Her zaman olduğu gibi, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra galipler kaybedenleri, özellikle de Almanları yağmaladı. Galipler devasa tazminatların ödenmesini talep ettiler, Almanya'nın ödemeleri bir plan içerisinde 1988'e kadar devam edecekti. Bu plan felaketle sonuçlandı, özellikle İkinci Dünya Savaşı'nın daha da korkunç katliamının zeminini hazırladı.
Bu hatadan ders çıkaran Amerikalı liderler 1945'de farklı şeyler yaptılar: yağmalamak yerine yenilmiş ülkeleri Birleşik Devletlerin imajında rehabilite etmek için radikal ve eşi görülmemiş bir adım attılar.
Bu yeni metot şaşırtıcı derecede iyi sonuç verdi; umulduğu gibi, Almanya, Japonya, Avusturya ve İtalya özgür, demokratik ve müreffeh hale geldi. (Ayrıca Peter Sellers'in 1959 yapımı yoksullaşmış mikro bir devletin cömertliğinden yararlanmak için Amerika Birleşik Devletleri'ne savaş ilan ettiği The Mouse that Roared/Kükreyen Fare isimli komedi filmine de ilham verdi.)
Mağlup edilen düşmanları finanse etmek farz oldu, hatta bu rutin bir Amerikan politikası haline geldi ve Pottery Barn [Çanak Çömlek Ambarı) kuralı olarak bilinmeye başladı: "Kırarsan, sahip olursun." 2002-03'de ABD önderliğindeki koalisyonlar Afganistan'da Taliban ve Irak'ta Saddam Hüseyin olmak üzere iki düşman devleti devirdiğinde, Amerikalılar doğal olarak bu iki ülkeyi işgal etti, anayasalarını yeniden yazdı, güvenlik kuvvetlerini silahlandırdı ve eğitti, yeni liderlerini besledi ve onları paraya boğdu.
Ancak 2001-03 son derece önemli şekillerde 1945'den temelde çok farklıydı.
Birincisi, özellikle Almanlar ve Japonlar yıllarca süren savaşlar tarafından ezildiler, topyekûn yine yıllarca süren katliamlarla yok edildiler, uzun sureli işgaller altında küçük düşürüldüler ve halkları yenilgiye uğradılar. Bu hırpalanma toplumların ve kültürlerin savaş sonrasında itiraz etmeden onarılmaya boyun eğmelerine yol açtı. Buna karşılık Afganlar ve Iraklılar Amerika ile sadece haftalar süren, az sayıda sivile zarar veren ve nefret edilen tiranları devirmek için yapılan savaştan neredeyse yara almadan çıktılar. Kısa süreli çatışmalardan pek zarar görmediler, kendilerini mağlup olmaktan çok özgür hissettiler ve işgal güçleri tarafından ne yapacaklarını söylenmesini kabul edecek bir ruh hali içinde değildiler. Ülkelerinin geleceğini şekillendirmeye kararlı olan Afganlar ve Iraklılar, savaş ağaları tarafından servis edilenleri aldılar ve şiddet ve diğer direniş biçimleriyle edilmeyenleri reddettiler.
İkincisi, Amerikalılar İkinci Dünya Savaşı'nda en büyük riskler—bağımsızlıkları ve özgürlükleri—için savaştılar; o savaşı kaybetmek Birleşik Devletler için hesaplanamaz sonuçlar doğuracaktı. Buna karşılık Afganistan ve Irak'ta riskler sınırlıydı, sadece bazı nadir dış politika hedefleri ile ilgiliydi; doğal olarak Amerikalılar bu ülkelerin gelecekteki seyrini çok daha az önemsediler. Buna göre, 1945'in Amerikan tarzını dayatma çabaları 2001-03'ünkinden çok daha fazlaydı.
Üçüncüsü, Almanya ve Japonya'nın 1945'te çatışmayı sürdüren hiçbir komşusu yoktu: hiçbir radyo istasyonu propaganda yapmadı, silah kaçakçılığı yapılmadı, gerillaların sızması söz konusu değildi, intihar saldırıları yoktu. Buna karşılık, Afganistan'ın batısında İran, doğusunda Pakistan, Irak'ın batısında Suriye ve doğusunda İran yer almakta ve bu üç ülke de aktif olarak Amerikan etkisi ile mücadele ettiler. Taliban'ın dönüşü onların bariz başarısına işaret ediyor.
Dördüncüsü, ağırlıklı bir biçimde Müslüman halklar olarak, Afganlar ve Iraklılar dinlerin arasında en politiği olan İslam'ın doğasındaki yerleşik bir tutum gereği gayrimüslimler tarafından yönetilmeyi şiddetle reddediyorlar. İslam hukuku Şeriat ile tam uyum içinde yaşamak hükümranın Müslüman olmasını gerektirir, çünkü Şeriat yalnızca bir Müslümanın tam olarak kabul edebileceği, uygulanması zor (vergilendirme, adalet, savaş vb. ile ilgili) kamusal kurallar içerir. Böylece ister orta çağda ister modern zamanlarda ister Hıristiyanlar, Yahudiler ya da Budistler tarafından olsun, gayrimüslimler tarafından yönetilmek yoğun bir direnişe yol açar.
Bu faktörler Amerikan ve Orta Doğu tarihi hakkında bilgi sahibi olan hemen herkesi (Bernard Lewis ve Fouad Ajami gibi talihsiz istisnalar dışında) hızla "koalisyonun [Afganistan ve] Irak'a yönelik büyük arzularının başarılı olmayacağını" tahmin etmeye sevk etti.
Amerikalılar, 1945'de Mihver düşmanlarının rehabilitasyonunu mümkün kılan—benzersiz değilse de—olağandışı koşulları ve bu koşulların nadiren görüldüğü gerçeğini kabul etmelidirler. Her düşmanın yeterli çaba ve para ile bir dost ve müttefik haline getirilebileceğini varsaymak yerine, Washington'un kendisini düşmanlığı sona erdirmek ve totaliter yönetimden kaçınmak gibi daha mütevazı hedeflerle sınırlamasının zamanı geldi. Bu ruhla, 2004'de Irak için kontrolü ele alacak ve zamanla ülkeyi siyasi açıklığa doğru götürecek demokratik zihinli bir diktatör önerdim.
Aynı daha küçük hırslar gelecekte düşmanlar için de geçerlidir, Voltaire'in gözlemlediği gibi, "İyinin düşmanı en iyidir." Zaman değişme zamanı, artık 1945'te değiliz.
Bay Pipes (DanielPipes.org, @DanielPipes) Orta Doğu Forumu'nun başkanıdır. © 2021 Daniel Pipes. Tüm hakları saklıdır.