Bakınız, "'Allahsız Sarazenler Yıkımla Tehdit Ediyorlar' İslam'a ve Müslümanlığa Yönelik Modern Öncesi Hıristiyanlık Tepkileri" Middle East Quarterly, 2021 Kış ve Bahar
Bölüm I'in çevirisi orada mevcuttur.
Bölüm II: Modern
İslam'a ve Müslümanlara yönelik neredeyse kesintisiz bir milenyum süren düşmanlığın ardından[1]] Hıristiyanlığın düşmanlığı azaldı. Bir dizi büyük değişimle, Avrupa emperyalizm ve sekülarizmi asırlık fetih ve sahte doktrin korkularının üstesinden geldi. Bu süreçte Hıristiyanlar İslam'ın bir zamanlar göründüğü kadar korkunç bir dalavere olmadığının farkına vardılar. Önemli bir ölçüde Müslümanlar karşısında hayranlık, sempati ve hatta suçluluk duygusu gelişti ki, bu 1700'lerden önce neredeyse hayal bile edilemez bir şeydi. Yine de iki eski miras hala varlığını sürdürüyor ve son yarım yüzyılda özellikle İslamcılığın kabarması ve Batı'ya göçün artmasıyla yeniden canlandı.
Aşağıdaki açıklama önce çeşitli değişiklikleri ve ardından devam eden durumları inceliyor. Temel değişiklikler üç yönlüdür: Avrupalı silahların gücü, azalan dini duygular ve müttefik arayışındaki bir Sol.
Değişiklikler: Avrupa Emperyalizmi
İki olayda, modern öncesi Avrupalılar Müslümanların Hıristiyan alemine karşı fetih kampanyalarına saldırılarla karşılık verdiler. Bizans, İspanyol ve Haçlı saldırılarını Arap imparatorluğu ateşledi. Osmanlı'nın Avrupa'ya yayılımı modern Avrupa emperyalizmi ile karşılaştı. Bununla birlikte, birinci turu ikinci turdan temel bir fark ayırdı. 1248'de Fransız ve Mısır birlikleri kabaca eşit taraflar olarak karşı karşıya geldiler. Ancak, Müslümanlar arasında yüzyıllardır süren durgunluk ve gerileme ve Hıristiyanlar arasındaki gelişme 1700'den sonra Avrupalı orduların açıkça ve sürekli bir şekilde saldırıya geçtiği anlamına geliyordu. 1798'de Fransız ve Mısır orduları yeniden karşı karşıya geldiğinde denge büyük ölçüde Hıristiyanların lehine değişmişti.[2]
Osmanlı İmparatorluğu'nun Kutsal İttifak ile son derece dezavantajlı Karlofça Antlaşması'nı imzaladığı 1699 yılı, bu değişim için genel kabul gören tarihi işaret ediyor. Bu tarihten sonra Avrupalılar Müslümanlarla doğrudan doğruya karşı karşıya gelme gücüne sahiptiler, Müslümanlar bir milenyumdan daha fazla bir süredir Avrupa'yı tehdit ettikten sonra, şimdi kendilerini Avrupalıların hevesle istifade ettiği tartışmasız bir askeri üstünlükten korumak zorunda kaldılar.
Bu eşitsizlik bir buçuk yüzyıl boyunca Avrupa'nın neredeyse Müslümanların çoğunlukta olduğu bütün bölgeleri fethetmesine ve Müslüman halkların yaklaşık yüzde 95'ini bastırmasına neden oldu.[3] Fetihler 1764 yılında Doğu Hindistan Şirketi'nin Bengal'i işgal etmesiyle başladı ve Hıristiyanların Türkiye, İran, Afganistan, Arabistan ve Yemen hariç tüm Müslüman çoğunluğa sahip bölgeleri yönettikleri 1919'a kadar devam etti, (diğer Müslüman çoğunluğun olduğu bölgeler Tayland ve Çin kontrolüne girdi.) Avrupa güç dengesi ilk üç devletin bağımsız kalmasına izin verirken son ikisi Avrupa'nın emperyal hırslarına ilham verici çok az fayda sağladı.
Toplamda, on-iki modern Avrupa ve dört ağırlıklı Hıristiyan devlet Müslüman halkların olduğu deniz aşırı bölgeleri fethetti: Birleşik Krallık, Portekiz, İspanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Danimarka, İsveç, Almanya, Avusturya, İtalya, Yunanistan, Rusya, Etiyopya, Filipinler ve Amerika Birleşik Devletleri. Hırsla birbirleriyle rekabet ettiler, sık sık kendi aralarında savaştılar bu saldırıların plan ve komplo olmadan gerçekleştiğini gösterdiler.
Avrupalılar modern öncesi düzeni tepetaklak ederek Müslümanları kuşattılar, çoğu zaman Hıristiyan inancına bağladıkları bir üstünlük aşılayarak İslam hakkındaki geleneksel Hıristiyan korkularını dağıttılar. Avrupalılar yeni bulunan güçlerinden gururlandılar. Tarihçi Henry Dodwell'in sözleriyle, "artan askeri aşağılık duygusu beraberinde çok sayıda ahlaki sonuç da taşıyordu."[4] Müslümanlar artık Hıristiyan alemini yok etmeye hazır bir gücü temsil etmiyorlardı artık şimdi Hıristiyanların çoğunun gözünde Avrupa'nın yönetimine ve vesayetine muhtaç fakir, kederli ve geri kalmış halklar olarak görünüyorlardı.
Hızlı değişime dikkat edin: 1686'da Britanyalı diplomat Paul Rycaut Müslümanları "Hıristiyanlığın başının belası" adlandırdı.[5] 1807'e gelindiğinde Cambridge Üniversitesi modern Arap dili profesörü William Jones Arapları "favorim olan bir ulus" olarak nitelendirdi.[6]
Tutumdaki rahatlama dış politikada da sonuçlar doğurdu; böylece, yeni oluşan Amerika Birleşik Devletleri Berberi devletlerle yaptığı 1796 tarihli bir antlaşmada "Müslümanların yasalarına, dinlerine ya da huzurlarına yönelik hiçbir düşmanca karakteristik taşımadığını " ilan etti ve her iki taraf arasında "harmoni" çağrısında bulundu.[7] Mısır ve Sudan'daki Wilfrid Scawen ya da İran'daki Edward Granville Browne gibi muhalifler Avrupa hükümetleriyle savaşan sömürgeleştirilmiş Müslümanlara sempati duyuyorlardı.
Değişiklikler: Dini Rahatlama
Güç dengesindeki değişim Hıristiyan dindarlığının azalmasıyla eşzamanlı olarak gerçekleşti ve Muhammed, İslam ve Müslümanlar hakkında daha çeşitli ve incelikli görüşlere izin verdi. İslam'ın sözde dalavereciliğine duyulan öfke ve Müslümanların cinsel uygulamalarına yönelik kızgınlık azaldı. Hıristiyan düşmanlığının geleneksel biçimi İslam'ı Hıristiyanlıktan daha kötü görmeyen Aydınlanma entelektüelleri üzerindeki etkisini kaybetti. Gerçekten de örgütlü Hıristiyanlığa yönelik Aydınlanma husumeti bu kalıtsal düşmanın övülmesine bile yol açtı.
İronik bir şekilde, İslam ile ilgili tarihsel olarak düşük saygı şimdi peygamberini Kilise karşıtı duyguları ifade etmek için bir araca dönüştürdü. Tarihçi Thomas Carlyle Muhammed'i bir "kahraman" olarak adlandırırken[8] oyun yazarı George Bernard Shaw ona "İnsanlığın Mesih'i ... harika bir adam" ünvanını verdi.[9] Voltaire ve Napolyon Bonapart gibi bazı özgür düşünceliler Hıristiyanlık karşısında İslam'ı tercih ettiler. Bu yeni açıklık başka bazı yeniden değerlendirmelere yol açtı: Edward Lane gibi oryantalistler İslam'ı ve Müslümanları bilinçli olarak tarafsız ve nesnel bir ruhla incelediler. Louis Massignon gibi mistikler İslam inancıyla derin bir şekilde meşgul oldular. St. John Philby gibi hoşnutsuzlar bir protesto aracı olarak İslam dinine geçtiler. Kolektif ruhları Müslümanlara karşı daha az düşmanca ve heyecanlı hale gelen popüler tutumları etkiledi.
Hayali çalışmalar yeni güç ve gamsızlık duygusunu yakaladı. Çekici bir kişiliğe ve canlı bir mizah anlayışına sahip hayali bir Türk casusu—Avrupalıların şimdiye kadar bir Müslüman'dan beklemedikleri bir durum—1680-90 yılları arasındaki sekiz ciltlik Türk Casusu serisinde başrolü oynadı ve Müslüman ülkeler olumlu bir muamele kazandı. Benzer bir şekilde Montesquieu 1721'de Fransız toplumu hakkında yorum yapmak için daha önce tuhaf karşılanabilecek bir şey olarak İran'ın ev sahipliği yaptığı Farsça Mektuplar kitabında mektupları aracı olarak kullandı. Mağribi Uyanış tarzı İslami romantizmi mimarlığa taşıdı.
Avrupa konularını Türk kostümleri içinde ve Türk ortamında tasvir etme modası olan Türk hayranlığı gibi tutumlarda 1720'lerde başlayan ve on yıllarca sürecek bir değişikliğin sinyallerini verdi. Tarihçi Peter Hughes'nun yazdığı üzere "Türkiye genel olarak Çin'den daha az felsefi hayranlık uyandırırken" özel bir çekiciliğe de sahipti:
Türk tebaasının saraylara, sultanlara, doğuya özgü hamamlara vesaireye olan göndermeleri ile açıkça gösterdikleri çekicilik içinde göründükleri resimlere hafif bir zamparalık vermekteydi. ... Avrupa tarihinin bu zamanında Osmanlı İmparatorluğu artık sofistike insanlar tarafından ürkütücü hissedilmiyorlardı ve [Charles André] Van Loo'nun Büyük Türk ile hanımının tablosunda olduğu gibi mükemmel bir Avrupalı görünüşe sahip genç bir kadınla ilişkide açıkça bir etkileyicilik vardı.[10]
Değişken davranışlar ürkütücü kaygıların yerini alırken Müslüman Doğu ilk defa bir aşk ve şakacı entrikaların nesnesine dönüştü. Lord Byron ile başlayarak genç aristokratlar yeni ve daha yumuşak bir macera arayışı içinde Doğu'ya gittiler. Mekke ve Medine'yi gizlice ziyaret eden Richard Burton rağbette bir kâşif örneği oldu. Eugène Delacroix önderliğindeki Oryantalist resim akımı Orta Doğu'yu egzotik bir ışıkta tasvir ederek geniş bir popülerlik kazandı. Polonyalı asiller sözde İranlı ("Sarmatlı") kökenin göz alıcı fikirleriyle ortaya çıktılar. 1870'e gelindiğinde Müslümanlar o kadar uysal hale gelmişlerdi ki, bir grup Mason fesleri ve New York Mekke Tapınağı ile tamamladıkları Mistik Tapınak Soylularının Eski Arap Tarikatı'nı kurdular. Tapınaklılar olarak adlandırılan bu grup tarihçi Jacob S. Dorman'ın tanımlamasıyla "izleyicileri Batılılaşmış, sıradan dertlerini salıvermeye ve kaygısız, absürt Oryantalist bir gösterinin tadını çıkarmaya davet ettiler.[11]
Örneğin Binbir Gece Nikolai Rimsky-Korsakov'un senfonik süiti Şehrazat'ta favori bir fantezi kaynağı haline geldi. Johann Wolfang von Goethe gibi Alman Romantikleri yazılarına (Bat-Doğu Divanı) Orta Doğu temalarını dahil ettiler. Hatta içlerinden biri, Friedrich Rückert (Doğu Gülleri) Oryantal diller konusunda seçkin bir profesördü. Rider Haggard (O) ve Rudyard Kipling (Kim) gibi İngiliz yazarlar da bu davranış değişikliğini yansıttılar. Üretken Fransız romancı Pierre Loti (Doğu'nun Hayaleti) Türk ve Arap yaşamını romantik bir abartıya dönüştürdü.
1920'ler özellikle Birleşik Devletlerdeki beyazlar ve siyahlar arasında yoğun bir Oryantalizme tanıklık etti. Rudolp Valentino'nun başrolü oynadığı Britanyalı roman ve Amerikan filmi Şeyh Kuzey Afrikalı bir Bedevi tarafından kaçırılan, sonunda bedevinin cazibesine kapılan ve onun hareminde mutluluğu bulan bir İngiliz kızının öyküsünü anlatıyor. Film daha sonra kendi "çöl romantizmi" türünün (Çöl Çağırdığında ve Şeyth'in Oğlu gibi filmler) yanısıra popüler müzik melodilerini de ( (Arabistan Şeyhi) ortaya çıkardı. Princeton Üniversitesi'nden L. Carl Brown'ın belirttiği gibi, bu hikayelerin cazibesi "saf fantezinin lehine gerçekliğin kasıtlı reddinde" yatmaktadır.[12]
Amerikalı siyahlar bu olumlu tutumu Mağrib ve Müslümanlığı ırk ayrımcılığından kaçmanın bir pozitif bir yolu olarak görerek daha ciddi bir yönde aldılar. Noble Drew Ali ve ardından W.D. Fard, Elijah Muhammad, Malcolm X, ve Louis Farrakhan ile başlayarak bir dizi karizmatik figür Amerika Mağribi Bilim Tapınağı, İslam Ulusu ve Yüzde Beş Alanlar da dahil olmak üzere İslam'ın çeşitli biçimler alan versiyonlarını geliştirdi. Bu yeni dinlerin yedinci yüzyıl Arabistan'ındaki normatif İslam ile çok az ortak yanı olsa da yüzbinlerce siyah için Hıristiyanlık ve normatif İslam arasında bir köprü görevi gördüler.
Binbir Gece tarzı tavrın unsurlar yeni bir iktidar onun modasını geçirdikten sonra uzun bir süre hayatta kaldılar. Böylece 1962'de yayınlanan popüler bir Amerikan kitap olan Arap Dünyası'nda yazar Desmond Stewart hala Arapça konuşan ülkelere giden Batılı bir ziyaretçinin "Alâeddin ve Ali Baba diyarına" girdiğini belirtebiliyordu.[13] Böylece bu mutlu fanteziler yavaş yavaş ölüyorlardı.
Değişiklikler: Sol İslamcılığı Keşfediyor
Bu sempatik bakış açıları 1970'lerde ve İslamcılığın yükselişinde daha fazla siyasi önem kazandı. O sırada, Hughes'nun belirlediği "kesin titizlik" şimdi İslamcılar ile ittifak kurmak için uygulanıyordu.
Bu fenomen Batılıları etkileyen ilk büyük İslamcı gelişme olan 1978-79 İran Devrimi ile şekillendi.[14] En önemli olay, solcu Fransız aydını Michel Foucault'un İran'da ilk elden tanık olduğu ve Ayetullah Humeyni'yi bir "aziz" olarak nitelendirdiği olaydan memnun olması görünüyor. Eski ABD adalet bakanı Ramsey Clark Humeyni'ye yaptığı bir ziyaretinde desteğini sundu.[15] Fidel Castro, Hugo Chávez ve Che Guevara'nın oğlu Camilo gibi önemli Latin Amerikalı solcular Tahran'a hacca gittiler. Britanyalı politikacı Jeremy Corbyn mollaların parasını aldı ve İran televizyonuna çıktı.[16]
11 Eylül saldırıları benzer övgüler aldı. Alman besteci Karlheinz Stockhausen saldırıları "tüm kozmosun en büyük sanat eseri" olarak adlandırdı ve Amerikalı romancı Norman Mailer olayın faillerini "muhteşem zeki" olarak nitelendirdi. Aynı ruh halinde MIT [Massachusetts Teknoloji Enstitüsü] profesörü Noam Chomsky Hizbollah liderini ziyaret etti ve silahlanma programlarına destek verdi. Londra'nın Troçkist belediye başkanı Ken Livingstone İslamcı düşünür Yusuf el-Karadavi'yi fiziksel olarak kucakladı.[17] 2004'deki ABD başkanlığı seçimlerindeki Dennis Kucinich Kuran'dan bir alıntı yaptı, cami cemaatini "Allahu Ekber" ("Allah Büyüktür") demeye çağırdı ve gururla "Kuran'ın bir kopyasını ofisimde saklıyorum" dedi.[18]
Bir dizi önemli solcu—Lauren Booth, H. Rap Brown, Keith Ellison, George Galloway,[19] Roger Garaudy, Yvonne Ridley, Ilich Ramírez Sánchez (Çakal Carlos") ve Jacques Vergès—bir adım ileri gittiler ve İslam dinine geçtiler.
Sol İslamcı (ya da Kızıl-Yeşil) ittifakın belirli temelleri var. İlki, her iki taraf da ortak bir varoluşsal rakibe sahip. Galloway şöyle açıklıyor: "dünyadaki ilerici hareket ve Müslümanlar aynı düşmanlara sahipler," yani Batı medeniyeti, özellikle kendisinin ait olduğu Büyük Britanya, Amerika Birleşik Devletleri, İsrail'in yanısıra Yahudiler, inançlı Hıristiyanlar ve kapitalistleri kast ediyor.[20] Sánchez "yalnızca Marksist ve İslamcı bir koalisyonun Birleşik Devletleri yok edebileceğini" savundu.[21]
İkincisi, Sol ve İslamcılar belirli siyasi amaçları paylaşıyorlar: anti-emperyalizm (ancak yalnızca Batı'nın durumunda), Irak'ın koalisyon güçleri karşısında zafer kazanması, Terörle Mücadele'nin sona erdirilmesi, anti-Amerikancılığın yayılması ve İsrail'in ortadan kaldırılması gibi. Buna karşılık Batı'da kitlesel göçe ve çok kültürlülüğe ihtiyaç olduğu konusunda hem fikirler. Birbiriyle etkili bir şekilde çalışıyor ve ortak olarak ayrı ayrı yapabileceklerinden daha fazlasını başarıyorlar. İlk önemli örneği 2001'de Büyük Britanya'da Britanya Komünist Partisi ve Britanya Müslüman Birliği gibi örgütler Savaşı Durdurun Koalisyonu'nu (Afganistan ve Irak'a atıf) oluşturduğunda gerçekleşti.
Üçüncüsü, her iki taraf karşılıklı iyi ilişkilerden fayda sağlıyor. İslamcılar meşruiyete, becerilere ve Sol'un saygınlığına erişirken, Sol ölmeye giden askerler kazanıyor. Londra'nın Spectator dergisinden Douglas Davis koalisyonu şöyle nitelendiriyor;
her iki taraf içinde bir nimettir. Bir zamanlar giderek azalan Troçkistlerin, Maocuların, Castrocuların çetesi olan Sol ahı gitmiş vahı kalmış bir davanın artıklarına yapışmış durumda; İslamcılar sayı ve tutku sunabilirlerdi ama siyasi alanda alım satım yapabilecekleri bir araca ihtiyaçları vardı. Taktiksel bir ittifak operasyonel bir zorunluluk haline geldi.[22]
Davis durumu daha basit bir şekilde açıklayan İngiliz bir solcudan alıntı yapıyor: "Birlikte çalışmanın pratik faydaları farklılıkları telafi etmek için yeterlidir."
Dördüncüsü, Marksistler Müslümanları var olan burjuva düzenini devirecek işçi sınıfının yerine koyuyor. Marx, sanayi proletaryasının bu rolü yerine getireceğini öngördü ama bunun yerine sanayi proletaryası daha varlıklı hale geldi ve devrimci potansiyeline ulaşamadı, böylece kapitalizmde beklenen kriz asla gelmedi. İslamcılar onların yerini alarak tamamen farklı amaçlar için çalışsalar da Marksist öngörüleri yerine getirdiler. Fransız Radikal Jean Baudrillard İslamcıları zalimlere karşı isyan eden ezilenler olarak tasvir etti.[23] Fransız bir sendikacı olan Olivier Besancenot, İslamcıları kapitalizmin "yeni köleleri" olarak görüyor ve "kapitalist sistemi yok etmek için işçi sınıfı ile birleşmeleri gerekliliğini" doğal buluyor.[24]
Devam Edenler: Sömürgeleşme
Olumlu görüşler ancak Müslümanlar tehditkâr görünmüyorsa egemen oldu. Hıristiyan güveni zayıfladığında eski görüşler dört faktör yüzünden geri döndü: tebaaların yönetilmesi için sıkı çalışma, imparatorlukların dağılması, Müslümanların yeniden bağımsızlık kazanmayı istemesi ve Batı'ya geniş çaplı göç.
Avrupa emperyalizmi ve sekülarizmi özellikle devam eden iki taraflı Müslümanlık düşmanlığı dikkate alarak Müslümanlığa yönelik orta çağ husumetinin kalıntılarını hepsini ortadan kaldırmadı. Modern emperyalizm gizli Haçlı ve Yeniden Fetih dürtülerini ortaya çıkardı. Haçlı Seferleri'nin anıları tesirli olmaya devam etti. Uzun zaman önceki kayıplar unutulamadı ve Batı Avrupalıların bir zamanlar Hıristiyan olan bu toprakların çoğunu yeniden fethine ilham kaynağı oldu. Bir muzaffer Fransız generali 1920'de Şam'a gelişini "Selahaddin, buradayız" diyerek ilan etti.[25] 1972'de bir diplomat Malezya'nın Sabah bölgesindeki Müslüman-Hıristiyan düşmanlığına şöyle atıfta bulundu: "Sabah'ta bugün olanlar bin yıl önce Haçlı Seferleri sırasında olanların küçük bir yansımasıdır."[26]
Emperyalizm Avrupalıları Müslümanlar ile sıklıkla düşmanca olsa da daha fazla karşı karşıya getirdi, böylece asırlık düşmanlıklara yeni bir ufuk sundu ve Hıristiyan-Müslüman gerginliğini artırdı. Cezayir ve Kafkasya da olduğu gibi pek çok sömürge karşıtı hareketin belirgin bir İslami niteliği vardı. Fransızların Batı Afrika, Almanların Doğu Afrika, Rusya'nın Kafkasya, Britanya'nın Afganistan ve Hollandalıların Doğu Hint Adaları'nda rastladığı üzere Müslümanlar genellikle Hıristiyan iktidarını belirli bir vahşetle direndiklerinden Müslümanların Avrupalılar tarafından zapt edilmesi İslam ile ilgili tarihsel korkuyu azalttı ama onları tamamıyla ortadan kaldırmadı. İspanyollar, Amerikalılar ve Filipinliler bu dersi Filipinler'de öğrendi.
Fethedildiklerinde Müslümanların Avrupa dillerini, kültürünü ya da dinini benimseme konusundaki isteksizlikleri ortaya çıkarak yöneticiler ve misyonerler arasında kızgınlık yarattı. Sömürge yöneticileri sahip oldukları Müslüman nüfusları yönetmek için Fas'taki Lyautey sistemi veya İran Körfezi'ndeki Birleşik Arap Emirlikleri gibi yeni yöntemler geliştirmek zorunda kaldı. Daha da kötüsü Müslümanlar çoğunlukla karşı saldırıya geçti ve bu olayların isimleri orta çağ yüzleşmelerini anımsatıyor: Kalküta'daki Kara Delik, Hindistan Ayaklanması, Bulgar Dehşetleri, İskenderiye Katliamı, Gordon'un Son Direnişi, Somali'nin Deli Mollası ve Büyük İzmir Yangını. Tarihçi Norman Daniel'in zekice yazdığı gibi, "imparatorluk miras kalan İslam şüphesini artırdı."[27]
Devam Edenler: Dekolonizasyon ve Sonrası
1914-45 arasında uzayan iç savaş sırasında Avrupa gücünün hızla düşüşü Hıristiyan tutumlarındaki değişikliklerin sınırlarını ortaya çıkardı. Neredeyse tüm Müslüman dünyası bir buçuk yüzyıl içinde Avrupalıların eline geçtiyse, Avrupa'dan bağımsızlık çok daha hızlı gerçekleşti, çoğunlukla da 1945-65 arasındaki yirmi yıllık dönemde oldu. Müslümanların bağımsızlığının geri alması ve ardından İslamcılığın filizlenmesi eskinin Müslüman korkusunun aslında gölgede kaldığını ortaya çıkardı. 1921'de kötü şöhretli ama bilgili ırkçı Lothrop Stoddard şunları kaydetti: "Neredeyse bin yıldır zihinsel ve ruhsal olarak pasif olan İslam dünyası bir kez daha ayakta bir kez daha ilerliyor."[28] Birkaç yıl sonra Amerikalı coğrafyacı Isaiah Bowman Britanya ve Fransız imparatorluklarının karşılaşacağı sorunlardan "hiçbiri fanatik değilse bile büyük ve bağnaz Muhammed yanlısı nüfusun kontrol etme sorunu kadar geniş kapsamlı, hiçbiri böyle vahim değildir" diye öngördü.[29] 1946'da bir ABD istihbarat raporu "Müslüman devletlerin dünya barışına potansiyel bir tehdit oluşturduğunu' buldu.[30]
Bağımsızlıktan sonra yenilenen gerilimler antik Hıristiyan kaygılarını daha da uyandırdı. Müslümanlar ve Hıristiyanlar Bosna Hersek, Kıbrıs, Lübnan, Çad, Sudan, Uganda, Eritre, Mozambik ve Filipinler gibi farklı yerlerde uzun süredir devam eden çatışma geleneklerini sürdürdüler. Önemli kilometre taşları arasında Cemal Abdül Nasır'ın Süveyş Kanalı'nı millileştirmesi, Cezayir bağımsızlık savaşı, 1973 Arap petrol ambargosu, İran Devrimi ve eski Yugoslavya, Kuveyt, Afganistan ve Irak'taki savaşlar yer alıyordu.
1979'da Tahran'daki ABD Büyükelçiliği'nin İranlılar tarafından işgali 444 gün sürdü ve canlanan tutkuların bir vaka incelemesi sunuyor. İki hükümet arasında diplomatik krize yol açmanın ötesinde bu olay kayda değer bir karşılıklı tutku selini serbest bıraktı.
Rehine krizi binlerce İranlıyı sokaklarda yürümeye ve "suikastlardan ve etnik ayaklanmalardan trafik sıkışıklığına [ve] uyuşturucu bağımlılığına" kadar akla gelebilecek her hastalık için Amerika'yı suçlamaya teşvik etti.[31] İran'ın lideri Ruhullah Humeyni Amerika'yı "büyük Şeytan" olarak adlandırdı, kültürüne ve başkanına hakaret etti. Amerikalılar, İranlı göçmenleri hariç tutarak ve dart tahtalarına Humeyni'nin yüzünü boyayarak karşılık verdi. İranlılar İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra diğer milletlerden çok daha fazla zehir teşvik eden bir millet oldu, aksine Koreliler ve Vietnamlılar bu öfkenin sadece bir kısmına ilham verdiler.
Önceki ABD-İran ilişkileri bu karşılıklı düşmanlığı pek açıklayamıyordu, her iki devlet W. Morgan Shuster'in 1911'deki güvenilir finansal hizmetlerinden 1977'de Jimmy Carter'ın coşkulu Yeni Yıl arifesinde İran'a kadeh kaldırmasına ("dünyanın en sorunlu bölgelerinden birinde bir istikrar adası") kadar sürekli olarak iyi ilişkilerin yararını görmüşlerdi.[32] İki hükümet özellikle petrol üretimi ve Sovyet saldırganlığının önlenmesi gibi pek çok önemli projede işbirliği yaptı. Önemli sayıda İranlı Birleşik Devletler'de okurken Amerikalı teknisyenler İran'da çalıştılar. Her iki taraftaki tutkular rutin siyasi gerilimden daha fazlasına işaret ediyordu. ABD-İran temaslarının tarihi 1979-81'de ortaya çıkan öfkeleri açıklayamazsa açıklama bin yıllık Müslüman-Hıristiyan düşmanlığının geçmişinde yatıyor.
Devam Edenler: Negatif Bir Miras
Aslında Norman Daniel "[İslam'ın] orta çağ anlayışının son derece uzun ömürlü olduğunu ve bugün de Batı'daki kültürel mirasın bir parçası" olduğunu belirtir.[33] Evet, dini unsurun önemi azaldı ama eski temalar güçlü kaldı: Pek çok Batılı için yanlış inanç, şiddet, aldatma ve fanatizm hala Müslümanları karakterize ediyor. Bazı durumlarda orta çağ Müslümanlarının fethettikleri halklardan çalmaktan başka bir şey yaratmayan kültürel parazitler olduğu argümanı gibi eski klişeler değişmeden yeniden su yüzüne çıkıyor ya da takiye (gerçeği gizleme) Müslümanların istediği gibi yalan söylemesine izin veriyor.
Böylece eski önyargılar bozulmadan kalmaya devam etti. Britanya başbakanı William Gladstone 1876 tarihli Bulgarian Horrors and the Question of the East/Bulgar Korkuları ve Doğu Meselesi isimli sansasyonel makalesinde Türkleri "insanlığın büyük bir karşıtı örneği" olarak tanımladı. "Nereye gittilerse arkalarında bıraktıkları yolu geniş bir kan izi belirledi; hakimiyetleri olabildiğince yayıldıkça medeniyet gözden kayboldu."[34] Gelecekteki Britanya başbakanı Winston Churchill Story of the Malakand Field Force/Malakand Saha Gücü Hikayesi (1898) isimli kitabında pek çok Avrupalının İslam hakkında ne düşündüğünü şöyle ifade etti:
Müslüman dini hoşgörüsüzlüğün öfkesini azaltmak yerine artırıyor. Başlangıçta propagandası kılıçla yapılıyordu ve o zamandan beri ateşli taraftarları tüm diğer inançların insanlarının üzerinde bu tür bir deliliğe haiz oldular.[35]
Diğer durumlarda İslam'a yönelik modern öncesi tavırlar modern bağlama uyacak şekilde ayarlanmıştır. Artık kimse İslam'ın Hıristiyanlığa aykırı bir düşünce olduğunu iddia etmiyor, bunun yerine yeni suçlama Allah'ın aslında pagan ay tanrısı Hubal olduğunu savunuyor.[36] İslam'ın meşru bir inanç olmadığını iddia eden orta çağ iddiaları şimdi siyasi bir kıvrımla devam ediyor; Hollandalı politikacı Geert Wilders "İslam bir din değildir. Din kisvesi altında totaliter, tehlikeli ve şiddet içeren bir ideolojidir" diyor.[37]
Cinsellik değişse de önemli bir eleştiri odağı olmaya devam ediyor. Muhammed bir keresinde pek çok eşi olduğu için kötülenmişti, zamanın ruhuna uygun olarak şimdi pedofil olmakla suçlanıyor. Orta çağ Avrupalı için şirret (kavgacı, zorba kadın, cadaloz, huysuz ya da eli maşalı) Müslüman kadın nosyonu erken modern odalık (sefil bir harem kölesi) nosyonuna dönüştü ve son zamanlarda da kadın sünneti, çocuk gelin, çok kocalılık ve namus cinayetleri kurbanına dönüştü. Şehveti gözlerle çağıran başörtülü kadın fantezileri yerini tamamen çarşafla kaplı kadın figürlerine bıraktı. Yine bir İngiliz başbakanı Boris Johnson onları posta kutuları ve banka soyguncularıyla karşılaştırdı.[38] Bir zamanlar göz alıcı olan "petrol şeyhlerinin gizli yaşamları[39] kadın ev köleleri ve kaçırılan kızlarla ilgili korku hikayelerine dönüştü.[40]
Müslümanlara yönelik geleneksel düşmanlık sekizinci yüzyılda azaldı ve yerini kültürel düşmanlığa bıraktı. Tarihçi Bernard Lewis'e göre Müslümanlar daha az korkutucu hale geldi ama Hıristiyanlar için sevimsiz olmaya devam ettiler: "dogmatik bir düşmanlığın yerini fiili temas sırasında ortaya çıkan belirsiz bir hoşnutsuzluk aldı."[41] Avrupalılar artık Müslümanlardan korkmuyorlarsa da eski hoşnutsuzluk devam etti. 1991'de ABD önderliğindeki Irak savaşı başladığında bir Wall Street Journal gazetesi yazarı olan Raymond Sokolov Mozart'ın The Abduction from the Seraglio/Saraydan Kız Kaçıma gösterisine katıldı. Türk gibi giyinen ve sözde Türkçe konuşan karakterlere şöyle tepki verdi:
En azından tiyatrodayken Müslümanların saçma ve kötü niyetli olduğu konusunda hemfikir olmadığımız sürece ne Mozart'ın şakaları ne de Mozart'ın temel durumları bir anlam ifade etmiyor. Geçtiğimiz perşembe günü olayları Mozart'ın gözünden görmek hiç de zor olmadı.[42]
Wilfred Cantwell Smith, "Batılıların, hatta bu tür şeylere karıştıklarının farkında olmayanların bu uzun süreli temel çekişmenin etkilerini tamamen atlatıp atlamadıklarını" şüpheli buluyor.[43] İslam dinine geçen Gai Eaton 1985'de işaret ettiği gibi,
Biz Avrupalıların an azından çok yakın zamana kadar İslam'a olan uzun süreli saplantılarını unutmaya çalıştıkları Karlofça Antlaşması'ndan üç yüzyıldan daha az bir sure ayırıyor. Unutması kolay değildi.[44]
Hichem Djaīt İslam'a karşı orta çağ önyargılarının uzun ömürlü olduğunu vurgular; "kendilerini Batı'nın kolektif bilincine öylesine derin bir düzeyde işlediler ki, insanın kendine bunların korkuyla yok edilip edilmeyeceğini sorması gerekiyor."[45]
Devam Edenler: Göç
1960'larda başlayan Müslümanların Avrupa'ya azımsanmayacak miktardaki göçü göçmen ve dinden dönenlerin nüfusunu (Rusya'yı dışarda tutarak) önemsiz sayılardan neredeyse otuz milyona yaklaştırdı. En büyük rakamlar Kuzey Afrika, Türkiye ve Güney Asya'dan geldi, ancak şimdi neredeyse tüm Müslüman nüfus temsil ediliyor.
Batı'nın dışından gelen göç genellikle pek çok kılgısal sorunu içeriyorsa—alışılmadık hastalıklar, dilsel zorluklar, yetersiz iş becerileri ve yüksek işsizlik—Müslüman yeni gelenler İslami tutumlarından kaynaklanan başka zorlukları da beraberinde getiriyorlar. Bunların pek çoğu kadınları ilgilendiriyor: peçe ve burkalar, cinsel çapulculuk, hazırlama ve tecavüz çeteleri, taharrüş (çete cinsel tacizleri), yakın akraba evlilikleri, çok eşli evlilikler, kadın sünneti ve namus cinayetleri. Diğer sorunlar düşmanca bir niyet gösteriyor: kısmi kurtarılmış bölgeler, förnedringsrån/aşağılama (aşağılama amaçlı soygunlar), köle edinme, Müslüman ya da İslam eleştirilerine şiddet içeren tepkiler, İslami kuralları ileri sürmek için şiddet ve İslam hukukunu herkese uygulama çabaları.
Özellikle Müslüman içi şiddet Batı'ya sıçrayarak 1983'de Portekiz'de Filistin Kurtuluş Örgütü lideri İssam Sartawi, 1991'e eski İran başbakanı Shapour Bakhtiar ve 2013'de Paris'te Türk muhaliflerin öldürülmesi gibi cinayetlere neden oldu. Cihad özellikle önemli bir hale geldi ve 1972'de Münih Olimpiyatları'nda İsrailli atletlerin öldürülmesi, 1981'de Papa John Paul II'ye suikast girişimi, 1989 Salman Rushdie fermanı, 11 Eylül saldırıları, 2004 Madrid bombalaması, 2004'de Hollandalı yönetmen Theo van Gogh suikastı, 2007 Londra bombalaması ve 2015 Charlie Hebdo katliamı gibi olayları içerdi. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde bunlar ve diğer olaylar Hıristiyan endişelerini daha da artırdı.
Müslümanların yasadışı göçü, Avrupa'da, özellikle bu göçe coğrafi olarak en çok maruz kalan İspanya, Malta, İtalya ve Yunanistan'da pek çok siyasi mücadeleye yol açtı. En büyük kavgalar Almanya Şansölyesi Angela Merkel'in herkesin Almanya'ya gelmesi için yaptığı sürpriz daveti takip ederek 1,5 milyon Müslümanın Avrupa'ya denetimsiz girişine ve yıllar sonra da yankı yapmasına neden oldu.
Müslüman göçü artıkça, üst üste yapılan anketler onlara yönelik duyguları ortaya çıkarıyor ve İslam daha olumsuz hale geliyor. Örneğin, halihazırda 1986 ve 1988'de Fransızların tutumları üzerine yapılan bir araştırma hem erkeklerin hem de kadınların bir Arap'la seks yapma olasılıklarının var olan diğer kategorilerdeki (Afrikalılar, Asyalılar, Batı Hindistanlılar) herhangi bir erkeğe göre daha düşük olduğunu gösterdi.[46] 2013'de bir Fransız örneklemesinin yüzde 73'ü İslam'ı olumsuz olarak değerlendirirken, Hollandalı bir örneklemenin yüzde 77'si İslam'ın ülkeyi zenginleştirmediğini düşünüyordu.[47]
Bugün, bazı analistler Batı'nın düşük doğum oranlarını, Müslümanların Batı'ya büyük ölçekli göçünü, çok kültürlülüğün yayılmasını ve İslamlaşmayı medeniyete yönelik bir tehdit olarak görüyor. Alan Jamieson Hıristiyan-Müslüman çatışması üzerine araştırmasını şu sözlerle kapatıyor: "Hıristiyan-Müslüman çatışmasının var olduğu uzun yüz yıllar boyunca iki taraf arasındaki askeri dengesizlik bu kadar büyük olmamıştır, ancak görünüşe göre baskın olan Batı bu durumdan bir rahatlık çıkaramaz" çünkü savaş alanı askeri değil.[48] Ya da İtalyan gazeteci Giulio Meotti'nin daha net ifadesiyle. "Doğu Hıristiyanlığı bu kadar kolay ortadan kaldırılabiliyorsa, bir sonraki Batı Avrupa olacaktır."[49]
Sonuç
Batılılar Müslüman tehdidini olumlu etkileşimlerden daha canlı bir şekilde hatırlama eğilimindedirler. Çatışma anıları ticaret, kültürel alışveriş ve hoşgörü eylemlerinden daha güçlü bir şekilde varlığını sürdürür. Sicilyalılar, akademisyenler ve turistler dışında herkes Haçlı dönemindeki iktidarı sırasında Müslüman alimliğin yeşerdiği Sicilya'nın Normal kralı II. Roger'ı unutmuşlardır. Endülüs'ün birlikte yaşama mirası bir sahtekarlık değilse bile bir abartı olarak tasvir edilmiştir.[50] Yine de Portekiz'deki Evora Üniversitesi'nden Susana Martínez bu mirasın bir çözüm sağlayacağını umuyor:
... Sıradan insanların hikayelerini ve nasıl etkileşimde bulunduklarını, benzer yaşam tarzlarını paylaştıklarını anlatmaya devam etmeliyiz. Bu hikayeler diğeri hakkında sahip olduğumuz klişeleri ve önyargıları yıkmanın güçlü bir yoludur.[51]
Bu çabayı destekliyorum, ancak paylaşılan yaşam biçimlerine odaklanmak trajik yenilgileri ve kahramanca zaferleri hatırlamaktan daha az duygusal etkiye sahiptir. Gerçekten de "dünyanın en eski sınırı" boyunca yaşanan düşmanca çatışma canlı kalmaya devam ediyor. Tarihçi Raymond İbrahim bu zihniyeti tüm çıplaklığı ile özetliyor: "Batı ve İslam ikincisinin on-dört yüzyıl önce doğumundan beri ölümcül düşmanlardır."[52]
Bu da kusurluluk sorusunu gündeme getiriyor: esas saldırgan kimdi? Princeton Üniversitesi'nden Norman Itzkowitz esas olarak Batı'yı sorumlu tutuyor: "Hıristiyan Avrupa'nın her çağda İslam karşısında bitmeyen zafer arayışı atmosferi zehirledi ve bugün de bunu yapmaya devam ediyor."[53] Daha ikna edici bir şekilde yine Princeton'dan Bernard Lewis çatışmayı öncellikle Müslümanların götürdüğünü söylüyor:
Yaklaşık bin yıldır, yedinci yüzyılda İslam'ın görünüşünden 1683'de Viyana'nın ikinci kez kuşatılmasına kadar, Hıristiyan Avrupa sürekli olarak İslam'ın tehdidi, fetih ve din değiştirme çifte tehdidi altındaydı.[54]
600 ve 1600 yıllarında Hıristiyanlar ve Müslümanların dağılımına bir bakış bu sonucu tartışılmaz hale getiriyor.
Tutumların uzun ömürlülüğü ve değişmezliği dikkat çekicidir. Lewis'in belirlediği gibi, Müslümanlar Avrupa'ya karşı bin yıl süren ve Avrupa emperyalizmi dönemine kadar devam eden bir hor görme tavrı geliştirdiler.[55] Müslümanlar hakkındaki Hıristiyan duyguları neredeyse tam tersiydi: yaklaşık 1700'lere kadar süren ve sonraki üç yüzyıl boyunca hafifleyen bir istikrarla Müslümanlardan korkuyor ve nefret ediyorlardı. Bazı Avrupalılar eski tutumları tamamen geride bıraktılar ancak İslam'a yönelik düşmanlık diğerlerinin yanısıra tarihsel gücünü koruyor. Bir diğer Princeton alimi olan Charles Issawi'nin sözleriyle, "Uzun ve üzücü geçmişin mirası hala bizimle ve daha uzun bir süre Batı ve İslam Dünyası arasındaki görüntüleri renklendirmeye ve ilişkileri altüst etmeye devam edecek."[56]
Daniel Pipes (DanielPipes.org, @DanielPipes) Orta Doğu Forumu'nun başkanıdır.
Ek: Batı'nın Müslüman Çoğunluğa Sahip Toprakları Fethi, 1764-1919
1764 Bengal (Britanya'nın Doğu Hindistan Şirketi) 1777 Balam-Bangan, Endonezya (Hollanda) 1783 Kırım (Rusya) 1786 Penang. Malezya (Britanya) 1798 Mısır (Fransa) 1799 Suriye (Fransa) 1800 Malezya'nın Bir Kısmı (Britanya) 1801 Gürcistan (Rusya) 1803–28 Azerbaycan (Rusya) 1804 Ermenistan (Rusya) 1808 Batı Java (Hollanda) 1820 Bahreyn; Katar, Birleşik Arap Emirlikleri (Britanya) 1830 Manchanagara, Endonezya (Hollanda) 1830–46 Cezayir kıyısı (Fransa) 1834–59 Kafkasya (Rusya) 1839 Orta Sumatra, Endonezya (Hollanda), Aden, Güney Yemen (Britanya) 1841 Sarawak (Sir James Brooke, bir İngiliz) 1843 Sind, Hindistan (Britanya) 1849 Keşmir ve Pencap, Hindistan (Britanya), Gine'nin bir kısmı (Fransa) 1849–54 Syr Darya Vadisi, Kazakistan (Rusya) 1856 Oudh, Hindistan (Britanya) 1858 İngiliz hükümdarlığı altındaki tüm Hindistan 1859 Dağıstan (Rusya) 1859–60 Tetuan, Fas (İspanya) 1864 Çimkent, Kazakistan (Rusya) 1866 Taşkent, Özbekistan (Rusya) 1868 Buhara, Özbekistan (Rusya) 1872–1908 Aceh, Endonezya (Hollanda) 1873 Hiva, Özbekistan (Rusya) 1876 Khokand, Özbekistan (Rusya), Socotra, Güney Yemen (Britanya), Quetta, Pakistan (İngiltere) 1878 Kars ve Ardahan, Türkiye (Rusya), Bulgaristan (Rusya), Bosna ve Hersek, Sırbistan, Karadağ, (Avusturya), Kıbrıs (Britanya) |
1878–79 Hayber Geçidi, Pakistan (Britanya) 1881 Aşkabat, Türkmenistan (Rusya) 1881-83 Tunus (France) 1882 Mısır (Britanya), Assab, Etiyopya (İtalya) 1883-88 Yukarı Nijer Havzası (Fransa) 1884 Kuzey Somali (Britanya, Fransa), Merv, Türkmenistan (Rusya) 1885 Doğu Rumeli (Bulgaristan), Rio de Oro, Moritanya (İspanya) 1885-89 Eritre, Etiyopya (İtalya) 1887 Harar (Etiyopya) 1887-96 Gine (Fransa) 1888 Kuzey Borneo, Malezya (Britanya) 1889-92 Güney Somali (İtalya) 1890 Zanzibar, Tanzanya (Britanya) 1891 Umman (Britanya)1892-93 Aşağı Nijer Havzası (Fransa) 1893 Uganda (Britanya) 1896–98 Kuzey Sudan (Britanya) 1898–1903 Kuzey Nijerya (Britanya) 1898–99 Güney Nijer (Fransa) 1899 Kuveyt (Britanya) 1900–14 Güney Cezayir (Fransa) 1903 Makedonya (Rusya ve Avusturya) 1906 Wadai, Çad (Fransa) 1908 Girit (Yunanistan) 1909 Kuzey Malay Yarımadası (Britanya) 1911–28 Libya (İtalya) 1912 On-iki Ada (İtalya), Batı Sahra (İspanya) 1912-34 Fas (Fransa ve İspanya) 1913 Güney Filipinler (Birleşik Devletler), Orta Trakya (Bulgaristan) 1914 Tüm Malezya (Britanya) 1917 İsrail; Ürdün (Britanya), Lübnan; Suriye (Fransa) 1918 Türkiye'nin bir kısmı (İtalya, Yunanistan, Fransa) 1919 Irak (Britanya) |
[1] Bu çalışmanın birinci bölümünde detaylandırıldı.
[2] Bu iki rastlaşmanın karşılaştırılması ve ayrıca 1956'daki bir üçüncüsü için bkz. "Three French Invasions of Egypt," Daniel Pipes'ın In the Path of God: Islam and Political Power isimli kitabından bir alıntı (New York: Basic Books, 1983), sayfa. 98-101.
[3] Yıldan yıla detaylar için aynı eserden alıntılanan Ek bölümüne bakınız, sayfa 102-03.
[4] Henry Dodwell, The Founder of Modern Egypt: A Study of Muhammad 'Ali (Cambridge, U.K.: Cambridge University Press, 1931), sayfa 2.
[5] Sir Paul Rycaut, The History of the Present State of the Ottoman Empire (Londra: R. Clavell, J. Robinson ve A. Churchill, 1686), sayfa 213.
[6] The Works of Sir William Jones, Lord Teignmouth, ed. (Londra: John Stockdale ve John Walker, 1807), sayfa 69.
[7] "Barış ve Dostluk Antlaşması 4 Kasım 1796'da (3 Ramazan I, A. H. 1211) Tripoli'de ve 3 Ocak 1797'de (4 Recep, A. H. 1211) Cezayir'de imzalanmıştır," Treaties and Other International Acts of the United States of America, cilt 2, Hunter Miller, edisyonu (Washington: Government Printing Office, 1931), belge 1-40: 1776-1818.
[8] Thomas Carlyle, On Heroes, Hero-Worship, and the Heroic in History (Londra: Chapman and Hall, 1840).
[9] The Light (Vicksburg, Miss.), 24 Ocak 1933.
[10] Peter Hughes, Eighteenth-century France and the East (Londra: Trustees of the Wallace Collection, 1981), sayfa. 13-14.
[11] Jacob S. Dorman, The Princess and the Prophet: The Secret History of Magic, Race, and Moorish Muslims in America (Boston: Beacon Press, 2020), sayfa 52.
[12] L. Carl Brown, "Movies and the Middle East," Comparative Civilizations Review, cilt 13, sayı 13, 1 Ocak 1985.
[13] Desmond Stewart, The Arab World (New York:Time-Life Books, 1962), sayfa 13.
[14] Bu bölüm Daniel Pipes'ın "[İslamcı-Solcu] Korku İttifakı," makalesinden alınmıştır National Review, 14 Temmuz 2008.
[15] The New York Times, 23 Ocak 1979.
[16] Business Insider (New York), 2 Temmuz 2016.
[17] BBC News, 12 Temmuz 2004.
[18] Hugo Kugiya, "Audiences Small but Adoring: Kucinich undeterred by long-shot status," Newsday, 10 Şubat 2004.
[19] Jemima Khan, "One day, I'll be a national treasure," The New Statesman (Londra), 25 Nisan, 2012.
[20] The Boston Globe, 20 Mayıs 2007.
[21] Ilich Ramírez Sánchez, L'islam révolutionnaire (Monako: Éditions du Rocher, 2003).
[22] Douglas Davis, "United in hate," The Spectator, 20 Ağustos 2005.
[23] Jean Baudrillard, La Guerre du Golfe n'a pas eu lieu (Paris: Galilée, 1991).
[24] Davis, "United in Hate."
[25] James Barr, "General Gouraud: 'Saladin, We're Back!' Did He Really Say It?" Syria Comment, University of Oklahoma, 27 Mayıs 2016.
[26] Far Eastern Economic Review, 25 Kasım 1972.
[27] Norman Daniel, Islam, Europe and Empire (Edinburgh: Edinburgh University Press, 1966), sayfa 482.
[28] Lothrop Stoddard, The New World of Islam (New York: Charles Scribner's Sons, 1921), sayfa 355.
[29] Isaiah Bowman, The New World: Problems in Political Geography, 4.ncü baskı (Yonkers, N.Y.: World Book, 1928), sayfa 124.
[30] "Intelligence Review," Askeri İstihbarat Bölümü, Savaş Dairesi, Washington, D.C., 14 Şubat 1946, sayfa 34.
[31] The New York Times, 6 Ocak 1980.
[32] Age., 2 Ocak 1978.
[33] Norman Daniel, Islam and the West: The Making of an Image (Edinburgh: The University Press, 1958), sayfa 278.
[34] William Gladstone, Bulgarian Horrors and the Question of the East (New York ve Montreal: Lovell, Adam, Wesson, ve Co., 1876), sayfa 10.
[35] Winston Churchill, The Story of the Malakand Field Force (Londra: Longman, 1898), sayfa 40.
[36] Robert A. Morey, The Moon-god Allah in the Archeology of the Middle East (Las Vegas: Faith Defenders, 1994).
[37] Geert Wilders: "In My Opinion, Islam Is Not a Religion," Gatestone Institute, 16 Eylül 2017.
[38] The Telegraph (Londra), 5 Ağustos 2018.
[39] Linda Blandford, Super-Wealth: The Secret Lives of the Oil Sheikhs (New York: William Morrow, 1977).
[40] USA Today, 21 Kasım 2001; The Guardian (Londra), 5 Mart 2020.
[41] Bernard Lewis, The Muslim Discovery of Europe (New York: Norton, 1982), sayfa 482-3.
[42] Raymond Sokolov, "Mozart and the Muslims," The Wall Street Journal, 23 Ocak 1991.
[43] Wilfred Cantwell Smith, Islam in Modern History (Princeton, N.J., ve Londra: Princeton University Press ve Oxford University Press, 1957), sayfa 106.
[44] Charles Le Gai Eaton, Islam and the Destiny of Man, 1st ed. (Albany: State University of New York Press, 1985), sayfa 18.
[45] Hichem Djaīt, L'Europe et l'Islam (Paris: Seuil, 1978), sayfa 21.
[46] Le Nouvel Observateur, 24 Haziran 1988.
[47] Daniel Pipes, "Batı'da İslam ve İslamcılık Karşıtlığı İslam'ın Önünde" DanielPipes.org, 24 Kasım 2013.
[48] Alan Jamieson, Faith and Sword: A Short History of Christian-Muslim Conflict (Londra: Reaktion Books, 2006), sayfa 215.
[49] Giulio Meotti, "Europe: Destroyed by the West's Indifference?" Gatestone Institute, 19 Kasım 2017.
[50] Darío Fernández-Morera, The Myth of the Andalusian Paradise (Wilmington, Del.: ICI Books, 2016).
[51] Marta Vidal, "Portuguese Rediscovering Their Country's Muslim Past," Al-Jazeera, 10 Haziran 2020.
[52] Raymond Ibrahim, Sword and Scimitar: Fourteen Centuries of War between Islam and the West (New York: Da Capo, 2018), sayfa xvii.
[53] Norman Itzkowitz, "The Problem of Perceptions," L. Carl Brown baskısı, Imperial Legacy: The Ottoman Imprint on the Balkans and the Middle East (New York: Columbia University Press, 1996), sayfa 34.
[54] Bernard Lewis, Islam and the West (New York: Oxford University Press, 1993), sayfa 127.
[55] In Lewis, The Muslim Discovery of Europe.
[56] Charles Issawi, "The Change in the Western Perception of the Orient," The Arab World's Legacy: Essays (Princeton, N.J.: Darwin Press, 1981), sayfa 371.