Yazarın notu: Bu çalışmadan 1983 tarihinde "çıkacak" olan In the Path of God: Islam and Political Power (New York: Basic), sayfa 348, dipnot 47, isimli kitabımda bahsedilmişti. Bitirmek 38 yıl sürdü, ama artık burada ama farklı bir alt başlıkla.
Bölüm I Middle East Quarterly dergisinin Kış 2021 ve Bölüm II Bahar 2021 sayısında yayınlandı.
Bölüm II'in çevirisi için buraya tıklayın.
Bölüm I: Premodern
13 Temmuz 634'de, Muhammed'in ölümünden sadece iki yıl sonra yapılan bir sohbette yaşlı bir adama "inançsız Sarazenler arasında ortaya çıkan peygamber" ile ilgili ne düşündüğü soruldu. Yaşlı adam Muhammed "bir sahtekârdır. Peygamberler kılıç ve savaş arabasıyla mı gelir?" yanıtını verdi. Başka biri yaşlı adamın fikrine "sözde peygamberden gelen şey hakikat değil sadece katliamdır" diyerek katıldı. Birkaç ay sonra Kudüs patriği 634 yılının Noel arifesinde verdiği bir vaazda Müslümanları "katliam ve yıkımla tehdit eden dinsiz Sarazenler balçığı" olarak nitelendirdi.[1]
Böylece, Müslümanlara yönelik Hıristiyan tepkisi talihsizce dini tutkuların en yüksek ve yeni etkilere açıklığın en düşük olduğu bir anda başladı. Bu düşmanca yanıt sonraki milenyum olan 634-1700 boyunca büyük ölçüde değişmeden kaldı. Ancak son üç yüzyılda tutumlar bu eski düşmanlığı şaşırtıcı derecede farklı bir şeyle karıştırarak değişti.
Aşağıdaki sayfalar milenyum boyunca İslam'a ve Müslümanlara karşı Hıristiyanların tepkilerini özetlemektedir. Avrupa[2] neden bu kadar uzun süredir Müslümanları olumsuz görüyordu? Bölüm II bunun neden kısmen değiştiğini ve mevcut durumun ne olduğunu sorgulayacak.
Askeri – Avrupa Dışında
Askeri ve dini olmak üzere iki zorluk Avrupa'nın Müslümanlara karşı ilk ve kalıcı düşmanlığını açıklıyor. Müslümanlar 1700'den önce Hıristiyan aleminin çoğunu fethetmekle ve kontrollerine direnenleri tehdit etmekle kalmadılar, aynı zamanda müstesna bir dini meydan okuma sergilediler. Bu kombinasyon onlara eşsiz bir rol verdi.
Dünyadaki "en eski sınır bölgesi" denilen şey[3] Müslümanların Hıristiyanlara karşı kazandığı askeri zaferlerle açıldı. Muhammed'in 632'de ölümünden iki yıl sonra, Müslümanlar Bizans topraklarına, Arabistan'ın kuzeyine akın etmeye başladı; sadece seksen-iki yıl sonra, Pireneler'den Orta Asya'ya uzanan toprakları fethetmişlerdi. İran ve Irak'ta yaşayan pek çok Hıristiyan gibi, Suriye, Mısır, Nübye, Kuzey Afrika ve İspanya'da dahil olmak üzere Müslüman kontrolü altına giren pek çok bölgede Hıristiyanlar nüfusun çoğunluğunu oluşturuyorlardı. Aslında, bir yüzyıldan az bir sürede Avrupa dışındaki ve Anadolu dışındaki Hıristiyan aleminin neredeyse tamamı birdenbire Müslümanların Dar-ül İslam (Müslüman hükümranlar tarafından kontrol edilen bölgeler) dediği şeye dahil oldu.
Tek bir istisna dışında ilk Arap saldırısından kurtulan Avrupa dışındaki birkaç bölge sonunda Müslüman fetihlerine yenildi. Bizans'ın başkenti ve Doğu Avrupa'ya açılan kapı olan Konstantinopolis 654'de bir deniz seferiyle başlayan Müslüman saldırılarına sekiz yüzyıl boyunca direndi. Sonunda Hıristiyan tarihinin en karanlık ve yankı getiren tarihlerinden birinde 29 Mayıs 1453'de Osmanlı Türklerine yenik düştü. Bizans Anadolu'da dört yüzyıldan fazla 653-1071 boyunca sağlam bir şekilde ayakta kaldı ama nihayet 1461'de Türkler son Yunan krallığının topraklarını istila ettiler. Ermeniler Müslüman egemenliğinin altına 666'da düştüler ve daha sonra da 885-1375 arasındaki uzun bir dönem hariç Müslüman boyunduruğu altında kaldılar. Aynı şekilde Gürcüler de Müslüman egemenliğine 654'de girdiler, bir süre orta çağ canlanışının keyfini sürdüler ve on-altıncı yüzyılda yeniden Müslüman iktidarın kontrolü altına girdiler. Suriye'nin ovalarında yaşayan pek çok Maruni Hıristiyan İslamcı dönemin büyük bir dönemi boyunca bağımsızlıklarını sürdürdükleri Lübnan'ın dağlarına çıkarak Müslüman egemenliğinden kaçtı ama nihayetinde Osmanlıların eline düştüler. Sudan'daki Dongola 1350'ye ve yakınlarındaki Alwa 1504'e kadar sürdü.
Sadece Etiyopya'daki Hıristiyan krallığı Müslümanların toprak arayışına direnerek Avrupa dışında hayatta kalan en eski benzersiz Hıristiyan toprağı oldu. Ancak o da cihada (Müslümanların gayrimüslimlere karşı savaşı) boyun eğecekti ama tarihçi Elaine Sanceu'nun söylediği gibi, küçük bir Portekizli birliğin kendi adına yaptığı "mucizevi demenin yanlış olmadığı" müdahaleden sonra.[4] Gerçekten de neredeyse mucizeviydi ,1529-43 yıllarının Ahmad Gran liderliğindeki Müslüman saldırısı eski Hıristiyan krallığını istila edecekti ama 1541'de 200 Etiyopyalı ile birlikte 350 Portekizli topçu ve piyade 15,000 okçu, 1,500 atlı ve 200 Türk arkebüzcü karşısında galip gelecekti.
Bu Hıristiyan toprakları—Avrupa dışındaki—nüfusun çoğunluğuna, temel kurumlara ve kültürel merkezlere sahip Levent ve Kuzey Afrika'nın Hıristiyanlığın kalbi olduğu bir dönemde kaybedildi. Müslüman hükümranlık doğu Hıristiyanlığının üstünlüğünü yok etti ve kiliselerinin gücünü kırıp geçirdi. Beş patriklikten dördü (İskenderiye, Antakya, Konstantinopolis, Kudüs) Müslüman egemenliğine geçince otonomlarının ve nüfuzlarının önemli bir bölümünü yitirdiler. Norman Daniel Batı Avrupalıların Hıristiyan alemini "en iyi vilayetlerinin üçte birinin İslam'ın yükselişi sırasında soyulmuş olan tek bir ulus" ve daha sonra daha fazlası olarak gördüklerini yazar.[5] Avrupa yetim bırakılmıştır.
Askeri – Avrupa
Akdeniz'deki Avrupa'ya yakın her büyük ada Müslüman egemenliğinin altına girdi. Bu süre Sardunya'da birkaç aydan Kıbrıs'ta altı yüz yıldan daha fazlasına kadar değişiyordu. Müslümanlar 903'den 1228'e kadar Balear Adaları'nda hüküm sürdüler ve bu tarihlerden yüzlerce yıl önce ve sonra adalara akınlar düzenlediler. Korsika'yı 814'den onuncu yüzyılın başlarına, Girit'i 8126-961 ve 1669-1897, Kıbrıs'ı 649-965 ve 1573-1878, Malta'yı 869-1091, Rodos'u 653-58'de ve 717-18'de kısa bir dönem ardından 1522-1912, Sardunya'yı 1015-16 ve Sicilya'yı 827'den (965'den önce adanın sadece bazı kısımları Müslüman kontrolünün altındaydı) 1091'e kadar yönettiler.
Anakara Avrupa'ya gelince, eski ve erken orta çağ dönemlerindeki dalga-dalga işgalci saldırılarına uğradı. Keltler, Gotlar, Macarlar ve Vikingler gibi Müslüman olmayan halkların saldırıları tek istisna olan Moğolların 1240-41'de doğu Avrupa'yı işgalleri hariç, 955'de sona erdi. Buna karşılık Müslümanlar 1700'e yani neredeyse sekiz yüzyıl daha saldırmaya devam ettiler. Bu nedenle Moğollar dışında (çoğu İslam dinine geçti, o yüzden onlar da neredeyse aynı modele uyuyorlardı) Avrupa'ya 955'den sonra yapılan saldırılar ezici bir çoğunlukla Müslümanlardan geldi.
Cihad iki temel dalga halinde geldi: batıda sekizinci yüzyıldan onuncu yüzyıla kadar Arap seferleri ve doğuda on-dördüncü yüzyıldan on-yedinci yüzyıla kadar Türk seferleri. (Müslüman kontrolünün Girit, Kıbrıs ve Rodos'taki iki dönemi bu çifte saldırıyı yansıtıyor.)
Avrupa anakarasında Hıristiyanlar genellikle Müslüman saldırısına yenik düştüler. Araplar 711 ve 717'da İspanya'yı fethettiler ve oradaki Hıristiyan Vizigot krallığını yok ettiler, Galya'ya ilerlediler ve 732'de Paris'in 320 kilometre güneybatısındaki Poitiers'e kadar ulaştılar. Edward Gibbon'un mükemmel bir şekilde tahmin ettiği gibi, Frenklerin Poiters'deki zaferi olmasaydı,
Belki de şimdi Oxford okullarında Kuran'ın yorumu öğretilecekti ve kürsüleri sünnetli insanlara Muhammed'in vahyinin kutsallığı ve doğruluğunu gösterecekti.[6]
Arapların İberya dışında sağlam bir üs kurmayı başaramamasına rağmen akınları dokuzuncu ve onuncu yüzyıl Avrupa'sının pek çok yerinde hayatın mutsuz bir gerçeği haline geldi. Dikkate değer bir sefer Müslüman akıncıları 846'da Aziz Petrus papalık kilisesine saldırdıkları Roma'nın banliyölerine getirdi. Bu saldırıdan sonra papayı korumak için etrafında—Müslüman mahkumlar tarafından sağlanan işçilik ile—sonunda sınırları içinde bağımsız Vatikan devletinin kurulmasına yol açacak bir duvar inşa edildi. İtalya bir seferinde kısa bir süre için (853-71) bağımsız ve küçük (İtalya'nın topuğuna yakın Bari'de) bir Müslüman emirliğe ev sahipliği yaptı.
Arap akıncıları 889'da Côte d'Azur'da St. Tropez'e yakın Fraxinetum (şimdiki adı Garde-Frainet) kentini ele geçirdiler ve neredeyse yarım yüzyıl boyunca oraya hükmettiler, oradan Rhône Vadisi'nde dolaşıp İsviçre'ye ulaştılar. Bir keresinde 954 yılında Fraxinetum'dan Müslümanlar bugünün İsveç-Alman sınırında bulunan Constance Gölü kıyısındaki St. Gallen manastırını yağmaladılar. 920'lerde Müslüman Alplerden geçen geçitlerin çoğunluğunu kontrol ediyordular.
Arap varlığı doğudan 1000 yılı civarında bir Müslüman kolonisinin yaşadığı Atina'ya uzandı. Eski bir tapınak olan Asclepium'un yerinde bir cami inşa ettiler ve şehirde işçi olarak çalıştılar.[7] Bu akınların bazıları hala yer isimleri ile anılıyorlar: böylece İsviçre'nin St. Moritz şehrine yakın bir kasaba olan Pontresina, adını Araplar ve Müslümanlar için kullanılan bir orta çağ terimi olan Latince "Pons Saracenorum" Sarazenler Köprüsü'nden alır.[8] Yerel halkın anılarında ürkütücü ve güçlü bir şekilde kazınmış olsa da bu akınların kalıcı gücü çok azdı; gerçekten de İspanya'yı aldıktan sonraki yüzyıllar boyunca Müslümanlar Avrupa'da kalıcı bir ilerleme kaydetmediler.
İkinci fetih dalgası 1356'da Osmanlı Türklerinin Boğaziçi'ni geçip Bizanslılardan Gelibolu'yu almasıyla başladı. Sonraki birkaç yüzyıl boyunca Osmanlılar Yunanistan'ı ve neredeyse Balkan bölgesinin tümünü ele geçirdiler, bu da birçok yer adıyla anılan bir gerçektir: Örneğin, Balkan Türkçe dilinde dağ demektir. Yunanlılar, Sırplar ve Macarlar da dahil olmak üzere Hıristiyan halkın çoğunluğu Müslüman kimliğinin buyruğu altına girdi. Osmanlının ilerleyişi 1529 ve 1683'de iki başarısız Viyana kuşatmasıyla zirveye ulaştı.
Yunanistan'ı Osmanlı yönetiminden kurtarmak çabalarının bir parçası olarak Avrupalı paralı askerlerin koalisyonundan oluşan bir ordu Türklerin depo olarak kullandığı Parthenon'u bombaladılar ve Eylül 1687'de aldığı tam isabet ve arkasından gelen yangın yapıyı bugün bilinen yıkıntı haliyle bıraktı. (Patlama aynı zamanda Türkleri teslim olmaya da zorladı.)
Türk gücü Balkanların ötesine de ulaştı: Kuzeyde, Osmanlılar Polonya'nın Podolia bölgesini 1672'den 1699'a kadar ellerinde tuttular, doğuda, bağımsız bir Müslüman hanedan Kırım'ı 1475'den 1774'e kadar yönetti ve batıda, İtalya'nın Otranto bölgesini 1480-81 arasında kısa bir süreliğine ele geçirdiler. Müslüman deniz gücü hemen hemen her kıyıya ulaşabiliyordu: Türk Kız Kaçırmaları olarak bilinen olağanüstü bir olayda, biri Fas diğeri Cezayir'den olan iki grup Berberi korsanı 1627'de İzlanda'ya ayak bastı ve yüzlerce insanı kendi ülkelerinde esir olarak satmak için ele geçirdi. Bu ilerlemelerden pek bir sonuç gelmemiş olsa da işler farklı şekilde sonuçlanabilirdi. Osmanlı'nın iç sıkıntıları yüzünden vazgeçilen bir İtalyan saldırısını düşünün, Bernard Lewis'in işaret ettiği gibi, bunun çok büyük sonuçları olabilirdi.
Birkaç yıl sonra 1494-95 arasında Fransa'nın İtalyan devletlerini birbiri ardına neredeyse hiçbir direniş olmadan kolaylıkla fethetmesi Türklerin planlarında ısrar ettikleri takdirde İtalya'nın çoğunu ya da tamamını gereksiz zorluk çekmeden fethedebileceklerini gösteriyor. Rönesans'ın daha yeni başladığı 1480'de İtalya'nın Türkler tarafından fethi dünya tarihini değiştirecekti.[9]
Kıta Avrupası'nın tamamına bakıldığında, Müslümanlar modern Portekiz, İspanya, Macaristan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Kuzey Makedonya, Kosova, Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Beyaz Rusya ve Moldova devletlerinin bazen çoğunu ya da tamamının kontrol ettiler. Buna ek olarak Fransa, İsviçre, İtalya, Avusturya, Polonya, Litvanya, Slovakya, Slovenya ve Ukrayna'nın bazı bölgelerine hükmettiler.
Bu yaygın Müslüman varlığı Hıristiyanların 722'de İspanya'nın Reconquista [yeniden fetih] çabalarından Arnavutluk'un 1912'de bağımsızlık savaşına kadar on-iki yüzyıldan daha fazla bir süre boyunca Müslümanlara karşı bağımsızlıklarını tekrar-tekrar kazandıkları anlamına geliyor. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Müslümanlar önde gelen bir düşman olarak görülüyorlardı ve ulusal kimlikler güney Avrupa'nın pek çok yerinde, özellikle Portekiz, İspanya, Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya'da, Müslümanlara karşı bir muhalefet olarak oluştu. Araplar, Sarazenler, Mağribiler, korkunç Türkler, Tatar göçmenler ve Berberi korsanlar Hıristiyan kahramanlıklarına birer set oluşturdular. Azizler (en bilineni Fransa Kralı 9.ncu Louis) itibarlarını Müslümanlara karşı çıkarak kazandılar.
Müslümanlar edebiyatta da orta çağ Ronald Destanı ve Benim Cid'imin Şarkısından modernliğin başlangıcındaki Don Kişot ve Epik Şiirlere ve modern Azizler Kampı ve Teslimiyete kadar bu rolü oynadılar.[10] Andora'nın 1921'de kabul edilen milli marşı şöyle başlıyor: "Babam büyük Şarlman beni Sarazenlerden kurtardı."
Müslümanlar olan düşmanlıklar askeri teknolojiyi teşvik etti. Örneğin, Galileo teleskopu sadece Kopernik'in güneş merkezli teorisini kanıtlamak için değil, aynı zamanda askeri istihbaratın Osmanlı donanma gemilerini çıplak göz ile iki saat önceden görmek için kullanabileceği bir "casus cam" olarak geliştirdi.[11] Müslümanlarla çevrili olmak Portekiz'in Seyir Bilimcisi Prens Henry (1394-1460) tarafından başlatılan deniz keşiflerine ilham verdi.
Müslüman halkların İspanya'dan Kuzey Afrika'dan Doğu Akdeniz'e, Orta Asya ve Sibirya'ya uzanan çeperi orta çağ Avrupası'nı doğu yarımkürenin geri kalanından ayırdı. Müslümanlar tarafından etkili bir şekilde çevrilmek Hıristiyanların görüşlerini daha da olumsuzlaştırdı. Sadece Müslümanların ötesine geçmeyi başaran birkaç Avrupalı değil, Müslüman olmayan Afrika ve Asya'dan gelen raporlar—(örneğin Marko Polo)—çoğu kez şüpheyle karşılandı.
Tarihçi Donald Lach, Müslümanlar tarafından kuşatılmış ve "İslam tehdidinin getirdiği acil sorunlarla meşgul olan Avrupa, [Müslüman olmayan] bir kara parçası gerçekliği olan Doğu'yu tamamen gözden kaçırdı" diye yazıyor.[12] Hıristiyanlar vizyonlarının ne kadar sınırlı olduğunun farkında bile olmadılar: John Meyendorff "İslam Hıristiyanları sadece küçücük kapalı bir dünyada yaşamaya mecbur etmekle kalmadı ... aynı zamanda onlara bu tür bir varoluşun normal olduğunu hissettirdi" diyor.[13] Ayrıca, Avrupalılar sıklıkla kendilerini izole ve umutsuz hissettiler. Roger Bacon'ın 1260'ların sonlarına doğru yazdığı üzere, "az sayıda Hıristiyan var; dünyanın tümü inanmayanlar tarafından işgal ediliyor ve onlara gerçeği gösterecek hiç kimse yok."[14] Avrupalılar bu klostrofobik düşmanlarla kuşatılmış olma duygusunu yaklaşık 1450 yılına kadar korudular.
Yaklaşık bin yıl boyunca, Konstantinopolis'e 654'de yapılan ilk saldırıdan 1683'de Viyana'ya yönelik ikinci saldırıya kadar, Müslümanlar Avrupa'ya en tutarlı dış zorluğu oluşturarak, Avrupalıların bir milenyumdan fazla bir süre Müslüman güç konusunda derinden endişelenmelerine yol açtı. İslamcı dini meydan okuma daha sonra bu tehdit duygusunu güçlendirdi.
Dini – Sahte bir Din, Muhammed
İslam dini Avrupalıları Müslüman ordular kadar endişelendiriyordu. İslam Hıristiyanlığa bazı benzersiz zorluklar sundu. Yanlış bir din olarak görülüyordu. İncil'i tamamlayıp onun yerine geçtiğini varsayılıyordu. Uygulanabilir ve çekici alternatif bir hayat sunuyordu. Ve diğer dinlerden daha fazla Hıristiyan din değiştirdi. Hindistan'ın önde gelen İskoç yönetici ve İslam alimi Sör William Muir 1854'de İslam "Hıristiyanlığın açık ve zorlu rakibidir" diye yazdı.[15] Wilfred Cantwell Smith de 1957'de şunu ekledi: "Karl Marx'a ve komünizmin yükselişine kadar Batı medeniyetinin tarihinde karşılaştığı karşı tek ve ciddi meydan okumayı Peygamber örgütledi ve başlattı."[16]
Orta çağ boyunca Hıristiyanlar İslam'ı sadece sahte bir din olarak değil ama aynı zamanda Hıristiyan mesajının bir çarpıtılması, kendi inançlarının bir sapkınlığı olarak gördüler. St. John the Damascene (ölüm 749) "İsmâilîlerin batıl inancını" bir Hıristiyan sapkınlığı olarak gördü.[17] Bu ruhta orta çağ Hıristiyanları Müslümanların kutsal olmayan bir üçlüğe ibadet ettiklerini hayal ettiler: Mahon (Muhammed), Tervagant ve Apollin. İslam'ı şeytanın bir simgesi, insan zayıflıklarını sömürmek için tasarlanmış öğretilerin şeytanca zeki bir karışımı olarak gördüler. Normal Daniel, kısa ve öz bir ifadeyle İslam'ın nasıl "yanlış öğretilere dayalı seksüel olarak yoz bir tiranlık" olarak temsil edildiğini açıklıyor.[18]
Dinin, güç ve cinsiyetin İslami manipülasyonu ile ilgili suçlamalar standart Avrupa repertuarının bir parçası haline geldi ve Orta Çağlar boyunca tekrar-tekrar çeşitli şekillerde ve sonsuz çeşitlilikte ortaya çıkan "şaşırtıcı bir azim gösterdi.[19] İrlandalı yazar Richard Chenevix (1774-1830) iki ciltlik milli karakter çalışmasında İslam'ın her şeytani dürtüyü yerine getirdiğini açıklıyor:
Mutlu Arabistan, Arap Vilayeti ve Büyük Arabistan'a ait çeşitli karakterlere uygun olması için [İslam] dini bu bölgeler kadar çeşitlendirilmelidir. Biri için gaddar, diğeri için şehvetli ve diğer hepsi için kibirli, lüks, heyecanlı ve vahşi olmalı. Hırsıza kafirlerin yağmalanmasını telkin etmeli; savaşçılara fetih ve imha vaazları vermeli; tembele duyuların zevkleri için izin vermeli; tüm coşkulu fanatiklerine peygamberin savunması için sıraya girmeleri koşuluyla ebedi haz dolu salt mutluluk sözü vermelidir.[20]
İslam'ın geçerli bir din olarak reddedilmesi İslam peygamberi Muhammed'in kişiliğinde odaklandı. Annemarie Schimmel, "Muhammed orta çağ Hıristiyan dünyasında diğer bütün tarihsel figürlerden daha fazla korku, tiksinme ve nefret uyandırdı" diyor.[21] Hıristiyanlar insandan daha fazlası olduğunu varsaydılar, sıradan bir ölümlü nasıl olur da takipçi kazanmak ve onları apaçık yalanlara inandırmak için böyle zekice yöntemler tasarlayabilirdi? Muhammed'in mesajı hilekarlık ve şiddeti temsil ediyordu, özellikle de hayatı (birden fazla karısı, çok eşlilik ve cariye yaptırımı) cinsel ehliyet suçlamasına neden oldu. Daniel Muhammed'in "hiçbir Müslüman'ın inkâr etmediği ve hatta inkâr etmek istemediği, dinini empoze etmek için kullandığı şiddet ve güç, zorlamadığı takipçilerine rüşvet olarak sunduğu şehvet ve umursamazlık ve son olarak, sürekli olarak kanıtlaması gereken apaçık insanlığı" nedeniyle suçlandığını gözlemler.[22]
Muhammed'e yönelik bu tutumlar Hıristiyanlığın İslam'ın temsil ettiği her şeyi reddetmesini haklı gösterdi. Muhammed bir sahtekarsa Müslümanlar nasıl samimi olabilirdi? Hıristiyanlar bu şüpheciliği kendi terminolojilerinde "Mahomet" on-altıncı yüzyılda idol anlamına gelirken, putperestlik anlamına gelen "Mahometry" kelimesi ile açıkladılar.[23]
Benzer bir şekilde, Avrupalı Hıristiyanlar İslam'a olan saygısızlıklarını Muhammed'in takipçilerine dini isimler yerine etnik isimler atayarak gösterdiler. Bernard Lewis'in belirttiği üzere "Yunanistan'da Müslümanlar Arap, Persli, Hagaren [Müslüman Arap] ve hatta Süryani olabilirlerdi; Rusya'da Tatardılar, İspanya, Mağrip ve Avrupa'nın pek çok yerinde Türk ve hem Doğu hem de Batı Hıristiyan aleminde genellikle belirsiz bir kökeni ama kesinlikle etnik anlamı olan Sarazen kelimesi ile adlandırılıyorlardı."[24]
Dini – Dönüşüm
Cazip bir kültüre sahip sofistike bir inanç getiren uygar halklar gibi, Müslümanlar Avrupa'daki yağmaya odaklanmış kabile üyeleri olan tüm diğer işgalcilerden farklıydı. Müslümanlar mülkiyeti yok etmekten daha fazlasını yaptılar, aynı zamanda Hıristiyanlığın devam eden hakimiyetine meydan okudular.
Müslüman hakimiyeti altındaki yerde yaşayan orta çağ Hıristiyanlarının çoğunluğu geri dönülmez adım attılar ve son derece değişken oranlarda olsa da siyasi efendilerinin inancı İslam'a geçtiler. Hıristiyanlar neredeyse Arabistan'da, Kuzey Afrika'da ve Anadolu'nun çoğundan neredeyse kaybolurlarken Orta Doğu'nun başka yerlerinde küçük bir azınlık olarak tutundular. Kıptiler bugün Mısır nüfusunun onda birini oluşturuyorlar, Jacobite [İngiltere kralı İkinci James yanlıları], Malakit, Nesturi ve Ortodoks toplulukların az sayıdaki kalıntıları Bereketli Hilal ülkeleri ve İran'da yaşıyorlar. Siyasi dayanışma ve erişilmez arazinin birleşimi Ermenilerin ve Lübnanlıların Hıristiyan bir çoğunluğa sahip ülkeler olarak kalmalarına izin verdi.
Orta Doğu'daki Hıristiyanların sayısı şu anda on-beş milyon civarında, çoğunluğu Mısır, Lübnan, Kıbrıs ve Suriye'de yaşıyor ve bölgenin kabaca 370 milyonluk nüfusunun yüzde 5'ten daha azını oluşturuyorlar.
Avrupa'da, Hıristiyanların İslam'a geçişi en çok İberya'da, bazı Akdeniz adalarında ve Balkanların bir kısmında meydana geldi. İspanya ve Sicilya Müslüman kültürün önemli orta çağ merkezleri bile oldular. Zaman-zaman, İspanya ve Kıbrıs [şu anda yaklaşık 150,000 yerli Türk yaşıyor) hariç tüm diğer Akdeniz adalarında olduğu gibi Hıristiyan fetihler Müslümanları bir bölgeyi tamamıyla terk etmeye zorlayabiliyordu.[25]
Müslüman iktidarı tersine çevrilebilirdi ve çevrildi de, önemsiz sayıda Müslümanlar inancını kaybettiği için ama İslam dinine geçişler çok daha azdır ve genellikle de izole olarak bireyler tarafından gerçekleşir; toplum olarak din değiştirmelerin önde gelen iki örneği—on-yedinci yüzyıl Rusya'sında Tatarlar ve 1700 civarında Lübnan'ın Sünnileri—baskı altında ve din değiştirenlerin acil fayda beklentisi ile yapıldı. Günümüzde, Avrupa'da, çoğunluğu Balkanlarda ve Türk Trakya'sında olmak üzere, on-beş milyonluk bir yerli Müslüman nüfus (geçtiğimiz yüzyıl içinde Avrupa'ya gelen göçmenler ve yakın zamanda İslam'a dönüş yapanlar hariç) yaşıyor. En yoğun konsantrasyon ve en büyük sayı (yaklaşık on milyon) İstanbul'da, daha az sayıda ise Arnavutluk, Bosna-Hersek, Kosova ve Karadağ'da bulunuyor.
Sonuç
İslam ile karşılaşma Japonlar veya Çinililer, Hindular veya Budistler, Afrikalılar veya Amerikalılar ile temastan yaklaşık sekiz yüzyıl önce meydana geldi. Gerçekten de Avrupalıların Müslümanlara yönelik görüşlerinin benzersiz düşmanca doğası 1400'lerin başından itibaren Hıristiyanların karşılaştıkları gayrimüslimlere tercihen daha iyi tepki verdikleri ve Müslümanların kalıcı bir düşman olarak daha açık bir şekilde öne çıktığı Avrupa keşiflerinin gelişi ile belirginleşti.
Orta çağ Avrupa'sının tek kalıcı rakibi olarak Müslümanlar Batı'nın tüm dış dünya ile ilişkilerini etkileyen güçlü tepkiler uyandırdılar. Gezegen biri Hıristiyan diğeri Müslüman olmak üzere iki ana bölümden oluşuyor gibiydi: bunlar kendini ve ötekini, iyi ve kötüyü temsil ediyorlardı. Tarihçi R. W. Southern göre, "İslam'ın varlığı ... orta çağ Hıristiyan aleminin an geniş kapsamlı sorunu. Bu her deneyim düzeyinde bir sorun"—pratik, teolojik ve tarihsel.[26] Müslüman faktörü orta çağ Hıristiyanlığının benlik duygusunu, yenilikçiliği, keşif yolculuklarını ve diş dünya görüşlerini etkiledi.
Daniel Pipes (DanielPipes.org, @DanielPipes) Orta Doğu Forumu'nun başkanıdır Middle East Quarterly dergisinin yayıncısıdır.
[1] Walter Emil Kaegi, Jr., "Initial Byzantine Reactions to the Arab Conquest," Church History, Haziran 1969, sayfa 139-49.
[2] Avrupa burada yaklaşık 30.uncu doğu meridyeninin batısındaki yarımada ve ona bitişik adalar olarak tanımlanıyor, bu nedenle İstanbul dışında Rusya ve Türkiye'nin büyük bir bölümü hariç tutuluyor. Bu açıklama özellikle modern öncesi Avrupa'daki Hıristiyanlara odaklanır ve daha sonra bazen Batı'yı bir bütün olarak kapsayacak şekilde genişler.
[3] Gai Eaton, Islam and the Destiny of Man (New York State University Press and Islamic Texts Society, 1985), sayfa. 2. Bu analiz İslam'ın kökenlerinin geleneksel anlatımını kabul etmektedir.
[4] Elaine Sanceau, The Land of Prester John: A Chronicle of Portuguese Exploration (New York: Alfred A. Knopf, 1944), sayfa 136.
[5] Norman Daniel, Islam and the West: The Making of an Image (Edinburgh: The University Press, 1958), sayfa 109.
[6] Edward Gibbon, The History of the Decline and Fall of the Roman Empire, cilt 3 (Londra: Everyman's Library, 1993), sayfa 469.
[7] Kenneth M. Setton, "On the Raids of the Moslems in the Aegean in the Ninth and Tenth Centuries and Their Alleged Occupation of Athens," American Journal of Archaeology, 58 (1954): 319.
[8] Manfred W. Wenner, "The Arab/Muslim Presence in Medieval Central Europe," International Journal of Middle East Studies, Ağustos. 1980, sayfa 66 (diğer isimler listesi ile).
[9] Bernard Lewis, The Muslim Discovery of Europe (New York and Londra: WW Norton, 2001), sayfa 32.
[10] Daniel Pipes, "Fransa'nın Geleceğini Kimler Yazacak?" The Washington Times, 7 Haziran 2016.
[11] Dankwart A. Rustow, "The Military Legacy," in L. Carl Brown, ed.,Imperial Legacy: The Ottoman Imprint on the Balkans and the Middle East (New York: Columbia University Press, 1996), sayfa 252-53.
[12] Donald F. Lach, Asia in the Making of Europe, vol. 1, bk. 1 (Chicago: University of Chicago Press, 1965), sayfa 22.
[13] John Meyendorff, "Byzantine Views of Islam," Dumbarton Oaks Papers, 18 (1964): 131-32.
[14] Roger Bacon, Baconiis Opens Maius Pars Septima seu Moralis Philosophia, Eugenia Massa, ed. (Turici: In aedibus Thesauri mundi, 1953), 3:122; R. W. Southern,Western Views of Islam in the Middle Ages Cambridge, Mass.: Harvard University Press, 1962), sayfa 57'de örnek gösterildi.
[15] Sir William Muir, The Mohammedan Controversy and Other Indian Articles (Edinburgh: T. and T. Clark, 1897), sayfa 2.
[16] Wilfred Cantwell Smith, Islam in Modern History (Princeton, N.J. and Oxford: Princeton University Press and Oxford University Press, 1957), sayfa 105.
[17] Modern araştırma bu yorumu yeniden tazeledi: bakınız Robert Spencer Did Muhammad Exist? An Inquiry into Islam's Obscure Origins (Wilmington, Del.: ISI Books, 2012).
[18] Norman Daniel, Islam, Europe and Empire (Edinburgh: Edinburgh University Press, 1966), sayfa 6.
[19] Southern, Western Views of Islam, sayfa 28.
[20] Richard Chenevix, An Essay upon National Character (Londra: James Duncan, 1832), vol. 1, sayfa 97.
[21] Annemarie Schimmel, And Muhammad Is His Messenger: The Veneration of the Prophet in Islamic Piety (Chapel Hill: The University of North Carolina Press, 1985), sayfa 3.
[22] Daniel, Islam and the West, sayfa 107.
[23] Oxford English Dictionary, s.v. "Mahomet" ve "Mahometry."
[24] Bernard Lewis, "Gibbon on Muhammad," Daedalus, Yaz 1976, sayfa 89.
[25] Müslümanlar Girit'te 1923'e kadar yaşadılar, o dönemde Lozan Anlaşması çerçevesinde Türkiye'ye dönmek zorundaydılar.
[26] Southern, Western Views on Islam, sayfa 2-3.