Batı medeniyeti ile ilgili derslerin kaldırılması Amerikan üniversitelerinde son birkaç yılda gerçekleşen birçok radikal değişikliğin arasında yer alıyor. Sembolik olarak değişim 1987 yılında Jesse Jackson'ın derin sonuçları olan abuk sabuk bir gösteride Stanford Üniversitesi öğrencilerinin "Hey-hey, ho-ho, Bat kültürünün gitmesi gerekiyor" diye bağırmalarına neden olmasıyla başladı.
Ve Batı kültürü gitti. Stanley Kurtz The Lost History of Western Civilization/Batı Medeniyetinin Kayıp Tarihi isimli eserinde bu öğrencilerin "Stanford'un Batı Medeniyetinin tarihi ve büyük eserleri üzerine olan zorunlu dersleri kaldırmayı başarmakla kalmayıp ... aynı zamanda pek çok Amerikan üniversitesinde Batı Medeniyeti derslerini yok eden ve on yıllar boyunca kültürel savaşlarımızın şartlarını belirleyecek 'çok kültürlülük' hareketinin başlamasına da yardımcı olduklarını" yazar.
Batı medeniyeti dersleri önemlidir çünkü zeki vatandaşların ve seçmenlerin üç temel konuyu anlamalarına yardımcı olurlar: her şey nasıl oldu, neler işe yarıyor neler yaramıyor, birey topluma nasıl uyum sağlıyor. Bunların terk edilmesi geleceğin liderlerini daha az muktedir kılar.
1970'lerin sonunda, Jesse Jackson'ın Palo Alto'daki yürüyüşünden çok önce, bu dersi akıl hocam William H. McNeill tarafından sadelikle yazılan History of Western Civilization: A Handbook/Batı Medeniyetinin Tarihi: Bir El Kitabı (Chicago Üniversitesi Yayınları, 1969) isimli kitabı kullanarak öğretmiştim. Geçmişe dönüp baktığımda, çok kültürlülüğün yayılışını izlemiş biri olarak, McNeill'in kültürel güven ruhunu şimdi anlıyorum. McNeill kitabında önemli noktaları soğukkanlılıkla inceledi, Avrupa'nın ve yan kuruluşlarının önemini kendiliğinden telakki etti, onların başarılarını düşünmeden savundu ve tartışmasız bir şekilde bunların olumlu olduğunu kabul etti.
Yine de ho-ho dönemi sonrasında Batı medeniyetinin çok kültürlü olmayan tarihinin konusuyla kesinlikle farklı bir şekilde ilgilenilmesi gerektiğini düşünmeye başladım; bu inceleme McNeill'in uzak bakışını sürdüremezdi ama tartışmaya katılmak ve yeni düşmanla savaşmak zorundaydı. Böyle bir kitap örneğini ararken, Rodney Stark'ın 2014 tarihli dikkat çekici araştırmasını buldum; How the West Won: The Neglected Story of the Triumph of Modernity/Batı Nasıl Kazandı: Modernizmin Zaferinin İhmal Edilen Hikayesi (ISI Books.)
Başlığı bile araştırmanın çok kültürlülüğe hırslı, cesur, taşkın ve kavgacı bir yanıt olduğuna işaret ediyor. McNeill Rusya'ya düzinelerce sayfa ayırırken, Stark Rusya'dan rastgele şekilde iki kere bahsediyor; Batı Nasıl Kazandı araştırmasında Rusya'nın bir rolü yok. Rönesans McNeill'in tarih incelemesinde on yedi sayfada anlatılıyor ancak Stark kendi hikayesinde önemli olmadığını düşünerek bir kez bile bahsetmiyor. Aynı şey Napolyon için de geçerli, birinde on-iki sayfa, diğerinde bir kere bile bir bahis bile yok. Aksine McNeill İspanyol İmparatorluğu'nun altın ve gümüşü konusunun üzerinden öylesine bir geçerken Stark bu konuya altı sayfa ayırır. Daha az belirgin bir şekilde, Stark, McNeill'e yabancı olan ama medeniyet çatışması çağına tam olarak uyan Hıristiyanlık yanlısı bir mesajı destekler.
Diğer tarihçileri ve onların yorumlarını net bir şekilde reddeden McNeill'in aksine, Stark sıklıkla ister Viking kültürünün değeri ister Hıristiyanlığın Batı'nın yükselişindeki rolü olsun, meseleyi lafını sakınmadan geleneksel ama yanlış yola saptırılmış aklın bazı unsurlarıyla ele alıyor. Bu tartışmalar sırasında Fernand Braudel, Henri Pirenne ve Max Weber gibi önde gelen entelektüel figürlerle boy ölçüşüyor. McNeill argümanını sessizce seleflerin üzerinde inşa ederken, Stark onlara meydan okuyor. McNeill'in fikir birliğinin tarihini yazdığı yerde Stark revizyonizminden bahsediyor.
Ayrıntılara inmek gerekirse, Stark akademinin en rağbette olan Batı karşıtı ruh halini görmezden geliyor ve moderniteyi Batı'yı tanımlayan gelişmeler paketi olarak tarif ediyor. Birkaç "ıvır zıvır" haricinde, bunun "tamamen Batı medeniyetinin bir ürünü" olduğunu iddia etmeye cüret ediyor. Hatta daha da ileri giderek, "diğer kültürler Batı davranış tarzının en azından temel yönlerini adapte etmekte başarısız oldukları ölçüde geri ve yoksul kalmışlardır" der. Taviz vermiyor. Bir Batı partisi.
Nasıl oldu da bu parti keskin bir şekilde yazılmış hızlı tempolu bir kitabın konusu haline geldi. Kitap tümüyle okunmayı hak ediyor ama burada bazı önemli noktalardan bir esinti:
Eski imparatorluklarda "çok az şey oldu." Sadece varlıkları ara sıra zorlayıcı isyanlarla kesintiye uğrayan gelgeç ve yağmacı yöneticiler ezilen tebaalarının emeğini ve servetini acımasızca aldılar.
Klasik Yunanistan bu kalıbı bir "göletin etrafındaki kurbağalar" gibi denizlerle sarılı küçük bağımsız şehir devletleri ile kırdı. Aileleri için savaşan özgür adamlara dayanan başarılı savaş taktikleri ekonomi, sanat ve felsefe gibi farklı alanlarda olağanüstü fikirler geliştirme özgürlüğünü bahşetti.
Bu fikirler daha sonra Yunan kültürel yörüngesindeki Yahudileri etkiledi. Bu iki tür Yahudiliğin Yunanlaştırılmış ve evrenselleştirilmiş bir versiyonu olan Hıristiyanlıkta birleşti. "Hıristiyan teolojiyi belirleyen ve Batı'nın yükselişinin altında yatan ... tam gelişmiş Yahudi Tanrı kavramıdır." Yunan felsefesi bu temele akıl ve mantığı ekledi. Bu karışım hiçbir uygarlıkta bulunmayan benzersiz bir ilerleme fikri üretti. Buna karşılık bilim, "rasyonel bir evrenin rasyonel bir yaratıcı doktrini bilimsel araştırmayı mümkün kıldığı için" ortaya çıktı.
Avrupa'nın üstünlüğünü coğrafyasına, silah ve kapitalizm gibi bazı atılımlarına bağlayan tarihçilerin aksine Stark fikirlerin önceliği ve bu fikirler içindeki Yahudi-Hıristiyan geleneği üzerinde durur. Belki de Batı Nasıl Kazandı kitabının anahtar pasajında, Stark, "geniş kapsamlı bir evrenin rasyonel bir yaratıcısı olarak Hıristiyan Tanrı anlayışının ... moderniteye giden yolda Batı'yı sürekli olarak kışkırttığını" ileri sürer. Çok kültürcülerin çaresizliği neredeyse duyulabiliyor.
Sonunda, yeni imparatorluklar, Stark'ın "en iyi ihtimalle Batı'nın yükselişinde bir duraklama, daha makul bir şekilde ... bir gerileme olarak gördüğü kasvetli Roma İmparatorluğunda doruğa ulaşarak, bu uygar istisnaları ortadan kaldırdı. Baskıcı Romalılar yenilikte değil siyasi tahakküm ve yaygın olarak bulunan köle emeğinin bir sonucu olarak teknolojik başarıda üstünlük sağladılar. Bu başarılardan en büyüklerinden biri olan Kolezyum, kederli ruhunun uygun bir sembolü olarak 200,000 cinayete ev sahipliği yaptı.
Stark'ın imparatorluklara karşı diriltici tiksintisi onu alışılmadık bir şekilde sözde Barbarların Roma İmparatorluğunu yok etmesini ve "moderniteye doğru şanlı yolculuğun" yeniden başlamasını kutlamaya götürür. MS yaklaşık olarak 400-1000 arasındaki "Pek Karanlık Olmayan Çağlar" Avrupa'da binden fazla bağımsız siyasetin ortaya çıktığı ve kültürel farklılık ve siyasi anlaşmazlığın ürediği bir döneme işaret eder. Bu "yaygın ve küçük ölçekli sosyal deneyleri mümkün kıldı ve yaratıcı rekabetin önünü açtı." Asalak Romalı seçkinlerin ve baskıcı vergilerle ödenen lükslerinin ortadan kalkması ile, daha iyi gıda ve daha büyük bedenlerin gösterdiği üzere kitleler için daha yüksek bir yaşam standardı ortaya çıktı.
Gerçekten de dönem en yenilikçi dönemlerden biriydi, Avrupa'nın "onu dünyanın geri kalanının önüne koyan teknolojik ve entelektüel sıçramalarının" başlangıcıydı. Ağır saban, at koşum takımı, su ve yel değirmenleri, yelkenli tekneler ve benzer askeri teknoloji örnekler arasında sayılabilir. Ticaret arttı. Kültürel başarılar arasında yağlıboya tablolar, çok sesli müzik ve yükselen katedraller vardı.
Daha sonraki orta çağ dönemi köleliğin kaldırılması, kapitalizmin yükselişi (dokuzuncu yüzyılın başlarında büyük manastırlarda ortaya çıktı), ve temsili demokrasinin başlangıcı da dahil olmak üzere kayda değer yeniliklere tanık oldu.
Stark bu alışıldık olmayan cümlenin önerdiği gibi teknolojiyi çarpıcı bir şekilde tarihsel gelişmelere bağlıyor: "Bir dizi yenilik makul bir şekilde Küçük Buz Devri'ne atfedilebilir [yaklaşık 1350-1850]: cam pencereler, fırtınaya karşı ek dış kapılar, kayaklar, buz patenleri, güneş gözlükleri ... damıtılmış likörler, pantolonlar, örme giysiler, düğmeler ve bacalar." Enteresan bir şekilde, bacaları küçük odaların inşasına bağlar ve sonuç olarak seks yarı kamusal bir faaliyetten özel bir faaliyete dönüşür.
Genellikle köhne bir dini arayış olarak reddedilen teoloji burada kutlanır. Tanrı'nın doğasını ve insanlarla ilişkisini araştırma peşinde, Stark teolojinin uygulayıcılarının, Skolastiklerin, "Avrupa'nın büyük üniversitelerini kurduğunu, deneysel yöntemleri formüle ettiğini, öğrettiğini ve Batı bilimini başlattığını" iddia eder. "1088 yılında Bolonya'da ilk üniversitenin kurulmasından bu yana, bu kurumlar edinilen bilgeliğin ötesine geçmeye çalıştılar, yeniliğe saygı duyarak deneyciliği vurguladılar. Bilimsel özgürlük, şaşırtıcı bir şekilde Papa'nın üniversitelerin sivil yetkililerini denetlemekten muaf tuttuğu 1231 yılında ortaya çıktı.
Orta çağ öğrenim kurumlarına olan bu saygısının aksine Stark yaklaşık 1550-1700 arasındaki "Bilimsel Devrimi" "orta çağ kilisesinin itibarını düşürmek için icat edilen" bir sahtekarlık olarak reddeder. Örneğin, dünyanın güneşin etrafında döndüğünü varsayan Kopernik güneş merkezciliğinin daha önce görülmeyen bir şekilde aniden ortaya çıkmadığını, üç yüzyıl öncesine giden ve en azından Robert Grosseteste, Sacro Bosco, Albertus Magnus, Roger Bacon, Novaralı Campanus, Freiburglu Theodoric, Thomas Bradwardine, Ockham'lı William, Jean Buridan, Nicole Oresme, Saksonyalı Albert, Pierre d'Ailly, ve Cusalı Nicholas gibi papazlar ve rahipler tarafından yapılan araştırma ve yeniliklerin nasıl sonuçlandığını gösterir.
Daha pratik bir düzeyde, Stark sanayi devrimini Orta Çağ Avrupa'sına, onun "bankacılığının yükselmesine, ayrıntılı üretim ağlarına, teknoloji ve finans alanında hızlı yenilikler ve yoğun bir ticaret şehirleri ağına" kadar izliyor. Gerçekte bu "devrim" yaklaşık bin yıl önce tekstil sanayisinin makineleşmesi ile İngiltere'de başlayan bir evrimdi. Özellikle, 1200-1500 dönemi metalürji, gemi yapımı ve silah yapımı temel alanlarda "dikkate değer" bir teknolojik gelişmeye tanıklık etti.
Stark, 1500-1700 yıllarının geleneksel bilimsel devriminden ziyade iki noktayı vurgulayarak bilimin bu dönemde sadece rüştünü ispat ettiğini öneriyor: İlki, bu tamamıyla bir Avrupa fenomeniydi: örneğin pek çok medeniyet simyaya sahipken "simya kimyaya sadece Avrupa'da dönüştü." İkincisi, önde gelen bilim adamlarının çoğunluğu orta çağlarda olduğu gibi Akıllı Tasarımcıyı anlamaya çalışan dindar Hıristiyanlardı. Başka bir deyişle, orta çağlarda olduğu gibi "Hıristiyanlık bilimin yükselişi için esastı." Gerçekten, "Yahudi-Hıristiyan Tanrı anlayışı" bilimsel araştırmayı "teşvik ve hatta talep etti."
Bu ilerlemeler Avrupalılara ticaret ve fetih için dünyaya açılma imkânı verdi. Önce Afrika kıyılarına, ardından Atlantik'e gitmeye cesaret ettiler ve en sonunda açık denizlerde ve dünyanın etrafında dolaştılar.
Bu yolculukların en büyük etkisi, İspanya'nın Güney ve Orta Amerika'daki hakimiyetinin getirdiği devasa mirastı. Ancak Stark, İspanyol imparatorunu gerçek zenginliğe değil neredeyse tükenmez bir gümüş ve altın kaynağına dayandığı için aldatıcı derecede zengin olduğu için reddeder, bu da İspanya'yı "az gelişmiş ve feodal bir ulus" olarak kalmaya iter. Bedava para İspanya'da "servet akıtan" imparatorluğun maliyetini karşılayamadı. Zamanla, Hollandalı ve İngiliz kapitalist imparatorluklar İspanya'yı bir kenara ittiler.
Bunu tarımsal üretkenlik, ucuz enerji, düşük doğum oranları ve ticari bakış açısının İngilizlere "birincil üretim aracı olan insanların" yerine geçecek makineler inşa etme teşviki verdiği sanayi devriminin yükselişi takip etti. Buhar motorları ve ucuz üretilmiş ürünler yaşam standartlarının yükselmesine, uzun ömürlülüğün ikiye katlanmasına ve büyük kentleşmenin başlamasına neden oldu. Ardından Amerika Birleşik Devletleri kaynaklar, eğitim, ücretler, yaratıcılık, teknoloji ve üretkenlikte lider olan İngiltere'den görevi devralmak üzere geldi. Böylece Batı yaşam tarzı yaklaşık üç bin yıl önce Yunanistan'da başlamış olan süreci sonuçlandırdı.
Son olarak, tüm sorunlarına rağmen Avrupa sömürgeciliği moderniteyi—özellikle eğitim ve hukukun üstünlüğü—dünyanın büyük bir kısmına yaydı ve böylece sömürgeleştirilenlerin yaşam kalitesini artırdı. İronik bir şekilde, sömürgecilik imparatorluk merkezlerindeki bazı unsurlara fayda sağlarken, ortalama bir Avrupalı için "kayıp bir öneriydi." Daha geniş anlamda, sömürgeciliğin işareti olan 1870-1914 arasında "Avrupalı uluslar bir bütün olarak sömürgelerinde para kaybettiler."
Batı Nasıl Kazandı böylelikle sona erer: "Hiç şüphe yok ki, Batı modernitesinin sınırları ve hoşnutsuzlukları var. Yine de bilinen alternatiflerden çok daha iyi—sadece ve hatta öncelikli olarak ileri teknoloji nedeniyle değil aynı zamanda özgürlüğe olan temel bağlılığı, akıl ve insan onuruyla çok daha iyidir. "Stark'ın hazır cevap, güçlü ve umutlandırıcı çalışması çok kültürlülüğün kendinden nefret eden ve suçluluk duygusu ile dolu mizantropisine harika bir şekilde karşılık verir.
Eski güzel günlerde bu konuyu öğreten biri olarak Jesse Jackson'ın müritlerinin istemeden Batı medeniyetini eskisinden daha heyecan verici bir konu haline getirdiklerinin farkındayım, Buradaki zorluk Batı Nasıl Kazandı gibi kitapları gidecek uzun bir yolu olan üniversite müfredatına sokmak, Open Syllabus Explorer/Açık Müfredat Gezgini onun yalnızca üç ABD kursunda listelendiğini gösteriyor.
Bay Pipes (DanielPipes.org, @DanielPipes) Orta Doğu Forumu'nun başkanıdır, Chicago Üniversitesi'nde Avrupa ve dünya tarihi dersleri vermiştir. © 2020 Daniel Pipes. Tüm hakları saklıdır.