Eski Arap anti-Siyonizm duvarının çatladığına dikkati çekmek geleneksel bir bilgelik haline geldi. Ben de aynı şeyi yaptım. Ancak İsrail'e yönelik geçmek bilmeyen düşmanlık yeniden patlayabilir.
Arapların Yahudi devletine yönelik tutumlarının kısa bir tarihi bu tehlikeyi bir bağlama oturtur:
1910-30 arasındaki yaklaşık 20 yıl boyunca Siyonistlere yönelik düşmanlık diğer Arap konuşmacıların çok az ilgisini çeken yerel bir dalaştı. Arkasından Kudüs müftüsü, tüm zamanların en toksik ve en etkili anti-Siyonist'i Emin el Hüseyni Kudüs'e yönelik sözde tehlikeler hakkında alarm sinyalleri göndererek çatışmayı uluslararası bir hale getirdi.
1948'de Pan-Arap milliyetçi hassasiyetler birden fazla Arap devletini yeni bağımsız İsrail devletini yok etmek için tartışmaya askeri yoldan atlaması için kışkırttı. Yenilgilerin şoku Mısır ve Suriye'de hükümetlerin düşmesine neden oldu ve anti-Siyonizm'i Orta Doğu'nun en güçlü siyasi hassasiyetine dönüştürdü.
Sonraki 25 yıl boyunca, 1948-73, neredeyse tüm Arap devletleri—göze çarpan Tunus istisnası dışında—Filistin meselesini kendi halklarının dikkatini dağıtmak ve harekete geçirmek için kullandı. Öfke, irrasyonalizm ve öldürücülük anlamında bu sorunun zehirliliği ile karşılaştırılabilir hiçbir şey yok. Bilinen tarihin en orantısız bozgunu da (1967'lerin Altı-Gün Savaşları) dahil olmak üzere birbiri ardına gelen her savaşı kaybetmelerine rağmen hükümetler ölümcül deliliklerine tutundular.
Sonunda, Ekim 1973 savaşından sonra, kümülatif kayıplar bakış açısında bir değişime neden oldu. Enver Sedat'ın 1977'de Kudüs'e yaptığı çığır açan ziyareti Arap devletlerinin İsrail ile askeri çatışmayı çok sancılı ve tehlike bulduğunun ilk temel işareti olarak ortaya kondu. Bunu diğerleri takip etti: Lübnan ile 1983 barış anlaşması, Ürdün ile süregelen 1994 anlaşması, ikinci derecede muhtelif diplomatik irtibatlar ve Suudi Arabistan ve Basra Körfezi şeyhleri ile yakınlaşma. Bunların ardından devlet düzeyinde 25 yıllık aralıklı savaş halini 47 yıllık bir temkin dönemi takip etti.
Ancak onlarca yıllık zehir zemberek anti-Siyonist propaganda halklar üzerinde derin bir etki yaptı. Maliyetleri ve çıkarları hesaplayan sofistike liderler İsrail ile zıtlaşmanın kötü bir fikir olduğu sonucuna vardıysa da halkları büyük ölçüde bu çılgınlık halinde tutsak kalmaya devam etti. Kısmen, bu Yahudiler için yeni bir İslamcı zehri yağlayıp şişirirken eski pan-Arap karakterini de korudu. Kaybedilen topraklarını geri isteyen ülke ruhu canlı ve tehlikeli kalmaya devam ediyor.
Tunus'taki son başkanlık seçimleri ibretlik. Tunus onlarca yıldır hem en az anti-Siyonist ve hem de bugün en açık ve demokratik sistemi olan bir Arap ülkesi olarak göze çarpıyor; bu nedenle oradaki seçim bir gösterge olarak çok büyük öneme sahiptir.
Kais Saied neredeyse dünya çapında bir sürprizle seçimin her iki turunda da liderliği elinde tuttu, 26 adayın olduğu Eylül oylamasında oyların yüzde 18'ini kazandı, Ekim ayındaki ikinci turda ise oyların yüzde 73'ünü alarak zafere yürüdü. Sürpriz, çünkü 61 yaşındaki Saied tüm kariyerini anayasal hukuk profesörü olarak geçirdi ve sıfır siyasi deneyime sahip; sürpriz çünkü çirkin, katı disiplinli, tutarsız, sert ve eksantrik görüşlere sahip robotik bir figür. Hızlı ama sakin konuştuğu alışılmadık derecede resmi Arapçası onu garip kılıyor. Peki, onu adaylar kalabalığı arasından çıkarıp büyük bir zafere götüren şey ne?
Tunus'ta yaşayan Lamine Ghanmi Tunus'un Yahudi devleti ile "savaş halinde" olduğunu iddia eden ve normalleşmeyi "büyük bir ihanet" olarak nitelendiren Saied'in popülaritesinin "İsrail'e karşı ateşli duruşuyla desteklendiğini" tespit etti. Binlerce kişi seçim zaferini sokaklara çıkarak, Filistin bayrağı sallayarak ve İsrail'in yok edilmesini talep ederek kutladı.
Bu tespite diğerleri de katılıyor. Tunuslu bir gazete editörü Assia Atrous, "Filistin'e ve onların milliyetçi mücadelesine yönelik duygularını coşkuyla ifade etti. Bu rakiplerinin karşısında onun için bir fark yarattı" diyor. Akademisyen Abdellatif Hanachi de aynı fikirde: "Onun için belirleyici olan Filistin ülküsüydü. Oyunu temelden değiştirdi." Tunus'un dışında ise Mısırlı İslamcı Osama Fathi Hammouda Saied'in zaferini "Arapların İsrail ile normalleşmesine şiddetli bir darbe" olarak görüyor.
Körfez Arap Ülkeleri İş-birliği Konseyi devletlerinde İsrail'i kabul etmeye isteklilik yavaş yavaş başlamasına rağmen, bu değişim çok daha fazla ilerlemedi. Sünni Arap seçkinler İsrail'i Tahran'ın yarattığı gerçek tehlikeye karşı gizli olmak şartıyla faydalı bir müttefik olarak gördükçe, bu anti-Siyonist hassasiyetler kontrol altında tutulacak. Fakat bu ortaklığın nedenleri zayıfladıkça, eski Filistin tarzı İsrail nefreti sefil sonuçlara neden olacak bir şekilde kükreyerek geri gelebilir,
İsrail'in Amerikalıların yardımıyla, Filistinlilerin yenilgilerini kabul etmelerine neden olarak zafer arayışıyla çatışmayı tasfiye etmesi için bir neden daha. Filistinliler vazgeçtiklerinde, diğer Araplar muhtemelen öfkelerinde uzun süre inat etmeyecekler ve sonunda onlar da kabullenecekler.
Sayın Pipes (DanielPipes.org, @DanielPipes) Orta Doğu Forumu'nun başkanıdır. © 2020 Daniel Pipes. Tüm hakları saklıdır.