"Neden İsveç Avrupa'nın Kuzey Kore'si oldu?" Bu 2014 yılında katıldığım bir konferansta bir Danimarkalının yarı şaka biçimde İsveçli karikatürist Lars Vilks'e sorduğu soruydu. Vilks İsveçlilerin fikir birliğine olan düşkünlükleri konusunda ikna olmayan bir biçimde homurdandı.
Şimdi, Polonyalı felsefe profesörü ve önde gelen politikacı Ryszard Legutko daha iyi bir yanıtla gelmiş durumda. Teresa Adelson tarafından çevrilen kitabı, The Demon in Democracy: Totalitarian Temptations in Free Societies/Demokraside Kötülük: Özgür Toplumlarda Totaliter Baştan Çıkarıcılar (Encounter), Sovyet tarzı komünizm ile İsveç, Avrupa Birliği ya da Barack Obama'nın tanımladığı modern liberalizm arasındaki önemli benzerlikleri metodik olarak gösteriyor.
(Ancak argümanın geçmeden önce bir şeyi açıklayalım: Legutko çok karmaşık bulduğum bir terim olan liberal demokrasiyi tartışıyor. O yüzden ben burada liberalizm terimini kullanacağım.)
Legutko'nun iki ideolojinin benzer olduğu söylemesi bir kenara, liberalizmin gaddarlıkta komünizme benzediğini iddia etmiyor; birincisinin demokratik ve ikincisinin acımasızca zalim olduğunu tamamıyla kabul ediyor. Ancak, bu karşıtlığı tanıdıktan sonra, ikisinin ortak noktasının ne olduğuna dair daha keskin bir konuya giriyor.
Legutko bu benzerlikleri ilk olarak 1970'lerde liberallerin komünistleri anti-komünistlere nasıl tercih ettiğini gördüğü Batıyı ziyaret ettiğinde farkına vardı; daha sonra Sovyet Bloğunun yıkılması ile liberallerin sıcak bir şekilde anti-komünistleri değil komünistleri bağırlarına bastığını gördü. Neden öyle oldu?
Çünkü Legutko liberalizmin komünizmle vatandaşı kalkındırmak, modernleştirmek ve onu üstün bir varlık haline getirme dürtüsüne dönüşen çözümler bulma konusunda rasyonel zihinlere olan güçlü inancı paylaştığını savunuyor. Buna göre, her iki ideoloji de cinsellik, aile, din, spor, eğlence ve sanat da dahil olmak üzere hayatın her yönünü siyasallaştırıyor ve böylelikle yozlaştırıyor. (İşte sinsi ama ölümcül derecede ciddi bir soru: hangisi daha berbat bir sanat, komünist ya da liberal, Stalin'inki ya da Venedik Bienali'nki mi?)
Her ikisi de hiçbir muhalifin sorun yaratmadığı büyük ölçüde birbiriyle değiştirilebilir bir nüfus amaçlayarak üyelerinin birbirinden "kelimelerde, düşüncelerde ve eylemlerde ayırt edilemez" olduğu bir toplum yaratmak için sosyal mühendislik ile uğraşıyorlar. Her biri kendi vizyonunun insanlık için en büyük umudu oluşturduğunu ve insanlığın evriminin son aşaması olan tarihin sonunu temsil ettiğini ilgi çekici bir şekilde varsayıyor.
Sorun şu ki, insanlığı geliştirmeye yönelik bu gibi büyük planlar kaçınılmaz olarak ciddi bir hayal kırıklığına yol açıyor; ortaya çıkan o ki, insanlar hayalperestlerin istediğinden çok daha inatçı ve çok daha az uysallar. Kötüye giden işlerin (örneğin, komünistler için gıda üretimi ve liberaller için serbest göç) peşisıra iki kötü sonuç geliyor.
İlk olarak, ideologlar gayretli bir şekilde isteksiz deneklere empoze etmeye çalıştıkları fanteziye dönüyorlar. Komünistler kullarını kapitalist ülkelerde yaşayan zavallılardan çok daha fazla refah içinde olacaklarına ikna etmek için muazzam çabalar gösteriyorlar; liberaller iki cinsiyeti 71 cinsiyete dönüştürüyorlar ya da göçmen suçlarını ortadan kaldırıyorlar. Projelerinde işler ciddi anlamda ters gittiğinde her iki ideoloji de duruma önermelerini yeniden gözden geçirerek değil mantıksızca çok daha saf bir komünizm ya da liberalizm uygulaması talep ederek yanıt veriyorlar. Büyük ölçüde komplo teorilerine güveniyorlar: komünistler kapitalistleri ve liberaller şirketleri suçluyorlar—örneğin San Francisco'da Amerika'nın en çok mülk suçu işlenmesini ya da serserilik salgınından dolayı "Seattle'ın Ölümünü" örtbas edilmesi.
İkincisi, muhalifler kaçınılmaz olarak ortay çıkınca, komünistler ve liberaller onların fikirlerini bastırmak için gerekli olan şeyleri yapıyorlar. Daha başka bir deyişle, her ikisi de Legutko'nun belirttiği gibi, cahil nüfuslarını "özgürlüğe" zorlamaya hazırlar. Bu da tabii ki, ifade özgürlüğünü kontrol etme ve hatta bastırma anlamına geliyor. Komünistlerin durumunda hükümetin sansür büroları sosyalizm hakkındaki olumsuz her şeyi dışlıyor, üsteleyen herkes için korkunç sonuçlar doğuyor.
Liberallerin durumunda internet sağlayıcıları, sosyal medya devleri, okullar, bankalar, yolculuk paylaşım merkezleri, oteller ve gemi turu şirketleri nefret konuşmaları yapan itibarsızlaştırma eleştirmenlerinin kirli işlerini yapıyorlar, bu da saldırganca sadece iki cinsiyet olduğunu iddia etme anlamına geliyor. Tabii ki, İslam tehlikeli bir konu: Muhammed'in sübyancı olup olmadığını merak eden biri cezalandırılabilir ya da bir karikatür için hapse girebilir. Sonuç? Almanya'da vatandaşların yalnızca yüzde 19'u kamuya açık ortamda fikirlerini özgürce konuşabileceklerini hissediyorlar.
Legutko muhafazakârlar için bir plan sunmuyor ama analizi muhafazakârların dikkati liberalizmin baskıcı öğelerine çekerek, muhafazakârlığın muhteşem özgürlüğünü kutlayarak ve İsveç gibi ülkeleri uçurumdan döndürmeyi amaçlayan büyük girişimler için örgütlenerek kendi argümanlarına dayanmaları gerektiğini ima ediyor. Eğer 62 milyon vatandaşını öldüren ve ICBM'leri [Kıtalararası Balistik Füze] ile tüm insanlığı tehdit eden Sovyetler Birliği içeriye doğru patlamaya kışkırtılabilseydi Legutko'nun sağladığı öngörü ve ilham ile kesinlikle liberalizmin kaleleri zincirlerinden kurtarılabilirdi.
Sayın Pipes (DanielPipes.org, @DanielPipes) Orta Doğu Forumu başkanıdır. © 2019 Daniel Pipes. Tüm hakları saklıdır.