlığı ve CACI Inc.-Commercial'ı Yahudilerin ya da Yahudi soyadına sahip olanların mikrofilm ekibinin bir parçası olarak Suudi Arabistan'a gidemeyecekleri konusunda bilgilendirdi. Buna dayanarak, David Andrew (mikrofilm projesiyle ilintili kıdemli CACI Inc.-Commercial çalışanı) ve Jane Hadden Alperson (Hukuki İhtilaf Bürosu, Hukuk Davaları, Adalet Bakanlığı'nda mikrofilm projesi ile ilintili vaka yöneticisi) aşağıdaki "Tarama/Seçim Süreci" metnine dahil edilen bir "operasyon planı" düzenlediler:
Bölgede Müslümanlar ve Yahudiler arasındaki kültürel farklardan dolayı Yahudi ya da Yahudi soyadına sahip hiçbir personel Belge Edinme Ekibinin bir parçası olarak gönderilmeyecektir... Suudi kuralları gereği İsrail damgası olan hiçbir pasaport olmayacak.
Adalet Bakanlığı ve CACI Inc.-Commercial Suudi Arabistan'a gidecek ekibi işe alırken, "En azından bir ABD personelinin dini ve ulusal köken dolayısıyla ekipte yer alması reddedilmişti."
İftira ve İnkarla Mücadele Derneği'nin bir şikayetini duyduktan sonra Ticaret Bakanlığı Anti Boykot Uyum Bürosu bir buçuk yıl süren (olağandışı bir şekilde uzun bir süre) bir soruşturma yürüttü. Büro 27 Şubat 1997'de CACI Inc.-Commercial ve her bir kurumdaki kilit görevlilere (Hoover, Alperson, Andrew) yönelik iddialarla ilgili olarak bir anlaşmaya vardı. Bireyler ertelenmiş cezalara çarptırıldı ve CACI-Commercial 15,000 Amerikan Doları ceza ödedi. Ayrıca Hoover bir ihtar mektubu aldı. Hava Kuvvetleri ve Adalet Bakanlığı "benzer olayların yeniden yaşanmasını engellemek aracıyla tedbirler düzenlemeyi kabul etti." Tüm bunlarla ilgili olarak, New York Daily News iğneleyici bir şekilde "Hava Kuvvetleri ve Adalet Bakanlığı özür diledi ve yasaya uymaya söz verdi. Adalet Bakanlığının kanunu uygulaması gerektiğinden dolayı bu rahatlatıcı" yorumunu yaptı.
Kadınların durumunda olduğu gibi, hükümetin önderlik ettiği yerlerde özel kuruluşlar hükümetin peşi sıra geliyor. Yahudileri dışlama "ABD şirketleri ABD vatandaşlarına yönelik ayrımcılıkları savunmak için bir ülkenin geleneklerine ya da yöresel tercihlerine ve basmakalıp inanışlarına itibar edemezler" diyen ABD yasalarını çiğneme anlamına gelmesine rağmen olabiliyor. 1959'a kadar Arap Amerikan Petrol Şirketi (ARAMCO) New York eyaletinin ayrımcılık karşıtı yasalarından muaftı ve Suudi Arabistan'ın ülkeye Yahudileri sokmayı reddettiği gerekçesiyle şirketin potansiyel çalışanlarına Yahudi olup olmadıklarını sormalarına izin verilmişti. 1959'da bu düzenlemeye itiraz edildiğinde New York Eyaleti Yüksek Mahkemesi bu uygulamayı alaycı bir biçimde kınadı. ARAMCO'ya "Arap sahiplerine hizmet etmek için New York Eyaletine değil başka bir yere git" dedi ve Ayrımcılığa Karşı Eyalet Komisyonuna ARAMCO'ya karşı verilen kararı uygulama talimatı verdi.
"Müslüman ülkelerden İslami Kutsal Topraklara dünyadaki diğer hava yollarından daha fazla hacı" taşımak ile böbürlenen World Havayolları 1975 yılında Suudi Arabistan'a yolculuk eden çalışanlarından "kiliseden üyeliği gösteren bir mektup, vaftiz edildiğine ya da kilisede evlendiğine dair bir kanıt" talep etmekle suçlandı.18 Aynı dönemde, Vinnel Şirketi Krallık tarafından tanınmayan ülkelerde "münasebeti ya da çıkarı" olan çalışanlarını dışladı.19
1982'de iki kardiyovasküler anestezi uzmanı (Lawrence Abrams ve Stewart Linde) Yahudi oldukları gerekçesiyle Suudi Arabistan'daki Kral Faysal Hastanesinin değişim programının dışında tutuldukları için işverenleri Baylor Tıp Fakültesi'nin ayrımcılık yaptığı suçlamasında bulundular. Dava mahkemeye gitti ve 1986'da Amerika Birleşik Devletleri Temyiz Mahkemesi Beşinci Dairesi "fakültenin Yahudileri Faysal Hastanesi'ndeki yararlı ve eğitici rotasyon programından kasten çıkardığını" söyleyerek doktorlarla aynı kanıya vardı. Mahkeme Baylor'ın eylemlerinin en azından kısmen "ballı Suudi bağışçılarına sorun yaratmama arzusundan" kaynakladığı kanısına vardı.
DİĞER KURALLAR
Federal hükümet Birleşik Krallık'ta yaşayan Amerikalılara giden postanın "dikkatlice Suudi sansürden geçmesi ile ilgili iş birliği" yaparak Riyad'ı yatıştırıyor:
ABD ordu ve resmi hükümet personelinin postaları Krallığa ABD askeri uçaklarıyla giriyor ve Suudi Arabistan'daki Amerikalı yetkililer Noel ağaçlarını, dekorasyonları ve tatilin diğer sembollerini ele geçirip atarken Suudilerin isteklerini yerine getiriyorlar. Suudi postanesi aracılığı ile postalarını alan (çoğunlukla resmi görevli olmayan) Amerikalılara gönderilen Noel kartları da ele geçirilip imha ediliyor ve hatta dini sahneleri gösteren ABD pulları zarfların üstünden yırtılıyor.
Amerikan Ordusu Mühendisler Birliği, ARAMCO ve Raytheon şirketi ile sekiz sene Suudi Arabistan'da çalışan Ron Mayfield Jr.'un Raytheon'da çalışırken büyükannesinin 95.nci doğum günü fotoğrafına posta denetçilerinin fotoğrafın (aralıklı) olarak Suudilerin kadınların tasvir edilmesi yasağını ihlal etmesi gerekçesiyle el koymasına dair anlattıkları duymak hiç şaşırtıcı değil. Mayfield daha detaylı olarak şöyle anlatıyor:
Suudi Arabistan'daki ilk görevimde ABD Ordusu Mühendisler Birliği ile çalışırken Amerikalılara Amerikan bayrağının tüm çıkartma ve fotoğraflarının kaldırılması emredildi.... Suudilere savunma füzeleri sağlayan son işverenimde, görevliler bir denetleme için geldiler ve eşleri ve kız çocuklarını gösteren tüm aile fotoğraflarının kaldırılmasını istediler.... Gümrük görevlileri bir arkadaşın cüzdanını araştırarak karısının seksi pantolonlu bir fotoğrafına el koydu.
Hunter'a göre, resmi Amerikan bakış açısını temsil eden ve düşmanca açıklamaları çürüten ABD Bilgi Servisi olarak adlandırılan Cidde ofisi [USIS] "neredeyse tamamıyla ABD vatandaşı olmayan Orta Doğululardan oluşuyor ve pek çoğu Amerikan değerlerine ve politikalarına dostça yaklaşmıyordu." Ofis Suudi medyasında Amerikan toplumu ile ilgili çıkan sistematik ve yaygın yanlışlıklara karşı hiçbir çaba göstermiyordu. Bazı durumlarda, aslında USIS ABD toplumu hakkındaki bilgiyi bizzat sağlıyordu. USIS'deki halk kütüphanesi Krallığı eleştiren ya da Suudi toplumu için "fazla hassas" kabul edilen (aile sağlığı meseleleri gibi) kitapları bulundurmuyordu. Hunter, Yahudilerden bahseden kitapların "bir tane küçük Yahudi yemek kitabı" ve Eğitimli Siyon Büyüklerinin Protokolleri de dahil olmak üzere bir dolu antisemitik kitaplar olduğunu belirtiyor.
ABD hükümetinin zayıf politikası diğer alanlarda da görülebiliyor: Krallığa giriş yapmak isteyen ABD'li akademisyen ve medya için mücadele etmiyor; Amerikalı araştırmacıların arkeolojik kazılara girmesine izin vermeyen Suudilere karşı çıkmıyor ve (ufak çaplı trafik kazası gibi küçük bir olay için) Suudi hukuk sistemine takılan talihsiz Amerikalılara sınırlı yardım sağlıyor.
Tersine—bu başlı başına zengin bir konu—Dışişleri Bakanlığı ve diğer kurumlar Krallık için aşırı çaba sarf ediyorlar, örneğin, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki yatırımların özelliklerini gizli tutmak için her çareye başvuruyorlar. Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşayan Suudi vatandaşlarının başı hukukla derde girdiğinde (yaygın suçlamalar kabadayılık, cinsel taciz ve köle barındırmak gibi şeyler) sıklıkla kovuşturmadan kaçmaları için diplomatik dokunulmazlık veriliyor, ardından da ülkeden dışarı çıkarılıyorlar. Örneğin, ABD'nin eski Riyad büyükelçisi Suudi işverenleri tarafından Nisan 1982'de bir Suudi prensine polisle kavga ettiği için hapse girmemesi için geri dönük diplomatik dokunulmazlık kazandırmak için Miami'ye gönderilmişti. Kral Fahd'ın yeğeni Prenses Buniah al-Saud Endonezyalı hizmetçisini Orlando, Florida'daki evinin merdivenlerinden ittikten sonra prenses aleyhine tanıklık etmemesi için hizmetçinin ABD'ye geri dönme vizesi Dışişleri Bakanlığı tarafından reddedildi. Daha çarpıcı olan Bin Laden ailesinin bir uçak dolu üyesinin 11 Eylül 2001'in hemen ardından ABD kolluk kuvvetleri onları sorgulamadan önce Amerika Birleşik Devletleri'nden ayrılmasına izin verildi.
Bu örneklerin, bireylerle sınırlı olmasına ve doğrudan doğruya yüksek politikaya değinmemesine rağmen potansiyel olarak daha büyük etkileri olan bir atmosfer belirledikleri için sembolik önemden daha fazlasına sahip olduklarını belirtmek de gerekiyor. Aslında, ABD hükümeti Amerikan hayat tarzına Suudi Arabistan'ın İslami gelenekleri tarafından meydan okumasına azmettiriyor. Savaş pilotu McSAlly onu çarşafa sokmanın, onu arabada yanında refakatçi ile arkada oturtmanın kadınların erkeklerden aşağı ve itaatkâr olduklarını ima ederek Suudi Arabistan'daki ABD üslerindeki askeri yaşam üzerinde gerçek bir psikolojik etkiye neden olduğunu açıklıyor.
Büyük Ölçekli Yalakalık
Küçük çaplı ve kişisel düzeyde var olan aynı dalkavukluk uluslararası ilişkilerin daha büyük ölçeğinde de geçerlidir. Örneğin:
- Petrol üretimi ve ambargo: 1973-74'deki Suudi enerji politikaları Büyük Buhrandan bu yana olan en kötü ekonomik düşüşün nedenine yardımcı oldu; cesur bir eylem fısıltısı bile olmadan taviz ve uzlaştırma ile karşılandı.
- Amerikalıların katillerinin bulunmasında iş birliği eksikliği:1995'de Amerikalı yetkililer Krallığın Riyad'da beş Amerikalıyı öldürmekle suçlanan (müphem) şüphelileri ABD kolluk kuvvetlerinin sorgulamasından önce idam etmesini uysalca kabul etti. Bir sene sonra Huber Kuleleri'nde Amerikan birliklerinin öldürülmesi soruşturmasında Suudi iş birliğinin olmamasına da yanıt benzer bir şekilde hafifti. Hatta 11 Eylül'den sonra durum daha da feciydi; bir gözlemcinin belirttiği gibi, "Suudilerin El Kaide'nin finansmanını araştırma çabalarımızda gösterdiği iş birliği minimal ile hiç yok arasında görünüyor."
- Militan İslam'ın yayılışı: "Resmi olsun ya da olmasın, Suudi parası bugün dünyadaki İslamcı aşırı söylem ve eylemlerin çoğunun arkasındadır" diyor o zamanın Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komisyonu başkanı Cumhuriyetçi Ben Gilman (NY). 11 Eylül 2001'deki saldırı ideoloji, personel, örgütlenme ve finans sağlama konusunda temelde Suudi'ydi, ancak ABD hükümeti Suudilere cezai zararlar için dava açmayı bırakın, Riyad'a yönelik politikanın yeniden değerlendirmesi yolunda bir işaret bile vermedi.
- Amerika Birleşik Devletleri'ndeki militan İslami kurumlar: ABD yetkilileri bu örgütlerin finansmanı konusunda yetersiz kaldılar. Örneğin, sadece 2002 Mart ayında en sonunda federal ajanlar Leesburg Virginia'daki Lisansüstü İslami ve Sosyal Bilimler enstitüsü gibi Suudiler tarafından finanse edilen 16 zararsız görünümlü enstitüye baskın yaptılar. Kanada'dan bir gazetenin editörünün önerdiği gibi bu sorun yaygın ve telafi edilmiş değil:
Pek çok terörist ve teröristleri işe alanlar İslamcı, Batı'ya ölüm aşırılığının tadını ilk olarak maaş çeki Suudi Krallığı tarafından ödenen Vahabi bir imamdan ya da Virgina ya da Londra'daki bir merkezin direktöründen, muhtemelen [Kanada şehirleri] Hamilton ya da Markham'dan alıyor. Suudi Arabistan'ı Şeytan Eksenine eklemek ya da istila etmek gerekli olmayabilir. Ancak eğer terörle savaş kazanılacaksa Suudi aşırılık yanlısı yayılma ile çarpışmak gerekli olacak.
- Arap-İsrail çatışması: Bush yönetimi bu çatışmayı çözmek için aşikâr bir şekilde saçma (İsrail'in 1967 sınırlarına geri çekilmesini talep) olmakla kalmayan aynı zamanda saldırgan (açıkça İsrail'in demografik olarak baskı altına alınmasını öngörme) olan Abdallah Planı ciddi bir teklifmiş gibi davrandı. Riyad ile ikna edici olmayan diplomatik oyunlar oynama yerine, yönetim nefret dolu söylemlerin ve intihar bombacılarına yapılan devlet yardımlarının hemen sona erdirilmesi üzerinde durmalı.
- İnsan hakları ve demokrasi. ABD'nin bu hedeflere olan olağan taahhüdü Suudi Arabistan söz konusu olduğu zaman bozuluyor görünüyor. Krallığın tebaalarının haklarını korumak için imzaladığı taahhütlerin yanısıra hukukun üstünlüğü, ifade ve toplanma özgürlüğü, seyahat etme özgürlüğü, kadın hakları ve dini özgürlükler gibi sorular da esas itibarıyla görmezden geliniyor.
- Hakaret ve tehditleri özümseme: Henry Kissinger'ın Kral Faysal tarafından onuruna verilen yemeğe katıldığı 1970lerden kalma ünlü bir vaka bu konudaki tonu oluşturdu. Kissinger kralın kendisini verdiği bir bilgiyi anlatıyor.
Artık Yahudiler ve Komünistlerin bizim bildiğim medeni dünyayı baltalamak için beraberce paralel çalışıyorlar. Faysal, benim [Yahudi] kökenimden habersiz – ya da beni kibarca özel bir kategoriye sokarak –Yahudi ve Komünist çifte komplosuna bir kere de son verilmesi gerektiğinde ısrar etti. Bu komplonun Orta Doğu ileri karakolu İsrail devletiydi, oraya öncelikli olarak Amerika'yı Araplardan ayırma amacıyla Bolşevizm tarafından konmuştu.
Kissinger Faysal ile yüzleşmedi ama tüm bu meseleden krala saray sanatıyla ilgili bir soruyla yanıt vererek kaçınmak için elinden geleni yaptı. Veliaht Prens Abdullah 2001 yılında Başkan Bush'a şunları yazdı:
İnsanların ve ulusların birbirinden ayrıldığı bir zaman gelir. Bir dönüm noktasındayız. Amerika Birleşik Devletleri ve Suudi Arabistan için ayrı ayrı kendi çıkarlarını gözden geçirme zamanı geldi. Halkının nabzını hissetmeyen ve cevap vermeyen hükümetler İran Şahı'nın akıbetine uğrayacaklardır.
Bu saldırgan ifade bir sitemle değil aksine yatıştırma ile karşılandı. Nisan 2002'de önemli bir Suudi kişilik Krallığın hayatta kalmak için Amerika'nın en kötü düşmanları ile iş birliği yapmayı düşüneceği konusunda uyardı; eğer devletin gerekçesi "bin Laden'in sağına geçmemizi gerektiriyorsa, öyle olur; [Libya lideri Muammer] Kaddafi'nin solunda olmamız gerektiriyorsa, öyle olur; ya da Bağdat'a uçup Saddam'a bir kardeş gibi sarılmamızı gerektiriyorsa, öyle olur." Bu açıklama ABD basınında dikkati çeker bir biçimde göründü ama politika üzerinde belirli bir yankısı olmadı. Daha dikkat çekici olanı bir zirve toplantısından çıkan Abdullah'ın Bush'un Arap-İsrail çatışması konusunda önemli bir şey kazanmadığı" takdirde iki ülkenin kendi yollarına gideceği şeklinde uyardığını belirten raporlardı.
Al Gülüm Ver Gülüm Meselesi
Bu dalkavukluk modelinin ardında yatan ne? Normalde ABD'nin çıkarları peşinde olan güçlü direnç nerede? Özel şirketlerin Suudileri memnun etmek için (Suudi Arabistan'daki Starbucks normalde logosunu süsleyen kadın figürünü göstermiyor) geriye doğru eğilmesi bir şey ama ABD hükümeti neden Krallığa pek çok kez ve benzersiz şekilde boyun eğdi?
Muhtemelen "Petrol" en yaygın olarak sunulan açıklamalardan biri olabilir ama geçerli bir açıklama değil. Birincisi ABD hükümeti daha önce Suudi Arabistan'da olduğu gibi başka hiçbir büyük bir petrol tedarikçisinin önünde sinmedi. İkincisi, ABD-Suudi bağları ölüm döşeğindeki Franklin D. Roosevelt'in tekrardan, ihtiyarlayan Kral İbni Suud ile Riyad'ın Amerika Birleşik Devletleri'ne ve dünyaya petrol ve gaz ve Washington'un Suudi Arabistan'da güvenlik sağlayacağı çileli bir anlaşma için buluştuğu1945'den beri mukaddemdi. Çünkü Suudiler için Amerikalılardan daha önemli olan-hayatta kalmaya karşılık enerji kaynakları-bu anlaşmadan dolayı, petrolün neden ABD'nin sürekli bir şekilde yalvaran taraf gibi davranmasına neden olduğunu açıklayamıyor.
Bir diğer muhtemel faktör birçok Amerikalının diğer halkların geleneklerine ve dini inançlarını hoş görmeye çabalama eğilimidir, Suudilerin durumunda bunun kadınların tamamen kapanması, halka açık infazlar ve demokratik yönetim iddiasının bulunmaması gibi konuları içermesidir. On yıllar ve on yıllardan sonra Suudi tarafındaki karşılıklı ödün ilkesinin eksikliği açık bir ruhun dışında başka bir şeyin geçerli olduğunu gösteriyor; ne kadar liberal olursa olsun, bir bedel olmadığı takdirde hiç kimse böyle tek taraflı bir ilişkiye bu kadar uzun süre dayanamaz.
Bu bedelin bir ipucu bazı ABD hükümet önlemlerinin önleyici kalitesinde yatmaktadır. İki olaya dikkat edin: Kadın askeri personelin çarşaf giymesi gerekliliği Suudiler tarafından değil Amerikalılar tarafından dayatıldı, Suudi tarafı konuyu gündeme getirmedi bile. Suudi kanunları Batılıların Suudi kıyafetlerini ya da muhafazakâr ölçülerde giyinmelerini gerektirir. Aynı şekilde Hava Kuvvetleri-Adalet-CACI'nın Yahudileri Suudi Arabistan'dan dışlama direktifinin araştırılması "kısıtlamaların Suudi Arabistan Hükümeti tarafından özellikle talep edildiğine ya da hatta bilindiğine dair hiçbir kanıt bulamadı" hükmü ile sonlandı.
Aynı davranış özel kurumlar arasında da geçerli. Yine iki olayı not edelim: 1959 ARAMCO davasında petrol şirketinin Suudi hükümeti tarafından Yahudileri dışlamaya zorlanmadığı ama mahkemenin "Dışişleri Bakanlığının görevlilerinin resmi olmayan beyanları" olarak nitelendirdiği bir sonuç olarak şirketin bunu her halükârda yaptığı ortaya çıktı. Aynı şekilde Baylor Tıp Fakültesine ilişkin yargının kolej yetkililerinin iki Yahudi doktoru Yahudiler için vize sağlama sorunu ile ilgili olarak bilgilendirirken "Baylor bu 'sorunun' doğruluğunu ispatlamaya asla kalkışmadı" bulgusuna ulaşması mahkemenin "bu iddianın gerçekliğinden" şüphe duymasına neden oldu. Mahkeme ayrıca fakültenin Yahudi doktorların Suudi Arabistan'da istenmemesinin "Suudi hükümetinin gerçek pozisyonunu temsil ettiği" iddiasını destekleyen bir kanıt bulmadı. Aksine mahkeme okulun ünlü şansölyesi Michale E. DeBakey'in 1983'e, doktorların dava açmasından bir yıldan fazla süreye kadar "Suudilerin pozisyonunu yetkili bir ağızdan anlatan bir beyanı" elde etmekte başarısız olduğu sonucuna vardı. Mahkeme "Baylor'un bu konuda Suudi hükümetinin resmi pozisyonunu öğrenme girişiminde bulunduğuna dair bile bir kanıt" bulamadığını tespit etti.
Dört vakanın hepsinde yetkili pozisyondaki bir Amerikalı Suudilerin memnun olacağını hayal ettiği düzenlemeleri aşırı hevesli bir şekilde – Suudiler tarafından bu belirli adımların atılması gerekliliğini belirtmek şöyle dursun durumu Suudilere onaylatmadan empoze etti. Neden böyle bir davranış modeli var? Hükümet ya da hastane çalışanlarını Suudilerin önünden elinde tuzlukla koşmaya ne zorlayabilir?
Suudi Arabistan'ın Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi Prens Bandar bin Sultan güçlü Amerikalılar ile dostluk kurmadaki başarısını öven bir beyanındaki bir cevapla şöyle bir imada bulundu. "Suudiler görevden ayrıldıklarında dostlarını gözetirlerse saygı ... artar." Bandar bir keresinde "göreve yeni gelen arkadaşlarınızın nasıl daha iyi dostlar oldukları sizi şaşırtacaktır" gözleminde bulundu. Bu etkileyici rüşvet itirafı o raddeye gelmiş durumdaki Suudi Arabistan söz konusu olduğunda neden her zamanki yasaların, düzenlemelerin ve hakların geçerli olmadığını açıklıyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin eski Krallık büyükelçisi Hume Horan bu durumun en büyük ve mükemmel istisnasıdır. Eski iş arkadaşları hakkında şunları söylüyorlar:
Gerçekten de Suudi bordrosuna geçen bazı insanlar vardı ve bunlar akıl hocası ve danışman olarak çalışıyorlar. Prens Bandar bu tür ilişkileri kaşımak ve organize etmek konusunda çok iyi. Para harikalar yaratır ve eğer inanılmaz derecede paran ve bir kraliyet unvanın varsa, bazı Amerikalıların kendisine prens denen nüfuzlu bir yabancının önünde nasıl eridiklerini görmek eğlencelidir.
Eski büyükelçi (Arap hükümetlerini Washington'a karşı daha sert olmadıkları için eleştiren ve Arapların paralarını ABD bankalarından çekmedikleri için ümitsizliğe düşen) James E Akins'in Suudi çıkarlarına beklenenden daha fazla verdiği destek onun zaman zaman "Arap yetkililerden daha fazla Arap yanlısı" olarak tanımlanmasına neden oldu.
Riyad'da görev yapan eski ABD elçilerinin elçilik görevleri sonrasındaki kariyerleri ile ilgili bazı anketler şaşırtıyor. Steven Emerson bunların davranışlarını "ilkel, aleni biçimde çıkarcı yağcılık olarak karakterize ediyor. National Review dergisi "şimdi Suudi yanlısı bir çizgiye zorlayanların" sayısının ürkütücü olduğu ve "biri Suudi çıkarlarının hem umumi hem de özel avukatı olmaya istekliyse görevden ayrıldıktan sonra başka hiçbir görev böyle zengin kâr payı ödemiyor" sonucuna varıyor. Bir National Post gazetesi analizi beş eski elçiyi incelemeye aldı ve "Dünyanın en yozlaşmış rejimi için paralanırken kendi hemşerilerini küçük düşürerek aristokrat bir hayat oluşturdular" sonucuna vardı. Yazı şöyle devam ediyor: "Onların özürlerini dinlerken gözlerini kaparsanız konuşan kişinin bir Suudi pasaportuna sahip olduğunu düşünürsünüz."
Bir Washington Post gazetesi anekdotu eski görevliler tarafından kazanılan "zengin kârların" doğası hakkında bir fikir verebilir:
Suudiler ile resmi kapasitede çalışan Amerikalılar sıklıkla görevlerinden ayrıldıktan sonra da onlarla bağlantılarını sürdürüyorlar, görevden ayrıldığından beri nakit karşılığı Suudi Arabistan'da konuşmalar yapan eski Başkan George H. W. Bush'tan daha önce Krallık'ta görev yapan pek çok elçi ve askeri yetkililere kadar. Bazı durumlarda bu bağlantılar karlı olmuşlar. Suudi Arabistan'da iki tur ABD elçisi olarak görev alan Walter Cutler şu anda Washington'da eğitim ve karşılıklı değişim yoluyla uluslararası uzlaşmayı destekleyen bir organizasyon olan Uluslararası Meridian Merkezi'ni yönetiyor. Cutler Suudi bağışçıların merkezin "iyi destekçisi" olduklarını söylüyor. Dışişleri Bakanlığı Yakın Doğu İlişkileri eski bakan yardımcısı [Edward] Walker Washington'daki Arap dünyası ile uzlaşmayı teşvik eden Orta Doğu Enstitüsü'nün başkanıdır. Eski senatör, Clinton yönetiminin ikinci döneminde Riyad elçisi olan Wyche Fowler enstitünün yönetim kurulu başkanıdır. Walker Suudi katkısının geçen yıl enstitünün 1,5 milyon dolarlık bütçesinin 200,000 dolarlık kısmını içerdiğini söylüyor.
Bu yeni bir problem değil. Sadece bir grup eski büyükelçi değil, Spiro T. Agnew, Jimmy Carter, Clark Clifford, John B. Connally ve Willam E. Simon gibi pek çok eski Washingtonlu yetkili Krallık'tan para aldılar.
Sonuç
Sorunun kalbi tamamen insani, o zaman: Otorite konumundaki Amerikalılar kişisel ihtirasları yüzünden kuralları esnetiyor ve standart politikalardan uzaklaşıyorlar. Bu bağlamda, Hunter'ın ABD hükümetinin Suudi Arabistan'daki üç temel hedefi üzerine olan raporu mantılı olmaya başlıyor: Suudi rejimini güçlendir, Suudi kraliyet ailesinin ihtiyacını karşıla ve ABD ihracatına olanak sağla. Bunların hepsi birinin Suudilerin kendisine yönelik cazibesini artırma kuralına uyuyor. Hunter'ın "ABD misyonu ikincil görevlerle—üst düzey ziyaretçilere eğlence paketleri, içki satışları ve VIP ziyaretçilerinin bagajlarını taşıma—öyle yoğun ki," elçiliğin gerçek endişelerine adayacak sınırlı zamanı var" yorumu da. Aynı şekilde ikameti sırasında Suudi Arabistan'ı ziyaret eden yüksek profilli eski yöneticilerin uzun listesi (Jimmy Carter, George McGovern, Colin Powell, Mack McLarty, Richard Murphy) ve "Suudi hükümranı ile yapılan basına kapalı törenlerde kimlerin ağırlandığı ve madalya takdim edildiği" de bu örneğe uyuyor.
Yürütme Organındaki bu yolsuzluk kültürü Suudi Arabistan Krallığı ile ABD dış politikasının gerektirdiği öngörülü ve tarafsız tutumla başa çıkmada oldukça kabiliyetsiz olunduğunu gösteriyor. Bu Kongreyi bu sorunları çözümleme sorumluluğu ile baş başa bırakıyor. Amerikan yetkililerinin masif sonsuz öncelikli rüşvet alması acil dikkat gerektiriyor. Burada belgelenen Suudi döner kapı sendromunun yasadışı olmasını garantiye alacak atımlar atılması gerekiyor. Bu on yıl ve daha fazla bir sure Suudi Arabistan Krallığı ile yoğun temaslarda bulunan bir yetkilinin bu kaynaktan para alamayacağı anlamına gelebilir. Sadece bu yolla ABD vatandaşları dünyanın en önemli devletlerinden biri ile ilgilenen yetkililerine güvenebilirler.
Daniel Pipes Orta Doğu Forumu'nun başkanıdır. Bu makale 12 Haziran 2002'de Hükümet Reformu Meclis Komitesi'nde verdiği ifadesine dayanmaktadır.