Salman Rushdie'nin 1989'da yayınlanan romanından 2010'daki "Herkesin Muhammed'i Çizme Günü" adlı Amerikan sivil protestosuna kadar yavaş yavaş tanıdık bir kalıp gelişti. Bu kalıp Batılılar İslam'a yönelik eleştirel bir şey yaptıklarında ya da söylediklerinde ortaya çıkıyor. İslamcılar alay etmek için isim takarak, öfke, sözünü geri alma talepleri, dava ve şiddet tehditleri ve gerçek şiddet ile yanıt veriyor. Buna karşılık Batılılar kem küm ediyor, kaçamak cevaplar veriyor ve eğilip bükülüyorlar. Ve bu süre boyunca her bir ihtilaf ifade özgürlüğü meselesine odaklanan tartışmalara yol açıyor.
Bu silsile ile ilgili iki noktayı tartışacağım. Birincisi, Batılıların İslam'ı ve Müslümanları tartışma, eleştirme ve hatta her ikisi ile dalga geçme hakkı yıllar içinde erozyona uğradı. İkincisi, ifade özgürlüğü sorunun küçük bir parçası; burada çok daha derin bir şey söz konusu – gerçekten de zamanımızın belirleyici sorusu: Batılılar kendi tarihi medeniyetlerini İslamcıların saldırılarına karşı koruyacaklar mı ya da İslami kültüre ve hukuka teslim mi olacak ve bir ikinci sınıf vatandaşlık biçimine boyun mu eğecekler?
Rushdie Kuralları Nelerdir
İslamcı kargaşa dönemi aniden 4 Şubat 1989'da İran'ın ulu lideri Ayetullah Ruhullah Humeyni'nin Pakistanlıların Müslüman Güney Asya kökenli ünlü yazar Salman Rushdie'nin yeni romanına verdikleri öfkeli yanıtı televizyonda izlemesiyle başladı. Kitabın adı, Şeytan Ayetleri, Kuran'a atıfta bulunuyor ve İslami hassasiyetlere doğrudan meydan okuyor; içeriği ise sorunu daha da ağırlaştırıyordu. Rushdie'nin saygısızca nitelendirdiği bir İslam portresi çizmesine öfkelenen Humeyni'nin yayınladığı etkisi hala devam eden ferman alıntılanmayı hakkediyor:
Dünyanın bütün şevkli Müslümanlarını İslam'a, Peygamber'e ve Kuran'a bir muhalefet olarak derlenen, basılan ve yayınlanan Şeytan Ayetleri isimli kitabın yazarı ve kitabın içeriğini farkında olup yayınlanmasına katkısı olan herkesin ölüme cezasına çarptırıldığı konusunda bilgilendiriyorum.
Dünyanın bütün şevkli Müslümanlarının onları nerede bulurlarsa hemen orada hızla idam etmesini istiyorum, böylece hiç kimse Müslümanların kutsallarına hakaret etmeye cesaret etmeyecek. İnşallah, bu yolda kim öldürülürse şehit olur.
Ayrıca bu kitabın yazarına erişimi olan ama onu idam etme gücüne sahip olmayan herkes eylemleri yüzünden cezalandırılması için bunu yapabilecek diğerlerine onun yerini bildirmelidirler.
Bu benzeri olmayan ferman – hiçbir hükümet başkanı başka bir ülkede yaşayan bir yazarın idam edilmesi çağrısında bulunmadı – bir anda ortaya çıktı ve İran hükümet yetkililerinden Rushdie'nin kendisine kadar herkesi şaşırttı. Hiç kimse gökten düşen insanların olduğu ve hayvanların konuştuğu büyülü gerçekçi bir romanın, Rushdie'nin çok az bağlantısının olduğu bir ülke olan İran'ın liderinin gazabına maruz kalacağını hayal etmemişti.
Ferman İtalya, Norveç ve Amerika Birleşik Devletleri'nde kitapçılara ve Norveç, Japonya ve Türkiye'de Şeytan Ayetleri kitabının çevirmenlerine fiziksel saldırılara neden oldu; bahsedilen son olayda, kitabın çevirmeni ve diğer 36 kişi bir otelin kundaklanması sonucu öldü. Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerdeki diğer saldırılar özellikle Güney Asya'da 20'den fazla ölüme neden oldu. Ardından, öfke giderek yatışmışken 1989 Haziran'ında Humeyni öldü; Humeyni'nin ölümü bazen yanlış bir şekilde fetva denilen fermanı değişmez bir kanun haline getirdi.
Ferma dört önemli unsur içeriyor. İlki, Humeyni "İslam'a, Peygamber'e ve Kuran'a karşı" olduğunu belirterek ölüm cezası gerektirmeden saygısızca muamele edilemeyecek geniş çaplı kutsal konuları betimledi.
İkincisi, Humeyni "içeriğini bilen ve yayınına katkıda bulunanları" hedefleyerek sadece sanatçıya değil yayınevlerinin, reklamcıların, dağıtımcıların ve kitapçıların binlerce çalışanı da dahil olmak üzere tüm bir kültürel altyapıya savaş ilan etti.
Üçüncüsü, "böylece hiç kimsenin Müslümanlığın kutsallarına hakaret etmeye cesaret edememesi" için Rushdie'nin idam edilmesini emrederek amacının sadece bir yazarı cezalandırmak değil aynı zamanda daha fazla alay vakasının oluşmasını engellemek olduğunu açıkça gösterdi.
Son olarak Rushdie'yi idam edemeyenlerin "onu ihbar etmelerini" talep ederek, Humeyni kendini İslami kutsalların korumasına adayan dünyadaki her bir Müslümanın resmi olmayan bir istihbarat ağının parçası haline gelmesi çağırısında bulundu.
Bu dört özellik hep beraber benim Rushdie kuralları dediğim şeyi oluşturuyor. Bu kurallar yirmi yıl sonra hala yerlerinde duruyorlar.
Rushdie Kurallarının Etkisi
Ferman Batı'da birkaç teamüle neden oldu. Yabancı bir lider devlet güçleri üzerindeki konvansiyonel sınırları başarıyla görmezden geldi. Dini bir lider çok az bir bedel ya da dirençle karşılaşarak Batı'nın kültürel işlerine istediği gibi doğrudan müdahale etti. Müslüman bir lider çoğunluğu Müslüman olmayan bir ülkede İslam hukukunun, Şeriat'ın bir yönünü uygulayarak bir emsal oluşturdu. Bu son noktada: Batılı devletler zaman zaman Humeyni'nin etkili ajanları olarak hizmet ettiler. Avusturya hükümeti Rushdie Kurallarına meydan okuyan bir kişiye tecil edilmiş hapis cezası verirken Fransa ve Avusturalya hükümetleri hapis cezası anlamına gelebilecek suçlamalar getirdi. En çarpıcısı, Kanada, İngiltere, Hollanda, Finlandiya ve İsrail yetkilileri Rushdie Kurallarını çiğneyenleri hapse attı. Batılıların İslam ve İslam ile ilgili konularda özgürce konuştukları ve yazdıkları 1989'dan önceki masum günleri hatırlamak çaba gerektiriyor.
Rushdie Kuralları Batıda yaşayan Müslümanlar üzerinde derhal bir etki yaptı ve hakaret ve şiddet patlamaları yeni bir güç duygusu yarattı. İsveç'ten Yeni Zelanda'ya kadar, İslamcılar bu çağrıya büyük bir sevinçle cevap verdiler, asırlardır savunmada olan Müslümanlar seslerini bulmuşlardı ve canavarın içinden Batıya meydan okuyabilirlerdi. Bunu takip eden şiddet çoğunlukla cihatçıların önüne geleni öldürdükleri 11 Eylül, Bali, Madrid ve Londra'da örneklerinde olduğu gibi ayırım yapmıyordu; TheReligionOfPeace.com sitesi dünyada günde rastgele yapılan ortalama beş terör saldırısı olduğunu belgeliyor.
Daha az yaygın ama daha korkutucu olanı ise şiddet Rushdie Kurallarını meydan okuyanları hedef alıyor. Bu fenomenin örneklerini bir ülkeyle, Danimarka ile sınırlayalım. Ekim 2004'de Kopenhag Üniversitesi Carsten Niebuhr Enstitüsü'nde bir eğitmen üniversiteden çıktığı sırada birkaç yabancı tarafından tekmelenmiş ve dövülmüştü. Saldırganlar bir kafir olarak hakkı olmadığı halde Kuran'dan bir pasaj okuduğunu söylediler. Ekim 2005'de Jyllands-Posten editörü Flemming Rose Muhammed'i betimleyen karikatürler yaptırdığı için tehdit edilmişti. İki tane karikatürist saklanmak zorunda kaldı. Onlardan biri Kurt Westergaard daha sonra evinin içinde karşılaştığı bir saldırıdan şans eseri kurtuldu. Mart 2006'da İslamcı karşıtı politikacı Naser Khader bakan olduğu takdirde onun ve bakanlığın havaya uçurulacağı uyarısında bulunan bir İslamcı tarafından tehdit edildi.
Danimarka tipik bir deneyim. Wall Street Journal gazetesine göre, "Avrupa genelinde onlarca kişi aşırılık yanlısı Müslümanların tehditlerinden dolayı saklanıyor ya da polis tarafından korunuyorlar." Hatta Papa Benedict XVI bile İslam konusunda bir Bizans imparatorunun sözlerini alıntıladıktan sonra tehdit sağanağına maruz kaldı. Sadece Hollanda'da politikacılar bir sene içinde kendilerine yönelik 121 ölüm tehdidi rapor ettiler. Kasım 2004'de iyi bilinen liberter, sinemacı, sohbet programı sunucusu, gazete yazarı ve İslam ile alay eden bozguncu Theo van Gogh'un bir Amsterdam sokağında öldürülmesi ülkeyi sarsıntıya uğrattı ve kısa süreli bir isyana yol açtı.
Rushdie Kurallarının Üç Hedefi
Batılılar genellikle bu şiddeti kendini ifade etme hakkına meydan okuma olarak görüyorlar. Ancak eğer ifade özgürlüğü savaş alanıysa savaşın büyüğü Batı uygarlığının temelini atan ilkeler ile ilgilidir. İslamcı şamatanın tekerrür eden kalıbı—her zaman ifade edilmese de—İslam'a yönelik eleştirileri yasaklamanın çok ötesine geçen üç hedefi gerçekleştirmek için var.
İlk hedef İslam için üstün bir statü oluşturmaktan ibaret. Humeyni'nin "İslam, Peygamber ve Kuran'dan" oluşan kutsal üçlülük ile ilgili talepleri bir din için imtiyazlı ayrıcalıklar ve için fikirler piyasasının karmaşasının dışında bırakılması anlamına geliyor. İslam diğer dinler için mevcut olmayan eşsiz kurallardan faydalanır. İsa, Monty Python'un Brian'ın Yaşamı veya Terry McNally'nin Katolik Yortusu'nda günahkar bir şekilde hicvediliyor olabilir ama bir kitabın başlığının belirttiği gibi, "Muhammed ile dikkatli olun."
Bu ikinci bir hedefe, Müslümanların üstünlüğü ve Batı'nın daha aşağı bir nitelikte olma hedefine geçiş yapar. İslamcılar rutin bir şekilde Batılıların Müslümanlara yönelik yaptıklarıyla karşılaştırıldığında Batılılara yönelik daha fazla rahatsız edici şeyler söylüyor ve yapıyorlar. Batı kültürünü açıkça küçümsüyorlar; Cezayirli bir İslamcının sözleriyle, Batı bir medeniyet değil, bir sifilizasyon. İslamcıların ana akım medyası Flemming Rose'un yayınladığı herhangi bir şeyden daha kaba, daha çirkin ve daha şiddet dolu karikatürler yayınlıyorlar. Özgürce Museviliğe, Hıristiyanlığa, Hinduizm'e ve Budizm'e hakaret ediyorlar. Pakistan'da Daniel Pearl, Fransa'da Sébastian Sellam ve İlan Halimi, Amerika Birleşik Devletleri'nde Pamela Waechter ve Ariel Sellouk cinayetlerinde olduğu gibi Yahudileri sadece Yahudi oldukları için öldürüyorlar. Korku ya da gafletten dolayı Batılılar kendileri bu tür herhangi bir saygısızlık ya da acıdan koruyorken Müslümanların incinebilecekleri ve saldırabilecekleri şeklindeki dengesiz düşünce biçimini kabul ediyorlar.
Batılıların bu dengesizliği kabul ettikleri takdirde durumu zımmi statüsü takip edecektir. Bu İslami kavram "ehl-i kitabın," Hıristiyanlar ve Yahudiler gibi tek tanrılı dinlerin Müslüman iktidar altında bazı kısıtlamalara tabi olarak dinlerini uygulamaya devam etmelerine izin veriyor. Zamanında (1945'e kadar Yahudilerin genellikle İslamiyet'in altında Hıristiyanlıktan olduğundan daha iyi hayatları vardı) zımmi statüsü belirli yararlar sağladı ama Müslümanların üstünlüğünü yüceltse bile gayrimüslimleri aşağılama ve küçük düşürme niyetindeydi. Zımmiler ek vergiler ödüyorlar, orduya ya da hükümette görev alamıyorlar ve kuşatıcı yasal engellere katlanıyorlardı. Bazı zamanlarda ve yerlerde zımmiler eşeğe binebilirdi ama ata binemezlerdi, kendilerine özgü kıyafetler giyerlerdi ve sokakta yaşlı zımmilerin bir Müslüman çocuğun yolundan çekilmesi gerekiyordu. Zımmi statüsünün unsurları son zamanlarda Gazze, Batı Şeria, Suudi Arabistan, Irak, İran, Afganistan, Pakistan, Malezya ve Filipin gibi çeşitli yerlerde uygulanmıştır. Açıkçası Londra ve ötesi de Müslümanların emelleri arasındadır.
Buna karşılık zımmi statüsünü yeniden canlandırmak İslamcılığın üçüncü ve nihai emeline, Şeriat yasasını bütünüyle uygulamaya doğru bir adımdır. İslam tartışmasının kapatılması bu sonuca giden yolun önünü açıyor. Diğer taraftan İslam hakkında özgürce konuşmayı sürdürmek İslami düzenin dayatılmasına karşı kritik bir savunuyu temsil ediyor. Medeniyetimizi korumak İslam'ın açıkça tartışılmasını gerektiriyor.
Şeriat hem özel hem de kamusal alanı düzenliyor. Özel boyut bedensel temizlik, cinsellik, çocuk doğurma, aile ilişkileri, giyim ve diyet gibi yoğun kişisel konuları içeriyor. Kamusal alanda ise Şeriat sosyal ilişkileri, ticari işlemleri, suç cezalarını, kadınların ve azınlıkların konumunu, köleliği, hükümranın kimliğini, yargıyı, vergilendirme ve savaşı düzenliyor. Kısaca, İslam hukuku tuvalet görgüsünden savaşa kadar her şeyi içinde barındırıyor.
Öte yandan Şeriat Batı medeniyetinin en derin önermeleriyle çelişiyor. Erkek ve kadın, Müslüman ve kafir, sahip ve köle arasındaki eşitsiz ilişkiler hakların eşitliği ile bağdaştırılamaz. Harem tek eşli bir düzen ile uzlaşmaz. İslami üstünlük din özgürlüğü ile çelişiyor. Hükümran Allah demokrasiye izin veremez.
İslamcıların hepsi İslam hukukunun küresel olarak uygulanması hedefi konusunda hem fikirler. Ancak bunu şiddet yoluyla mı (Bin Laden), totaliter bir iktidar ile mi (Humeyni) ya da sistemle politik olarak oynayarak mı (İsveçli entelektüel Tariq Ramadan) gerçekleştirmek konusunda farklılıklar gösteriyorlar. Nasıl yapılırsa yapılsın İslamcılar Şeriat düzenini bir şekilde gerçekleştirseler Batı medeniyetini etkili bir şekilde İslam medeniyeti ile değiştirirlerdi. Amerikalıların deyimiyle Kuran'ın Anayasa'ya baskın çıkması iki yüzyıldan fazladır var olan şekliyle Amerika Birleşik Devletleri'ni sonunu getirirdi.
Şeriat'ın Uygulanması
Bir diğer deyişle Rushdie Kurallarını kabul Şeriat'ın bütünüyle uygulanmasıyla sonuçlanan bir süreç anlamına geliyor. Eğer Humeyni istediğini yapabilse, Batı medeniyetine değer veren bizler Şeriat'ın aleyhinde tartışamazdık. İslam ile ilgili tartışmalara son vermenin sonuçlarını anlamak için İngiltere'de önde gelen İslamcı bir kurum olan İngiltere Müslüman Konseyi (MCB) tarafından 2007'de yayınlanan masum görünüşlü bir rapora dikkat çekmek gerekiyor. Büyük Kavrayışa Doğru isimli bu rapor İngiliz yetkililere vergi mükellefleri tarafından finanse edilen okullardaki Müslüman öğrencilerle nasıl başa çıkmak gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunuyor.
MCB okullarda Müslüman çocukların "toplumda ilerlemek için kim olduklarından ve dini inançlarından ve değerlerinden fedakârlık etmek zorunda kalacakları" gibi "uygunsuz varsayımlarda" bulunmayacağı bir ortam yaratmaya çalışıyor. Bu amaca ulaşmak için MCB İngiliz okullarının doğasını temelden değiştirecek, onları dönüştürecek ve gerçekte Suudi benzeri kurumlara dönüştürecek bir dizi insanın ağzını açık bırakan değişiklikler öneriyor. Bu önerilerden bazıları:
- Namaz: (1) Namazdan önce yıkanmak için fazladan "su kutuları ya da şişeler, (2) ideal olarak erkekler ve kızlar için ayrı olan namaz tesisleri sağlanmalı. Okullar ayrıca toplu Cuma namazlarını yönetecek ve vaaz verecek "uygun bir dış ziyaretçi, bir öğretmen ve daha büyük bir öğrenci" de sağlamalıdır.
- Tuvaletler: Temizlik amacıyla kutularda ya da şişelerde su bulundurma.
- Sosyal gelenekler: İster öğrenci ister öğretmen olsun karşı cinsle el sıkışma konusunda baskı yapmama.
- Planlama: İki önemli Müslüman tatilde, bayramlarda herkes için tatil günleri.
- Tatil kutlamaları: Müslüman olmayan öğrencileri ve ebeveynlerini İslami tatil ritüellerine dahil etme. Örneğin Ramazan boyunca sadece Müslüman değil tüm çocukların "Ramazan'ın ruhunu ve değerlerini toplu ibadet ya da meclis temaları ve toplu iftar (orucun açılması) ile kutlamaları."
- Ramazan: (1) "Sınavlara hazırlanma ve oruç bir arada bazı öğrencileri zorlayabileceğinden" bu ay boyunca sınav yapılmaması ve (2) yine bu ay boyunca sekse karşı katı kurallara saygı için seks eğitimi vermeme.
- Yiyecek: Helal yemekler sağlama. Öğrencilerin sağ ellerini kullanarak yemek yemelerine izin verme.
- Kıyafet: Başörtüsü ve hatta çarşaf giyilmesine razı olma. Havuzlarda Müslüman çocuklar mütevazı mayolar giymeliler (örneğin kızlar için tek parça elastiki giysi ya da tayt). İslami muskalar taşınmasına izin verilmeli.
- Sakallar: Erkek öğrenciler için bir hak.
- Sporlar: Basketbol ve futbol gibi diğer takım oyuncularıyla ya da yüzme de olduğu gibi fiziksel temasa maruz bırakılan yerlerde erkek ve kızların ayrı tutulması.
- Duşlar: Müslümanların birini çıplak görme ya da biri tarafında görülme gibi "büyük bir hürmetsizliğe" maruz kalmamaları için ayrı duşlar.
- Müzik: "İnsan sesi ve davul gibi akort edilemeyen vurmalı çalgılarla" sınırlandırılmalı.
- Dans: Tek cinsiyetli bir ortamda yapıldığı ve "cinsel çağrışım ve mesajlar" barındırmadığı sürece hariç tutulur.
- Öğretmen ve yönetici eğitimi: Okulların "daha iyi bilgilendirilmesi ve Müslüman öğrencilerin ihtiyaçları hakkında daha büyük ve doğru değerlendirme yapılabilmesi" için personel İslami "bilinçlendirme eğitimi almalı."
- Sanat: Müslüman öğrencileri "insanların üç boyutlu figüratif görüntülerini" üretmekten muaf tutma.
- Dini eğitim: (İsa da dahil) peygamberlerin resimleri yasaklı olmalı.
- Dil eğitimi: Arapça tüm Müslüman öğrenciler için açık olmalıdır.
- İslam medeniyeti: (1) Müslümanların Avrupa'da tarihe, sanata, matematiğe ve fen derslerine katkısını inceleme ve (2) Avrupalı ve İslam mirasının ortak yönlerini vurgulama.
Rushdie Kurallarının açık ya da kapalı bir şekilde empoze edilmesi MCB gibi bir programın herhangi bir şekilde eleştirilmesini imkânsız kılacaktır. Öyle bir durumda ben bu makaleyi yazamazdım, Commentary dergisi yayınlayamazdı ve siz okuyamazdınız.
Okulların revizyondan geçirilmesi planlanan sayısız değişiklikten sadece biri. İslamcılar, İslami bir düzen uygulanabilir hale gelene kadar zamanla laik kurumları geçersiz kılacak, kendi İslami sistemle uyuşan eğitim, kültürel hayat ve kurumlarını aşılayarak Batılı hayatın öncüllerini adım adım, yavaş yavaş zapt etmek istiyorlar. Bazı değişiklikler hali hazırda gerçekleşiyor ve hayatın pek çok alanına doğru genişliyor. Bazı keskin örnekler şunlar:
Çok eşli evlilikler İngiltere, Hollanda, Belçika, İtalya, Avusturalya ve Kanada'nın Ontario eyaletinde belirli koşullar altında geçerlidir. Washington eyaletindeki belediye havuzlarında sadece Müslüman kadınlara yönelik yüzme seansları var. Vergi mükellef destekli Virgina Tech Üniversitesi'nde sadece kadınların olduğu dersler sunuluyor. Üç ABD eyaletinde kadınlar ehliyet fotoğraflarını türbanlı olarak alabiliyorlar. İKEA ya da Londra polisi için çalışıyorlarsa, kadınlar işverenleri tarafından sağlanan marka baskılı türban giyebiliyorlar.
İki büyük İngiliz bankasında vadeli hesapların sembolü olan domuz şeklindeki kumbaralar yasaklandı. Orta Doğu'da görev yapan askerlere "İslami inanca aykırı dini materyaller içeren herhangi bir madde" ABD posta sistemi aracılığı ile gönderilemiyor. İskoçya hastanelerinde sağlık personeli Ramazan ayı boyunca Müslüman hastalarının ve meslektaşlarının huzurunda bir şey yiyip içemiyor. Boston Belediyesi İslami bir kurum inşa etmek için kamuya ait bir araziyi indirimli fiyattan sattı.
İslamcılığa doğru bu iri ufaklı adımlar Batılı değerleri ve adetleri baltalıyor. Bunlar kabul edilemezler: Müslümanlar eşit haklara ve sorumluluklara sahip olma hakkına sahiptirler ancak özel ayrıcalıklara sahip değiller. Batılı toplumları İslami kalıpta yeniden şekillendirmek yerine var olan düzene uymalıdırlar. Şeriat'ın orta çağ kurallarına geri gitmek değil özgürlüklerin artması hoş karşılanır.
1989'dan bu yana değişiklikler
Geriye dönüp bakıldığında, 1989'da entelektüeller ve siyasetçiler arasında Rushdie fermanına verilen yanıt, özellikle Sol cenahta, tehlikedeki romancıya destek anlamında dikkat çekiciydi. Aağcılarla (Patrick Buchanan: "dine küfreden küçük romanını dışlamalıyız") kıyaslandığında solcu entelektüellerin (Susan Sontag: "bir ulus olarak bütünlüğümüz bir petrol tankerine olduğu gibi bir yazara yapılan saldırıdan dolayı tehlike altında") onun yanında durma olasılığı yüksekti. Ancak zaman değişti: Paul Berman kısa bir süre önce "İslamcı fikirler ve şiddet ile uğraşma çabalarında kötü bir şekilde tökezleyen" liberal dostlarını şiddetle eleştirdiği (kitabın kapağinda da belirtildiği gibi) The Flight of the Intellectuals (Entelektüellerin Uçuş Rotası) isimli bir kitap yayınladı.
O zamanlar, Fransa'nın sosyalist Cumhurbaşkanı François Mitterrand Rushdie'ye yönelik tehdidi "mutlak kötülük" olarak nitelendirdi. Almanya Yeşiller Partisi İran ile tüm ekonomik anlaşmaları bozmanın yollarını aradı. Alman dışişleri bakanı Hans-Dietrich Genscher "bir medeniyetin ve insani değerlerin korunmasını sağlama sinyali" olarak Rushdie'yi destekleyen bir Avrupa Topluluğu önergesini imzaladı. ABD Senatosu oybirliği ile "bir bireyin sindirme ve şiddet korkusu olmadan kitap yazma, yayınlama, satma, satın alma ve okuma hakkını korumaya" taahhüdünü ilan eden bir karar aldı ve Humeyni'nin tehditlerini "devlet destekli terörizm" olarak kınadı. Bu tür hükümet tepkileri 2010 yılında hayal bile edilemezdi.
1989'dan beri özgür ifadenin kullanıldığı her durumda, Danimarkalı Muhammed karikatürleri ya da Prometheus Yayınları tarafından çıkarılan kayıtsız-şartsız-kuralsız araştırmalarda olduğu gibi, sayısız sayıdaki yazar, yayıncı ve çizer kendilerini ifade etmekten çekindiler. İki örnek: Paramount Pictures Tom Clancy'nin romanı The Sum of All Fears (En Büyük Korku) romanından uyarlanan bir filmde Hamas benzeri teröristler yerine Avrupalı neo-Nazileri koydu. Yale Üniversitesi Yayınları Danimarka karikatür krizi üzerine karikatürlerin yer almasına izin vermediği bir kitap yayınladı.
Taviz verenlerin nedenleri sıradan olduğu kadar da kasvetli: "Bu karar tamamıyla kamu güvenliği endişesinden kaynaklanıyor"; "müşterilerimizin ve çalışanlarımızın güvenliği ve selameti en önemli önceliğimizdir"; "birisinin boğazımı keseceği korkusunu hissediyorum"; "İslam hakkında gerçekten ne düşündüğümü söylemiş olsaydım, bu dünyada uzun süre kalamazdım"; ve "eğer bu durum kötüye giderse, kendi ölüm emrimi yazıyor olacağım."
1989'dan beri olan değişiklikler genel olarak üç izmin büyümesinden kaynaklanıyor: çok kültürlülük, sol faşizm ve İslamcılık. Çok kültürlü dürtü hiçbir yaşam biçimini, inanç sistemini ya da siyasi felsefeyi diğerlerinden daha iyi ya da daha kötü görmez. İtalyan ve Japon yemeklerinin ikisinin de lezzetli ve doyurucu olması gibi, çevrecilik ya da Modern Cadılık Yahudi-Hıristiyan medeniyetine eşit derecede geçerli alternatifler sunarlar. Birinin diğerinin üstünde üstünlük iddiası yoksa neden yaşam biçimi için savaşıyoruz?
Ama belki bir tanesi daha kötü: Eğer Batı emperyalizmi ve beyaz ırk dünyayı kirletiyorsa kim Batı medeniyetini ister ki?. Hugo Chávez'in liderlik ettiği büyükçe bir sol-faşist hareketi "İmparatorluk" olarak adlandırdıkları ve baş suçlu olarak Amerika Birleşik Devletleri ile İsrail'in geldiği Batı gücünü dünyanın en büyük tehdidi olarak görüyorlar.
İslamcılık 1989'dan bu yana çarpıcı bir şekilde büyüyerek, solla ittifak kurarak, sivil toplumlara egemen olarak, pek çok hükümete meydan okuyarak ve bazılarını ele geçirerek, Batı'da bir sahil şeridi oluşturarak ve uluslararası kurumlarda kendi gündemini zekice ilerleterek radikal ütopyacılığın en güçlü formu haline geldi.
Kısacası, Batı zayıflığının pasif kadın öğesi yin İslamcı saldırganlığın aktif erkek öğesi yang ile buluştu. Batı medeniyetinin savunucuları sadece İslamcılık ile değil onlara izin veren çok kültürcüler ve onlarla müttefik olan solcularla da mücadele etmelidirler.
Sayın Pipes Orta Doğu Forumu'nun direktörüdür. Taube Stanford Üniversitesi Hoover Enstitüsü'nde seçkin misafir bilim adamı ve National Review yazarıdır. Danimarka Özgür Konuşma Topluluğu'ndan ödül alması üzerine bu metnin daha önceki bir versiyonunu sundu.