İsrail'in Mısır ile 1979 barış anlaşması, Lübnan ile 1983 anlaşması, Filistin Kurtuluş Örgütü ile 1993 Oslo anlaşması ve Ürdün ile 1994 barış anlaşması konusunda şüphelerim vardı. Ancak İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Amerika Birleşik Devletleri'nin 13 Ağustos tarihindeki ortak açıklaması yeni bir çığır açıyor ve anlaşma kendisinin de iddia ettiği gibi "tarihi" olarak adlandırılmayı hak ediyor.
Açıklama, İsrail'in "[Batı Şeria'nın bazı kısımları] üzerindeki egemenliğini askıya alma ve çabalarını şimdi Arap ve Müslüman dünyadaki diğer ülkelerle bağlarını genişletmeye odaklaması" taahhüdü anlamına geliyor. Bunun karşılığında BAE İsrail ile "ilişkilerinin tamamıyla normalleşmesini kabul etti." Bu karşılıklı verilen söz alışverişi İsrail'in Araplarla olan daha önceki anlaşmalarını üç yönden iyileştiriyor.
Birincisi, Mısır, Lübnan ve Ürdün anlaşmaları temelde Filistinlileri görmezden geliyordu ama bu anlaşma BAE liderlerinin Kudüs'ü Batı Şeria'yı ilhak planlarını askıya alma taahhüdü için sıkıştırdığına işaret ediyor. (Belki de Benjamin Netanyahu'nun aklındaki şey başından beri buydu; meslektaşım Matt Mainen iki ay önce İsrail başbakanının Körfez Arapları tarafından diplomatik olarak tanınmak için ilhakı feda etmeye yönelik "harika blöfünü" öngörülü bir şekilde özetledi.)
İkincisi, açıklama daha önceki anlaşmalara göre daha az muhalefetle karşılandı. Elbette anlaşmanın muhalifleri var: Filistinlilerin öngörülebilir ihanet çığlıkları ve bazı İsrailliler Batı Şeria'da benzersiz bir fırsat olduğunu düşündüklerinden vazgeçme konusunda isteksizler. Daha da önemlisi, bu iki yakın parti dışındaki önemli sayıda Müslüman gerek Filistin gerek Arap milliyetçiliği gerek de İslamcılık nedeniyle İsrail'i tanımaya karşı çıkıyorlar. Geçerli bir 2109 seçiminde Tunuslular ülkenin cumhurbaşkanı olarak hizmet etmesi için özellikle en anti-Siyonist adayı seçtiklerinde dünyaya İsrail'in reddinin güçlü bir bölgesel güç olmaya devam ettiğini hatırlattılar.
Ancak bazı bölgesel devletler (Mısır, Ürdün, Bahreyn, Umman) ortak bildiriyi onayladı. Dahası kamuoyu BAE gibi Arap Körfezi ülkelerinde, halkın liderlerine itaat etme eğiliminden dolayı çok az bir önem ifade ediyor. Bir Emirlik üyesinin bana söylediği üzere, hastaların doktorlarının kararına uyması gibi, Körfez'deki tebaa yöneticilerinin kararlarına razı oluyor. Başka bir benzetmede ise liderlerin bilge babalara benzediği söyleniyor; daha fazlasını biliyor, daha büyük deneyime sahiptirler ve daha fazlasını görüyorlar. Ayrıca rahat bir Emirlik halkı bu istikrarını kolayca tehlikeye atmayacaktır. Dolayısıyla, Emirlikler, örneğin Lübnanlıların yapmadığı bir şekilde Yahudi devletinin tanınmasını bir bakıma kabul edecektir. İsrail ile anlaşmalar imzalayan daha önceki hükümranlar daha geniş bir karar değişikliği getirmekte başarısız olduysa bu BAE için daha az önem taşıyor.
Üçüncüsü, İsrail'in topraktan çekilmesi ve ABD sübvansiyonlarının sağlıksız bir bileşimi daha önceki anlaşmaların diplomasisini yönlendirdi (uygulanmayan Lübnan anlaşmasının göz ardı edilmesi). Anlaşmalar şu ya da bu dereceye kadar büyük rüşvetler anlamına geliyordu: "İsrail'i tanıyın ve Amerikalılar sizi ödüllendirecekler." Doğal olarak, rüşvetçiler bu düzenlemeleri beğenmediler; para için olumsuz adımlar atmaya kızmak insani bir durum. Washington anlaşmaları dayatmadı, ancak eleştirmenler ikna edici bir şekilde dayattığını iddia ettiler. Hatalı bir temel anlaşmaların ya kötü sonuçlanmasına (Mısır ve Ürdün ile soğuk barış) ya da tamamıyla başarısız olmasına (FKÖ'nün devam eden redciliği) neden oldu.
Buna karşılık, İsrail-BAE-ABD açıklamasının rüşvet ipucu içermeyen meşru bir temeli var: İsrail güçleri hiçbir bölgeden çekilmiyor ve Amerikan vergi mükellefleri hiç para ödemiyor. Açıklamanın sağlam da bir önermesi var: Kudüs, yükselen bölgesel bir güç tarafından kabul edilmeye karşılık geniş ölçüde kınanmış ve ters etki yaratmış sembolik bir adımdan vazgeçiyor.
Evet, anlaşma "bölgedeki büyük bir potansiyeli açığa çıkaracak yeni bir yolun" çizilmesi ve "ekonomik büyümeyi teşvik ederek, teknolojik yenilikçiliği artırarak ve insanlar arası yakın ilişkiler kurarak" bölgeyi dönüştürmeye yönelik kibirli bir dil içeriyor. Evet, İran, Katar, Türkiye ve İslamcılık kelimeleri açık bir şekilde anılmıyor ama bunların bir tehdit olduğunu herkes biliyor. Ortak açıklama bir rüşvete değil dolaylı da olsa klasik bir karşılıklı fayda anlaşmasına dayanıyor. Ayrıca Amerikan cephaneliğini Emirliklere açıyor.
Bu nedenlerden ötürü, daha önceki İsrail-Arap anlaşmalarına karşı olan bu şüpheci, artık alışılmadık bir şekilde umutlu (kuşkusuz, bir Orta Doğu eli için kariyeri tehdit eden bir hareket.) BAE-İsrail açıklaması Filistin Otoritesi'ne yardım ediyor, yaygın bir destekten yararlanıyor, sınırlı bir iç muhalefetle karşılanıyor, sağlam, rüşvet içermeyen bir temele sahip ve her iki taraf içinde olumlu özellikler içeriyor. Benim alışılmamış iyimserliğim doğruysa, Arap-İsrail ilişkileri geçtiğimiz yetmiş yılın kısır abesliğinden çıkmaya başlayabilir.
Bay Pipes (@DanielPipes) Orta Doğu Forumu'nun başkanıdır ve 2015'den beri BAE'yi defalarca ziyaret etmiştir. © 2020 Daniel Pipes. Tüm hakları saklıdır.