İsrail ile Hamas arasında 15 Ocak'ta ilan edilen ateşkes anlaşması, en az 7 Ekim 2023'te yaşanan katliam kadar önemli sonuçlar doğuracak.
Anlaşma, İsrail hükümetinin on beş ay süren ve Kudüs'ün Hamas'a yönelik iki çelişkili politika izlediği uzun süreli kararsızlığının ardından geldi: Örgütü yok etmek. Onunla bir anlaşma yapmak.
İlk politika olan Hamas'a karşı zafer, açıkça İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'ya daha çok hitap ediyordu. Benim gayri resmi sayımıma göre, 7 Ekim'in hemen sonrasından üç hafta önce Hanuka mumlarını yakmasına kadar yaptığı 76 gizli açıklamada 216 kez "zaferden" bahsetti. Bazen, Fransız televizyonuna verdiği demeçte olduğu gibi, cümleleri bir zafer konuşması sağanağına dönüştü: "Bizim zaferimiz sizin zaferinizdir" dedi. "Bizim zaferimiz İsrail'in antisemitizme karşı zaferidir. Yahudi-Hıristiyan medeniyetinin barbarlığa karşı zaferidir. Fransa'nın zaferidir."
Netanyahu sadece basit bir zafer peşinde de değildi. Çeşitli şekillerde "mutlak zafer", "net zafer", "tam zafer", "kesin zafer", ve "topyekûn zaferden" bahsetti. Bu ifadeler arasında "topyekûn zafer" 81 kez zikredilerek başı çekti ve eski başkan Donald Trump ile yaptığı bir ziyaret sırasında "Topyekûn Zafer" beyzbol şapkasıyla sergilendi.
İsrail içindeki tartışmalar Netanyahu'nun zafer tercihini doğruladı. Örneğin, İsrail Kanal 12 televizyonuna göre elini masaya vurarak ulusal güvenlik ekibini azarladı: "Siz zayıfsınız. Zorlu bir müzakerenin nasıl yürütüleceğini bilmiyorsunuz." Bilgi sahibi bir kaynak, "Rehinelerden vazgeçti" sonucuna vardı.
Ancak aynı zamanda Netanyahu, İsrailli rehinelerin serbest bırakılması için Hamas ile pazarlık yapması ve böylece dolaylı olarak cihatçı örgütün hayatta kalmasına izin vermesi için büyük bir baskı altına girdi. Netanyahu Hamas'la pazarlık yapmayı kabul ederek, biri yabancı diğeri yerli iki güçlü lobiye kulak verdi.
Uluslararası alanda hükümetler ya Hamas'a sempati duydukları ya da Orta Doğu'da bir yangın çıkmasından korktukları için bir rehine anlaşması peşinde koştular. Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi kurumlar İsrail'e yönelik geniş düşmanlığı ortaya koydu. Dost hükümetler bile İran, Suriye, Lübnan, Ürdün, Batı Şeria, Gazze, Suudi Arabistan, Kızıldeniz ve Yemen'i kapsayan çatışmaların daha da genişleyeceğinden ve belki de kendi güçlerini de içine çekerek kaygı verici sonuçlar doğuracağından endişe ediyordu.
Bu arada, yerel bir lobi rehinelerin iadesini en önemli hedef haline getirmesi için hükümete baskı yaptı. Lobi üyeleri duygu sömürüsü yaptı, yürüyüşler düzenledi ve çeşitli siyasi tiyatro türlerine başvurarak bu süreçte kamuoyunu kazandı. Anketler sürekli olarak büyük bir çoğunluğun rehinelere zaferden daha fazla öncelik verdiğini gösterdi. Ekim ayında yapılan bir ankete göre İsraillilerin yüzde 77'si Gazze'deki savaşın "ana hedefinin" rehineleri eve getirmek, yüzde 12'si ise Hamas'ı devirmek olması gerektiğini söylüyordu. Bir ay sonra yapılan bir başka ankete göre ise yüzde 69 rehine anlaşmasını "daha önemli" bulurken yüzde 20 savaşın zafere kadar devam etmesini istiyor.
İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'un "Oğullarımızı ve kızlarımızı bize geri getirmekten daha büyük bir ahlaki, insani, Yahudi ya da İsrail yükümlülüğü yoktur." şeklindeki açıklamasıyla politikacılar da bu kervana katıldı. Askeri liderler de bu duyguyu meşrulaştırdı. Tümgeneral Noam Tibon şu açıklamayı yaptı: "Tüm rehinelerin serbest bırakılması, diğer tüm görevlerden önce, savaşın en yüce görevidir! Ve önceliklerimizin en başında gelir." Tümgeneral Amos Gilad daha da ileri gitti: "Rehineleri kurtarmak için mümkün olan her şeyin yapılmadığı sonradan ortaya çıkarsa Hamas'a karşı zafer kazanmak mümkün olmaz. Takas bir ulusal güvenlik meselesidir."
İsrail Savunma Kuvvetleri eski Genelkurmay Başkanı Benny Gantz "Çok ağır bir bedel pahasına da olsa rehineler iade edilmelidir" dedi. IDF sözcüsü Daniel Hagari de "Tüm rehineleri eve getirmek için her şeyi ama her şeyi yapacağız" ve "Tek bir temel savaş hedefine bağlıyız: 109 rehinenin iadesi" dedi.
Kendi tercihleri ve bu ikili baskı arasında kalan Netanyahu, on beş ay boyunca zafer ve rehineler arasında gidip geldi. Hamas ile kısmi bir ateşkes anlaşması imzalamasına rağmen Gazze'ye, Hamas'ın kapasitesini büyük ölçüde azaltan bir askeri saldırı emri verdi. Hamas lideri İsmail Haniye'nin Tahran'da öldürülmesini emrederken, rehinelerin en önemli endişesi olmaya devam ettiği konusunda ısrar etti.
Bir karara varamamak Netanyahu'nun sıkıntılı seçimleri ertelemesini sağlarken, tereddütler de koalisyonun çökmesini engelledi. Ancak sonunda, rehineler ve kesin bir ateşkes lehine zafer tercihinden vazgeçti. Karmaşık, üç aşamalı anlaşma, birçok hareketli parça ve ne tür rehineye karşılık kaç ve ne tür Filistinlinin takas edileceği gibi son derece ayrıntılı hükümler içeriyor.
Ana hatlarıyla, şu anda İsrail hapishanelerinde bulunan ve aralarında katillerin de bulunduğu 1,000'den fazla Filistinlinin serbest bırakılması karşılığında 33 rehinenin serbest bırakılması, İsrail askerlerinin Gazze'nin bazı bölgelerinden çekilmesi, Gazze'ye yapılan yardımların arttırılması, Gazzelilerin Gazze'nin büyük bölümüne geri dönmesi ve Mısır'a bir sınır kapısının açılması çağrısında bulunuyor. Ayrıca, daha fazla Filistinli mahkûmun serbest bırakılması, İsrail güçlerinin Gazze'den tamamen çekilmesi ve çatışmaların kalıcı olarak sona erdirilmesi karşılığında kalan 65 kadar rehinenin serbest bırakılması için müzakerelerin imzalanmasından sonraki 16 gün içinde yeniden başlamasını gerektiriyor.
Kısacası, Israel Hayom'un kıdemli Beyaz Saray ve politika muhabiri Ariel Kahana'nın da belirttiği gibi, "İsrail kendi elleriyle düşmanının savaşa hazırlanmasına yardım ediyor." Netanyahu'nun bunu bildiği aşikâr, zira daha önceki takaslar felaketle sonuçlanmıştı, o halde neden kendi koalisyon ortağı Itamar Ben-Gvir'in "korkunç" olarak nitelendirdiği bir anlaşmayı kabul etti?
Çünkü Donald Trump'tan korkuyor.
Seçilmiş başkan 7 Ocak'ta yaptığı açıklamada Hamas'ın elindeki esirleri serbest bırakmaması halinde Ortadoğu'da "kıyametin kopacağını" söyledi. Seçilmiş başkan yardımcısı J.D. Vance'in yorumuna göre bu Hamas'a baskı anlamına geliyordu: "Başkan Trump'ın Hamas'ı tehdit ettiği ve bunun bedelini cehennemde ödeyeceğini açıkça ifade ettiği çok açık."
Ama hayır.
Trump, Netanyahu'ya isyan yasasını okuması için sivil vatandaş ve müstakbel başkanlık elçisi Steven Witcoff'u gönderdi. Ha'aretz'de yer alan bir haberde Witcoff'un Netanyahu'yu "son altı ay boyunca defalarca reddettiği bir planı kabul etmeye zorladığı" bir toplantı için Şabat'ı nasıl bozmaya zorladığı anlatılıyor.
Monash Üniversitesi'nden Ran Porat'a göre bu yeni ve agresif yaklaşım Netanyahu'yu "Trump'ı yatıştırmak için pozisyonunu yeniden hesaplamak zorunda bıraktı." Beklenmedik bir ironi olarak Chatham House'dan Sanam Vakil "Biden yönetiminin İsrail liderliği üzerinde yeterli baskı kurmaya isteksiz olduğunu" ancak Trump'ın bunu yaptığını belirtiyor. Netanyahu çekingen Başkan Joe Biden'a karşı direndi ama kovboy Donald Trump'a boyun eğdi.
Trump anlaşma için neden bu kadar bastırdı? Bu konuda sadece spekülasyon yapılabilir ama ben onun 20 Ocak 1981'de Ronald Reagan'ın başkan olarak yemin etmesinin ardından tüm Amerikalı rehineleri taşıyan bir uçağın Tahran'dan havalandığı ve coşkulu ve muzaffer bir yemin törenine yol açtığı olaylardan ilham aldığını düşünüyorum.
Trump pazartesi günü göreve başlamadan önce, kendisine de benzer bir zafer kazandıracak bir anlaşma yapılmasını talep etti. Tahmin edilebileceği üzere, "EPİK ateşkes anlaşmasına" övgüler yağdırdı ve kendisini "Amerikalı ve İsrailli rehinelerin evlerine dönecek olmasından dolayı çok heyecanlı" olarak tanımladı.
Elbette anlık başarısının gelecekteki ağır bedellerini görmezden geldi. Anlaşma yüzlerce azılı İslamcı suçluyu serbest bırakıyor ve artık cani yöntemlerine geri dönmekte özgürler. Gazze'de Hamas yönetiminin devamını neredeyse garanti altına alıyor. Dünya çapında İslamcıların moralini yükseltiyor. Batı'nın en önde gelen Orta Doğu müttefikini küçük düşürüyor. Ayrıca Donald Trump'ın tutarsız, güvenilmez ve ego güdümlü dış politikasını da teyit etmektedir. Benjamin Netanyahu, benmerkezci başkanlık talepleriyle aşağılanan son ABD müttefiki olmayacaktır.
Bu hatayı George W. Bush'un aşırı hırsı ("Mission Accomplished/Görev Tamamlandı"), Barack Obama'nın sığ yenilgiciliği ("arkadan liderlik") ve Joe Biden'ın yaşlı pasifliği (Afganistan hezimeti) bağlamında ele almak, ABD dış politikasının son çeyrek yüzyılda yaşadığı karmaşayı netleştirmektedir.
Bu da kaçınılmaz bir sonuca götürüyor: Avustralya gibi müttefikler Washington'a olan bağımlılıklarını azaltmalıdır. Bu iyi bir şey olabilir. Amerikan liderliğine olan bağımlılığın azalması zihni yoğunlaştırır, kullanılmayan yetenekleri çalıştırır ve bir amaca ciddiyeti teşvik eder. Böylece Hamas-İsrail arasındaki "korkunç" ateşkesin sembolize ettiği gibi beceriksiz bir Amerika, özgür ülkeleri kendi geleceklerini belirleme konusunda daha aktif olmaya iter.
Bay Pipes (DanielPipes.org, @DanielPipes) Orta Doğu Forumun'nun başkanı yakın zamanda yayınlanan Israel Victory: How Zionists Win Acceptance and Palestinians Get Liberated (Wicked Son) isimli kitabın yazarıdır. © 2025 Daniel Pipes. Tüm hakları saklıdır.