Filistinliler yanlış yoldalar ve dış dünya onlardan daha iyisini talep edene kadar da bu yanlış yolda ilerlemeye devam edecekler.
Her yıl ya da iki yılda bir akıl almaz komplo teorileri (aralarında en tercih edileni: Kudüs'teki Al Aksa camii tehdit altında) üreten Filistinli siyasi ve dini liderlerin tahrik ettiği şiddet kampanyalarının haberleri gelmekte. Bu kampanyaları da İsraillilere yönelik gerekçesiz şiddet gayretleri takip etmekte: Gazze'den roket saldırıları, İsrail'in ele geçirdiği bölgelerde arabalara toslamalar, Batı Şeria'da taşlamalar, Kudüs'te sokakta bıçaklamalar. Sonunda bu nöbetler çok uzak olmayan bir zaman sonra tekrardan ortaya çıkmak üzere yavaşça ortadan kaybolmaktalar.
Doğru, bu şiddet nöbetleri Filistinlilere bazı kazanımlar sağlamakta; Filistinliler Birleşmiş Milletler'de, fakülte salonlarında ve Batı kentlerinin sokaklarında İsrail karşıtı desteği kazanmaktadırlar. Ancak her bir raunt Filistinliler açısındab ölü ve yaralılar, tahrip edilmiş binalar ve lime lime edilmiş bir ekonomi anlamında çok daha kötü bir noktada son bulmaktadır.
Dahası, Filistinlilerin ahlaksız ve barbarca eylemleri muhtemel tavizleri ve uzlaşmayı çok daha az olası hale getirerek İsrail'in görüşünü de sertleştirmesine neden olmaktadır. Yirmi yıl önceki şen "barış için ortak" ve "Yeni Orta Doğu" İsrail umutları uzun zaman önce yerini onay arama umutsuzluğuna bıraktı. Sonuç olarak, ilerisi için giderek işbirliğine değil ayrılmaya inanan İsraillileri korumak için her yerde hatta Kudüs'te bile güvenlik çitleri dikiliyor
Filistinliler için daha yeni yaptığı gibi bu ya da şu nedenle UNESCO'nun İsrail'i kınamasını izlemek keyif verici olabilir ama UNESCO'nun eylemleri uyuşmazlık çözümünde ileriye doğru pratik bir adım atmaktan ziyade bir tiyatro işlevi görmektedir.
Kendi kendini baltalayıcı taktiklerde bu kadar ısrar etmek neden kaynaklanmaktadır?
Bu neredeyse bir asır öncesine, yeni ufuklar açan 1920-21 yıllarına kadar gitmektedir. 1920 Nisan'ında Siyonistlere bir jest olarak İngiliz hükümeti "Filistin" olarak adlandırılan bölgeyi "Yahudi milletinin ulusal yurdu" olarak düzenledi; ondan sonra da 1921 Mayıs'ında sonuçları bugün hala etkisini gösteren korkunç bir karar alarak Emin el-Hüseyni'yi (1895-1974) Kudüs müftüsü olarak atadı.
Hüseyni Yahudilere karşı korkunç bir düşmanlık besliyordu; Klaus Gensicke'nin 2007 yılındaki önemli çalışması The Mufti of Jerusalem and the Nazis/Kudüs Müftüsü ve Naziler'de belirttiği gibi Hüseyni'nin "Yahudilere karşı nefreti merhamet tanımıyordu ve ne zaman bazı Yahudilerin yok edilmekten kurtulacaklarından korksa daima özel bir gayretle müdahale ediyordu." Bu sonu hazırlamak amacıyla uzlaşmacı olmayan bir redcilik kampanyası başlattı—niyet Filistin'deki her Yahudi kalıntısını ortadan kaldırmaktı—ve bu kokuşmuş son için akla gelen her taktiği kullandı.
Örneğin, kendisi büyük ölçüde bölgede Holokost'un inkarını ve Siyon Liderlerinin Protokolleri isimli antisemitik sahte kan iftirasını yaydığı için Orta Doğu'daki antisemitizm hastalığından sorumlu kişi olarak görülebilir. Miras bıraktığı diğer şeyler arasında Kudüs'ü bugün hala devam eden bir parlama noktası yapması, Orta Doğu'yu etkileyen antisemittik komplo teorilerini yayması ve İslamcılara cihat çağrısı yapan ilk kişi olması da vardır.
1936-39 yıllarındaki üç yıllık ayaklanma da dahil olmak üzere İngilizlere ve Yahudilere yönelik nedensiz şiddeti cesaretlendirdi ve organize etti. Ondan sonra 1941-45 yıllarında savaş boyunca Almanya'da yaşarken yararlı biri olduğunu kanıtlayarak Hitler'in onu dinlemesini sağladı ve Nazilerle beraber çalıştı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun 20 Ekim'de doğru bir şekilde dikkat çektiği üzere bu bir nezaket ziyareti değildi, Hüseyni en sonunda altı milyon Yahudi'nin öldürülmesine yol açan Son Çözümün formüle edilmesinde merkezi bir role sahipti.
Hüseyni ardından genç bir akrabası olan Yaser Arafat'ı eğitti ve Arafat müftünün programını büyük bir sadakatle 35 yıl boyunca uyguladı, ardından da sadık bürokrat Mahmut Abbas bu mirası hayatta tuttu. Diğer bir deyişle, Hüseyni'nin redciliği Filistin Yönetimi'ne hala hakimdir. Buna ek olarak, savaş sonrası yıllarını redciliğinin damgasının taşıyan Hamas'ın yan ürünü olan Müslüman Kardeşleri etkilediği Mısır'da geçirdi. Böylece iki temel Filistin hareketi onun kanlı ve kendi kendini baltalayıcı yöntemlerini hala sürdürmektedirler.
Ancak Filistinliler Hüseyni'nin bu karanlık miras bulutundan kendilerini kurtardıkları zaman kavga etmek yerine İsrail ile beraber çalışmaya başlayabilir, İsrail'inkini yok etmek yerine kendi yönetim biçimlerini, toplumlarını, ekonomi ve kültürlerini inşa edebilir ve nihilistik bir güç yerine pozitif bir güç haline gelebilirler.
Peki bu nasıl olacak? Eğer UNESCO tarafından sembolize edilen dış dünya Filistinlilerin berbat davranışlarını cesaretlendirmeye ve Filistin'e karşı İsrail savunmasını engellemeye bir son verirse. Ne zaman Filistinliler öldürücü tutumları için ödüllendirilmeyeceklerini fark eder, şiddet kampanyasına bir son verir ve Yahudi devletini kabul etmeye başlarlarsa.
Sayın Pipes (DanielPipes.org, @DanielPipes) Orta Doğu Forumu başkanıdır. © 2015 Daniel Pipes. Tüm hakları saklıdır.