Paris'te 27 masum insanın cihatçı bir çete tarafından öldürülmesi Fransızları bir kez daha şok etti ve de yeni bir dayanışma, iç hesaplaşma ve öfke turuna neden oldu. Ancak neticede Batılılara yönelik İslamcı şiddet iki soruya indirgenmektedir: Bu son vahşet kamuoyunu nasıl değiştirecek? Ve sistemi gerçeği inkar etmesi için daha ne kadar teşvik edecek?
Bu soruların işaret ettiği gibi, kamuoyu ve uzmanlar zıt yönlerde ilerlemekte, birincisi sağa, ikincisi sola doğru gitmektedir. Sonunda var olan bu uyuşmazlık bu gibi olayların siyaset üzerindeki etkisini fazlasıyla azaltmaktadır.
Ölümlerin sayısı yeterince büyük olduğunda kamuoyu İslam ve özellikle İslamcılık karşıtı bir yöne doğru ilerlemektedir. 11 Eylül'de 3,000 kişinin ölümüyle sonuçlanan Amerika'daki saldırı şu ana kadar en büyük ölüm oranına sahip olay olarak durmakta ama pek çok diğer ülke de kendine düşen bedeli ödedi—Avusturalya'da Bali bombalaması, İspanya'da tren yolu bombalaması, Rusya'da Beslan okul katliamı, İngiltere'de ulaşımın bombalaması.
Söz konusu olan sadece kuru kuruya sayılar değil. Diğer faktörler de bir saldırıyı siyasi anlamda toplu katliamla neredeyse eşdeğer hale getirerek saldırının etkisini ikiye katlayabilir: (1) Hollanda'da Theo Van Gogh'a ve Fransa'da Charlie Hebdo ofisine yapılan saldırılar gibi saldırılar bunların en bilinenleri arasındadır. (2) Kurbanın askerlik ya da polislik gibi mesleki bir statüye sahip olması. (3) Yüksek profile sahip durumlar, Boston Maraton bombalaması gibi.
11 Eylül'den beri küresel anlamda İslam ile bağlantılı olan 27,000 ya da her gün 5'ten fazla (bu rakamlar TheReligionOfPeace.com tarafından hesaplandı) saldırılara ek olarak Orta Doğu'dan gelen yasadışı göçteki büyük artış son zamanlarda savunmasızlık ve korku duygularını şiddetlendirdi. Tek bir kişinin bile "İslamcılık konusunda endişeliydim ama artık değilim" dediğinin duyulmadığı tek yönlü bir yol bu.
Bu olgular çok daha fazla sayıda Batılıyı İslam ve minareler dikilmesinden kadın sünnetine kadar pek çok ilgili konuda endişelendiriyor. Genel olarak, sağa doğru amansız bir gidişat başlamış durumda. Avrupalı tutumlar araştırması yüzde 60-70 oranında seçmenin bu endişeleri ifade ettiğini gösteriyor. Hollandalı Geert Wilders gibi popülist bireyler ve İsveç Demokratları gibi partiler anketlerde yükseliyorlar.
Ancak iş Kurulu Sisteme gelince—politikacılar, polis, basın ve akademisyenler—bu amansız şiddet aksi bir etkiye sahip. Saldırıları yorumlamakla görevli olanlar kamunun önünde kısmen aksini söylemenin çok daha fazla soruna yol açacağı endişesiyle İslam'ın şiddette her hangi bir rolü olmadığını iddia etmek zorunda bırakıldıkları inkarcı bir balonun içinde yaşamaktadırlar (özelde ne söyledikleri ayrı bir konu).
Bu 4'lü uzmanlar grubu yüzsüzce sadece Müslümanları etkiliyor gibi görünen ve onları gelişigüzel bir şekilde barbarca şiddet eylemleri yapmaya iten gizemli "şiddet içeren aşırılık" virüs fikrini uydurmaktadırlar. Politikacıların yaptığı akla hayale sığmaz pek çok açıklama arasında benim tüm zamanlardaki en favorim Vermont valisi Howard Dean'in Charlie Hebdo cihatçıları ile ilgili söylediğidir: "Ben ne kadar Müslümansam onlar da o kadar Müslüman."
Sağduyuya yapılan bu saygısızlık her bir vahşet eyleminden sonra ayakta kalmayı başardı ve ben Paris katliamına da dayanacağını öngörüyorum. Ancak gerçekten büyük bir kayıp, belki de yüz binlercesi bu uzmanları son derece kökleşmiş olan pek çok saldırıdaki İslamcı elementleri inkar etme eğiliminden vazgeçmeye zorlayacaktır.
Bu eğilim, görüşleri politika üzerinde ihmal edilebilir bir etkiye sahip sıradan seçmenin korkularının görülmesini engelleme gibi çok önemli bir sonuca sahiptir. Şeriat, tecavüz çeteleri, egzotik hastalıklar ve toplu katliamlar ile ilgili endişeler, sanki gerçek sorunlar yaftalamalarla çözümlenebilirmiş gibi "ırkçılık" ve "İslamofobi" suçlamalarıyla reddedilmektedir.
Daha da şaşırtıcısı, uzmanlar toplumun sağa doğru kayışına sola doğru kayarak, Orta Doğu'dan daha fazla göçü cesaretlendirerek, İslam'a yönelik eleştirileri daha çok "nefret söylemi" kodu olarak nitelendirerek ve İslamcılara çok daha fazla koruma sağlayarak cevap vermektedirler. Bu eğilim sadece Sol'un Kurulu Sistem şahsiyetlerini değil hatta çok daha çarpıcı bir biçimde Sağ'ın şahsiyetlerini de (Almanya'nın Angela Merkel'i gibi) etkilemektedir; sadece Macaristan'ın Viktor Orbán'ı gibi Doğu Avrupalı liderler kendilerine gerçek sorunlar üzerinde dürüstçe konuşma serbestisi vermektedirler.
Sonunda, seçmenler belki on sene sonra ve olması gerektiği şekilde demokratik yollardan daha zayıf bir şekilde ama kesinlikle seslerini duyuracaklar.
Paris'teki ölümcül saldırıyı bu bağlama yerleştirirsek: büyük olasılıkla Avrupa kamuoyu ciddi anlamda belirli bir yöne giderken, Sistem politikaları oldukça zıt bir yönde ilerleyecek, böylece Paris tamamen sınırlı bir etkiye sahip olacak.
Sayın Pipes (DanielPipes.org, @DanielPipes) Orta Doğu Forumu başkanıdır. © 2015 Daniel Pipes. Tüm hakları saklıdır.